(Independent Türkçe'de 28 Nisan 2025 tarihinde yayımlanan "Mucize, bir paradoks mudur? (1)" başlıklı yazının devamıdır.)
6- Bizler Allah'ın hikmet (akıl) sahibi olduğuna iman ediyoruz.
Yani Allah'ın boş işler ve abes şeyler ile uğraşmasının mümkün olamadığını kabul ediyoruz.
Peki "Allah, kendi koyduğu ve var ettiği tabii yasa ve kanunları yok eder mi?"
Bu, çok önemli bir meseledir ve derinlemesine tefekkürde bulunmak gerek.
Salim bir akıl ile bakıldığında, mucizelerin birçoğunun insanın mizacına ter düştüğü görülür.
Örneğin Allah, İbrahim nebiyi 90 yıl beklettikten sonra ona çocuk veriyor ve kocayana dek onu ve eşi Sara'yı bundan mahrum bırakıyor, sonra da mucize olsun diye onlara evlat veriyor.
Peki denilmez mi ki:
Ya Rab. Sen onlara evlat verecektinse, neden genç yaşlarında vermedin ki onlar o çocuklarıyla iyi vakit geçirmiş olsunlar. Onların kocamasından sonra evlat vermenin ne değeri olabilir ki?
Musa nebiye mucize olarak "beyaz el" verildiğinden de söz edilir.
Yani, Musa ellerini koltuğunun altına koyup çıkardıktan sonra elleri bembeyaz oluyordu.
"Beyaz el" (Taha:22) derken, akla alaca (vitiligo) hastalığı gelmektedir.
Müslümanlar; çirkinlik arz eden bir hastalık olduğu düşüncesiyle, "beyaz el" kavramını, "nurlu el" olarak tefsir ederler.
Peki şayet bu "beyaz el" konusu bir mucize ise, acaba bunun faydası ne?
7- Mucizelerin büyük bir bölümünün "zulüm" ve "çirkinlik" arz eden bir durum olduğunu da görüyoruz.
Örneğin, Musa nebinin Mısır'da gösterdiği "suların kana dönüşmesi", "kurbağaların şehri istilası", "çekirge afeti", "bit afeti" vs..
Peki, mucize bu mudur?
Yine Mısır'daki Firavun zulmünden kurtulup Sina çölüne vardıklarında İsrailoğullarına mucize olarak gökten "men ve selva" (kudret helvası ile Bıldırcın eti) yiyeceğinin nazil olması ve İsrailoğullarının kesintisiz olarak bunu kırk yıl boyunca yemeleri.
Peki, bunlar çirkin şeyler değil mi?
Şayet Allah, men ve selvayı tüm Mısırlılara nazil etseydi, onların tümü Allah'a iman etmez miydi?
Hz. Yusuf dönemindeki Mısır Kralı, ondan rüya tabiri gibi küçük bir iyilik gördü diye onu zindandan çıkardı ve ona vezirlik gibi büyük bir makam verdi.
Mademki Musa nebide o kadar büyük bir güç vardır, acaba neden o da Yusuf kadar olamadı?
Yani Mısır Kralı, Yusuf'un o küçücük iyiliği karşısında ona 20 yıl ekonomi bakanlığı gibi büyük bir makamı veriyor ve tüm aile efradını büyük bir saygınlık içerisinde getirip Mısır'a yerleştiriyor da peki Musa için neden düşmanca muamelede bulunuyor?
Hiç bunu düşünen oldu mu?
Şayet Hz. Musa, Firavun'un evlatlığının yanında, sahip olduğu o güç ve imkânlarını onun iyiliği için sarfetmiş olsaydı, acaba Fravun, Musa'yı daha çok sevip ve onu "veliahtlık" gibi daha büyük bir makama yükseltemez miydi?
Böylece de ne onu kovar ve ne de cezalandırırdı.
Hatta Musa'nın her dediğini yapar, iyiliğinin karşılığını fazlasıyla verir ve ona şöyle derdi:
Ya Musa. Mademki sen bir mucize olarak gök yüzünden benim halkıma men ve selva nazil ettirdin ve benim üzerimde bu kadar büyük hak bıraktın, ben de şimdi bir ferman yazıp imzalıyor ve diyorum ki, bundan böyle asla İsrailoğullarına zulüm yapılmayacak ve onların artık özgürlük, toprak ve diğer tüm hakları verilecektir.
Böylece de Musa ve halkı bu fermandan dolayı son derece rahat edeceklerdi.
Peki, Musa nebi bunları niçin yapmadı?
8- Acaba enbiyanın gösterdiği mucizelerin herhangi bir faydası oldu mu?
Enbiyanın bu durumlarını incelediğimizde, örneğin Musa nebi o kadar mucize göstermesine rağmen, onun mucizeleri üzerinden ne Mısır Kralı ve halkı ne de Musa'nın kendi halkı ona iman etmemişlerdir.
Yani Hz. Musa, yıllarca Mısır'da kalıp Mısır halkına mucizeler gösterdi ve sonrasında da Kızıldeniz'i ikiye yarıp İsrailoğullarının oradan geçirip kurtulmalarına vesile oldu ve onları Mısır Firavun'unun zulmünden kurtardı, bununla birlikte Musa'nın halkı, denizi geçip kurtuluşa ulaştıktan sonra, onun davet ettiği Allah'a değil, Samiri' nin yaptığı altın buzağıya taptılar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Hâl böyle iken, peki şu mucizelerin faydası ne oldu?
Yani Musa bu kadar mucizeleriyle, ne Mısır Kralı'nı ve halkını hidayet edebildi ve ne de kendi halkı olan İsrailoğullarını.
İsa Mesih'in mucizelerini incelediğimizde de aynısını görüyoruz.
Yani İsa da ölüleri diriltiyor, amalara göz veriyor, ala hastalıklıları iyileştiriyor vs..
Buna rağmen ona, 12 havarisinden başka iman eden olmuyor.
O, 12 kişi içerisinden de Yahuda namındaki kendine iman eden şahıs, Kralın adamlarına İsa nebiyi ihbar edip yakalatıyor ve zindana atılmasına vesile oluyor.
Verilen bilgilere göre Hz. İsa Mesih, kavmi içerisinde sürekli 4 tür mucizeyi tekrar edip duruyordu.
Örneğin, sürekli 5 somun ve iki balık ile bir anda 5 binin üzerindeki kadın, çocuk ve erkeğe yemek yediriyordu ve bunu da gaybi yollarla (mucizeyle) hallediyordu.
Peki bunun neticesi ne oldu?
Kaç kişi bunun üzerinden ona iman etti?
Hz. Salih'in devesi de bir mucize olarak geldi.
Peki onun sonu ne oldu?
O mucize deve hem Salih nebinin kavminden olan 9 haydut kişi tarafından kesildi ve hem de o mucize üzerinden ona tek kişi dahi iman etmedi.
Hz. Lut' un bulutsuz yağmur yağdırması, taşları konuşturması, otsuz dağda ot bitirmesi, kaya gibi sert cisimleri yumuşatması ve uzaktaki olayları görmesi gibi mucizelerinden dolayı da kimse ona iman etmedi.
Hz. İbrahim'in gösterdiği mucizesinde de halk onun, ateşin içerisinden sağ salim çıktığını gördü.
En azından birkaç kişinin ona iman etmesi gerekirdi.
Fakat kimse ona iman etmedi.
Peki sormak lazım:
Şu mucize denilen şeyin önemi nedir?
Örneğin, bir kimse bir mucize getirse, aklen ona milyonların iman etmesi gerekir.
Yani birisi, şayet ölüyü diriltecek, kanseri tedavi edecek ve pandemiyi yok edecek kadar bir güce ve azametli bir mucizeye sahip olur ise, elbette ki insanlar buna iman edecektir.
Çünkü insanlar hayrı seven varlıklardır.
Peki neden mucize sahibi enbiyaya iman etmediler?
Onlar mucize getirmediler mi?
Mesela önemli bir Kral öldüğünde, İsa'ya denilseydi ki gel bunu dirilt ve o da gidip onu diriltseydi ve yine o ülkenin halkına böyle bir mucizeye sahip olduğunu gösterseydi, acaba öyle bir durumda milyonlarca insan ona iman etmez miydi?
Dolayısıyla da o dönemdeki milyonlarca insan Mesihi olmaz mıydı?
Hz. İsa Mesih'e şunu deme hakkımız yok mu?
Ey Mesih. Şimdi sen hayatta değil misin? Gök yüzünde işinin adı ne? Sen insanların Mesihi olmasını, böylece de onların kurtulup cennete girmesini istemiyor musun? Milyarlarca insanın seni tanımadıkları için cehenneme girmelerine niçin göz yumuyorsun? Ayrıca Yahudiler de senin yolunu bekliyorlar, gelip onlara niçin nasihat etmiyorsun?
Şiiler diyorlar ki "İmam Mehdi hayattadır. O da mucize ve kerametlere sahiptir" vs..
Şu anda da kaybet dönemindedir.
Peki kaybet döneminde olsa dahi, şu an internet dönemi değil midir?
Bilmedik bir bölgeden çıkıp dese ki:
Ey insanlar. Ben beklenen Mehdi'yim. Bende mucizeler vardır. Yarın mesela saat sekizde İstanbul'da deprem olacaktır, ona göre orayı boşaltınız.
Ve şayet onun dediği saatte de deprem olsa, acaba dünyanın yarısı ona iman etmez mi?
Ya da dünyanın yarısı Şii olmaz mı?
Ya da İmam Mehdi (as), ilmi konulardan bir veya iki tanesinin sırrını söylese ve dese ki, örneğin kanserin ilacı şudur, pandemiyi yok etmenin formülü şunlardır.
Tıp adamları da bu formülü onun adına bulup ve onu deneyledikten sonra insanları iyileştirse, yine de imamın bu bilgisi milyarlarca insanı Şii etmez mi?
Öyle bir durumda, Şiiler tarafından: "İşte bu, Allah tarafından tayin edilmiş bir imamdır" denildiğine, insanlar gerçekten Şiilere teslim olmaz mı?
Peki, neden bu türden mucizeler yalnızca o dönemlerde gösteriliyordu da şimdiki zamanda gösterilmiyor?
Çünkü o dönemlerdeki insanlar cahil ve aklı gelişmemiş insanlardı ve onları kandırmak mümkündü.
Fakat şimdikilerin azı hariç, büyük çoğunluğunu kandırmak pek de mümkün olmuyor.
Yani ironi olsun diye söylüyorum:
Ey Nebiler. Siz yalnızca İsrailoğullarına onlarca mucize gösterdiniz, fakat buna rağmen İsrailoğullarının tümü Deccal oldukları için, sizin gösterdiğiniz o mucizeler üzerinden size iman etmediler. Şimdi de gösterin ki insanlar size iman etmiş olsunlar.
Hasılı, Hz. Muhammed (s) ile, artık mucize işi bitti. Halbuki müşrikler ondan da mucize istiyorlardı:
Rabbinden Muhammed'e bir mucize indirilmeli değil miydi (Ra'd:7)
Veya: "Öncekilerin (mucizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin" (Enbiya: 5) diyorlardı.
Kur'an da o müşriklere şöyle cevap veriyor:
Bizi, ayetler (mucizeler) ve peygamber göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. (Isra: 59)
Yani, "öncekiler mucizeleri inkâr ettiler diye biz sana mucize vermeyeceğiz."
Peki, geçmiştekiler ile bizim ne ilgimiz var?
Sen bize mucize göster, biz de o mucizeler üzerinden sana iman edelim.
Görüldüğü üzere Hz. Muhammed'e (s) neden mucize verilmediği ile ilgili öne sürülen delil, oldukça zayıftır.
Yani Kur'an: "Firavunların, Salih- Nuh ve Lut nebinin kavminin, nebilere verdiğimiz mucizeleri tekzip etmelerinden dolayı, artık stop deyip mucize göndermeyi yasakladık" diyor.
Açıkçası Kur'an demek istiyor ki, artık mucize diye bir şey yoktur.
Tek mucize Kur'an'dır.
Çünkü Kur'an, şayet "ayın parçalanması, miraç konusu, ağaç ve taşların tespihleri vs. mucizedir" deseydi, yani şayet mucize vardırsa, peki Kur'an neden mucizenin varlığın nefyediyor ve Kur'an'dan başka mucizeyi kabul etmiyor?
Diğer bir ifadeyle; Kur'an sarahaten diyor ki, öncekiler mucizeleri yalanladılar diye ben sana mucize göndermiyorum.
Kur'an'ın böyle söylemesine rağmen, İmam Ali'nin Nehcü'l-Belağa'nın 192'nci hutbesinde peygamberin bir ağacı ikiye yardığından ve mucize gösterdiğinden söz etmesi, akıl alır gibi değildir.
Burada ya Nehcü'l-Belağa'ya hurafe sokulduğunu kabul edeceğiz ya da Kur'an'ın bu ayetini başka türlü tevil edeceğiz.
Bence; peygamber ayı ya da ağacı ikiye böldü diyeceğimize, bırakalım da bir dağı ikiye bölsün.
Hatta günümüze kadar hac ziyaretine gidenler o ikiye bölünmüş dağı yerinde görüp; "işte bu da bizim nebinin mucizesidir" diye bakıp imanlarını artırmış olsun.
Öyle olduğu taktirde yalnızca Müslümanlar değil, gayri müslimler de Mekke'ye gelip o dağı öyle ikiye bölünmüş bir vaziyette bulduklarında, onlar da iman edip İslam dinine girsin.
9- Dedik ki imanın iki şartı vardır:
- Birinci şartı, onun akıl ile uyum içerisinde olmasıdır.
- İkinci şartı da ahlaksal olmasıdır.
Yani iman, faydalı bir şey olmalıdır.
Buradan hareketle diyebiliriz ki, mucizelere "iman" etmek, ne akıl ile uyum içerisindedir ve ne de ahlaksaldır.
Tam tersi mucizeye iman etmek, zararlıdır.
Daha açıkçası mucizeye iman hem insanın aklına hem de ahlakına zarar verir.
Zira mucizeye iman, Allah'ın canlı bir şekilde ve direkt olarak olaylara müdahale ettiğini kabullenmek olur.
Allah'ın bu şekilde direkt müdahalesi ise, O'na dayanmayı ve her şeyin O'nun iradesi doğrultusunda vuku bulduğunu kabullenmeyi gerektirir.
Yani insanın kanunlara ikna olmayıp, her şeyin Allah'ın irade ettiği için öyle olduğuna inanması olur.
İnsan şayet Allah'tan bir şey talep etse ve Allah da onun o talebini yerine getirmese, Allah'ı kusurlu görür.
Açıkçası onun, Allah'a olan beklentisi artar.
Örneğin, şuur ve sır tabii alemin özelliklerindendir.
Çünkü dini düşünce, sebeplerin müdahil olduğunu değil de "Allah'ın direkt müdahale ettiğini" kabullendiği için, insanoğlu sürekli itirazcı olur ve: "Allah'ım. Sen neden beni hasta ettin? Neden evladımı elimden aldın? Neden beni fakir kıldın? Neden falan işimi yapmadın vs." gibi şikayetlerde bulunmaya başlar.
Bu da Allah'a iman etmek için büyük bir tehlike oluşturur.
Yani örneğin insan 40-50 yıl sürekli isyan içerisinde Allah'a itiraz eder ve örneğin: "Sen bana neden özürlü bir evlat verdin?" der.
Şayet Allah, tabii kanunları yok edecek bir mucizeye sahip ise, peki şimdilerde neden milyonlarca insanın talebine icabet etmiyor ve onların kötü durumlarına iyileştirmiyor?
Oysaki önceki kavimlerin durumlarına müdahale ettiği iddia ediliyor.
Mucize hikayeleri içerisinde en önemli olanı, kimi Deccalların mucize işini istismar etmesi hususudur.
Yani bilirlerdi ki mucizeye inanan insanların aklı zayıftır.
Örneğin; hala dahi birçok isimler altında birçok cemaatler vardır ve bu insanların eşleriyle, geçimle ve insanlık ile sorunları vardır.
Birçokları şu mucize uydurmasıyla gidip cinayetler işliyor. Fuhuş yapıyor. Zina ediyorlar.
Sadece Müslümanlardan değil, diğer milletlerden de bu işleri mucize aldatmasıyla yapanlar olmuş ve hala da oluyor. Hatta orta çağlardaki Mesihiler arasında da bu konu meşhurdur.
Yani art niyetli Mesihiler, dağ ve mağaralara çekilip ellerine geçirdikleri kızları "ben Ruhü'l-Kudüs'üm" aldatması altında onlarla ilişki kurup, tecavüzde bulunuyorlardı.
Meryem'e gözüken Ruhü'l-Kudüs misali kendilerini o kızlara o şekilde telkin edip, onları kendilerine inandırıyor ve hamile bırakıyorlardı.
İnsanlar da o hamile bırakılan kızların Cebrail tarafından hamile bırakıldıklarına iman ediyorlardı.
Bu olaylar, binlerce kez tekrar etmiştir.
Zavallı kızlar, bu şekildeki hileler ile tecavüze maruz kalıp kirletiliyorlardı.
Yani, kendilerinin Allah tarafından çocuk sahibi olduklarını zannediyorlardı, fakat daha sonraları onun bir tuzak olduğunu anlıyorlardı.
Hasılı, şayet insan mucizeye iman eder ise, insanın tabiatı zayıf ve fazlasıyla da ihtiyaçları bulunduğu için sürekli sapıtıp gider.
Örneğin, İslam tarihinde de birçok "Mehdilik" iddiasıyla ortaya çıkanlar olmuştur.
Adam Mehdi olduğunu gizemli bir şekilde açıklamış, binlerce insanı etrafında toplamış ve binlercesini de ölümün kucağına itmiştir.
Daha sonraları da onun Mehdi ya da Mesih olmadığı ortaya çıkmıştır.
Bu olanların tümü, insanların akılları ile alay etmektir. Yani mucizeye inanmanın ilk sorunu, insana kendi aklını hafife almayı öğretmesidir.
Şayet insan aklına sahip olmaz ise, başkalarının alay konusu olur.
Hala dahi Türkiye'de Fetö ve Irak'ta Hasani, Yemani vs. gibi insanlar ortaya çıkıyor ve Mehdi olduklarını ilan ediyorlar.
Sonraları anlaşılıyor ki bunların tüm iddiaları yalanmış. O halde bizler aklımızı o türlerinin ellerine teslim etmemeliyiz.
10- Son olarak kısaca şunu söyleyebilirim ki, mucize olduğu iddia edilen bir şeyin, yalan ya da doğru olup olmadığını, kesinlikle tahkik etmek gerek.
Örneğin, bir olayı hâkim araştırdığı zaman, olayın faili olduğu düşünülen şahıstan birkaç soru sorar.
Şayet o şahıs olayı işlemiş ama yalanlarıyla inkardan gelen birisi ise, ona yapılan ters sorular ile yalancı biri olduğu derhal ortaya çıkar.
Hâkim, o adamdan örneğin şu soruları sorar:
Sen olay günü, mesela saat 10'da neredeydin?
O şahıs da faraza; "Ben o saatte lokantadaydım, olay mahallinde değildim" der.
Adam şayet çelişkili cevaplar veriri ise, hâkim onun suçlu olduğu kanaatine varır ve verdiği cevaplara inanmaz.
Çünkü yalan, birtakım şeyleri gerekli kılar.
Yani yalanıyla ilgili birtakım şeyleri malzeme yapması gerekir.
Örneğin, bu yalancı adam der ki, ben o saatte lokantadaydım.
Ona şöyle bir soru daha yöneltilir:
Peki sen lokantada kimleri gördün?
O da örneğin "Lokantanın sahibini gördüm" der.
Hâkim, lokantanın sahibini çağırtıp sorar:
Sen falan günü filan saatte lokantada mıydın?
O da "Hayır. Ben o saatte lokantada olmam, saat örneğin 12.00'de orada olurum" diye cevap verir.
Yine o olay ile itham edilen şahsa sorar:
Sen saat 10 00 da lokantaya gittiğinde müşteri var mıydı ve kaç kişi vardı?
O da der ki; "O saatte lokanta boştu, yalnızca lokanta çalışanları vardı."
Lokanta çalışanları da derler ki; "Hayır. Her gün o saatte lokantada 20-30 kişi müşterimiz oluyor ve yemek yerler."
Kısacası yalan, her zaman çürümeye mahkumdur.
Çünkü yalancı, hiçbir zaman yalanıyla ilgili malzemeleri hazırlayamaz.
Mucize de öyledir. Yani bir mucizenin yalan mı doğru mu olduğunu, onun malzemelerinden anlamak mümkündür.
Örneğin, Nuh nebinin tufanı konusunu ele alalım.
Nuh'un tufanı da bir mucizedir.
Fakat bu mucizenin yalan mı doğru mu olduğunu, onun malzemelerinden anlamak, şöyle mümkündür.
Birincisi şunu deriz:
Nuh'un bu mucizesi, acaba tüm dünyayı mı, yoksa yalnızca Nuh nebiye iman etmeyen bölgeyi mi kapsamıştır?
Şayet tüm dünyayı kapsamış ise, bu çok büyük bir sorun olur.
Şayet Nuh Nebiye iman etmeyen o bölgeyi kapsamışsa, o taktirde daha büyük bir sorun oluverir.
Şayet tüm dünyayı kapsamış ise, şöyle bir itiraz ile karşılaşılır:
Diğer milyonlarca insanların, bebeklerin, yaşlıların, medeniyetlerin, Nuh'un davetini duymayanların, hayvanların, bitkilerin suçu neydi?
Bu "tufan mucizesi" onları niçin helak etti.
Yani Nuh nebinin yaşadığı şehirdeki 50-100 bin kişi ona iman etmedi diye, tüm dünya neden kusurlu muamelesine tabi tutuldu?
Bütün yer yüzünü helak etmenin anlamı nedir?
Bunu böyle yapmak, akil ve hekim birinin işi olur mu?
Hatta mecnun biri dahi bunu böyle yapar mı?
Şayet denilse ki hayır, yalnızca "tufan mucizesi" Nuh'un bulunduğu bölgeyi kapsamıştır.
O taktirde bu görüş, Kur'an ile uyum içerisinde olmuyor.
Zira Kur'an diyor ki,
İnsanlık aleminin tümü Nuh'un soyundandır.
Yalnız onun (Nuh'un) soyunu sürekli kıldık" (Saffat: 77)
Yani tüm alem öldü, bir tek Nebi Nuh'un soyu devam etti ve sizler de onun soyundansınız.
Kur'an bunu açıkça söylüyor.
İkincisi; şayet tufanın kuşattığı bölge Nuh Nebinin bulunduğu bölge ile sınırlı ise, o taktirde afat suyunun dağın tepesine çıkmasına ne gerek var?
Yani su, bir bölgede ne kadar fazla olur ise, dağın tepesine çıkmadan hızlı bir şekilde aşağılara ve deniz tarafına doğru akıvermesi güçlü bir ihtimal olur.
Zira suyun yükselerek çıkıp dağın tepesine ulaşması zordur.
Dağın tepesine çıkması için, suyun her tarafının dağlar ile çevrili olması gerekir.
Üçüncüsü: Şayet bu "mucize tufan" belirli bir bölge ile sınırlı ise, o taktirde dünyadaki o kadar hayvanlardan birer çiftini toplamaya ne gerek vardır. Zürafalar, gergedanlar, filler vs.
Yani şayet bölgesel bir tufan ise, diğer bölgelerdeki tüm hayvanlardan bir çift alıp gemiye yüklemeye gerek kalmaz.
Ayrıca tüm hayvanlardan bir çift almak, bir milyon adeti bulabilir.
Çünkü, yer yüzündeki bir tek koyun cinsi, elli çeşidi bulmaktadır, diğer hayvan türlerini de siz düşünün.
Böcekler ve kuşlar da öyle.
Ayrıca Nuh Nebinin gemisi ahşaptan yapılmış bir gemiydi.
En fazla 50-70 metre uzunlukta olabilirdi.
Çünkü fazla uzun olursa, ahşap gemi parçalanıverir.
Yani ahşaptan yapılan bir gemi, günümüzdeki metal malzemelerden yapılan gemiler gibi güvenli değillerdir.
Adamlar çelik ve demir gibi metalden yapılan tanker gemiye 1 milyon ton petrol yükleyebilirler.
Fakat odundan olan bir gemi, en fazla 50-70 metre uzunluğunda olabilir.
Şayet fazla uzun olursa parçalanıp dağılır.
Şayet tufanın tümünün mucize ile gerçekleştiğini söyler isek, o taktirde mucizenin gemiye de ihtiyacı kalmaz.
Yine şayet mucize ile olur ise, o taktirde hayvanlar tufanın etrafında dolaşır ve tufan geçtikten sonra da hayatlarını devam ettirip giderler.
Artık Hindistan'dan Fil, Afrika'dan Gergedan ve Arslan, Avustralya'dan Kanguru vs. getirmeye de gerek kalmaz.
Mademki tufan alanı sınırlıdır, o taktirde tufanın olduğu bölge dışında tavaf edip dururlar.
Tufanın 40 gün sürdüğü de söyleniyor. Peki bu 40 gün zarfında o hayvanlar ne yaptılar ve ne yiyip içtiler?
Onlardan kimisi otçu kimisi de etçi hayvanlardı.
Avcı olanları da vardı av olanları da.
Tekrar sormak lazım, acaba bunlar bu 40 gün zarfında oruç mu tuttular?
Etçillerin ot yediklerini kabul etsek dahi, peki onlara o kadar ot nereden tedarik edildi?
Yine 40 gün oruçlu olduklarını farz etsek dahi, tufan sona erip gemi karaya oturduktan sonra tüm bitkiler öldükleri için, acaba o hayvanlar yiyeceklerini nereden temin ettiler. Yani yer yüzünde hayat olmadığı için, onlar nasıl hayatta kalmayı başardılar?
Ayrıca bu kadar işlere ne gerek vardı?
Şayet Cenab-ı Hak, Nuh nebiye iman etmeyenleri öldürüp, bir tek iman edenleri sağ bıraksaydı olmaz mıydı?
Dolayısıyla ne mucizeye ve ne de tabiata yerleştirilen kanunları yok etmeye hiçbir gerek kalmazdı.
Yine Nuh nebi ve adamlarının o gemiyi yapmak için 50 yıl çalışmasına gerek olur muydu?
O kadar malzeme, takım, edevat vs. ye ihtiyaç kalır mıydı?
Ya Rab. Sen o gemiyi de bir mucize olarak var edip onların eline veremez miydin?
Kısacası bu işlerin tümü de hikmetullah'a aykırı işlerdir.
İslam düşünürlerinin dedikleri gibi, "Allah, evrendeki düzeni, belirli sebepler üzerinden yürütmektedir."
Dolayısıyla, mucizeye inanmakla, kendi aklımız ve diğerlerinin aklıyla alay etmek doğru değildir.
Hz. Musa gelmiş ve sihircileri alt ederek onları gerçekte yok etmiştir.
Fakat maalesef "mucize" adı altında hayalciler tarafından kendisi de bir sihirbaz oluvermiş.
Bu doğru değildir.
Gerçek şu ki, Musa'nın beşere verdiği en önemli hizmetlerden birisi, akıl dışı olan sihir meselesini yok etmesi olmuştur.
Fakat bizler mucizeler nispetinde bulunarak yeniden onu sihirbaz yapmışızdır.
Kısacası Allah, kendisine akıl üzerinden iman etmemizi ister, fakat bizler, mucizeler üzerinden ona iman etmek istemiş ve onlar ile aklımızı dondurmuşuz.
Örneğin İmam Ali, Abuzer, Hatice, Cafer tayyar, Hamza, vs. gibi akil insanlar, peygambere mucize üzerinden iman etmemişlerdir.
Onun doğru ahlakı üzerinden ona teslim olmuşlardır.
İmam Humeyni de inkılap yaptığında, kendisini milyonlarca insan onaylamasına rağmen, "Ben mucize getirdim ve nebiyim" dememiştir.
Milyonlarca insan onun yolunda savaşmış, ölmüş ya da öldürmüştür.
Irak'taki Haşdi Şa'bi de öyle. Seyyid Sistanî'nin bir küçücük fetvası ile yüz binlerce insan harekete geçmiş ve hiç birisi de ondan bir mucize beklememiştir.
Baktılar ki onun sözleri akıl, fıtrat, vicdan ve ahlaki değerler ile uyum içerisindedir ve yine terörün karşısındadır, bundan dolayı ona iman edip harekete geçtiler.
Oysaki İsrailoğulları yüzlerce mucize görmelerine rağmen iman etmediler.
Dolayısıyla Allah bizlerden akıl üzerinden iman etmemizi talep etmektedir. Mucizeler ise aklın zıddınadır.
Bundan dolayıdır ki Allah, mucizeler üzerinden iman etmemizi istememiş olacak ki, Kur'an'da onu bizim peygambere verdiğinden bahsetmemiş ve Müslümanlar için mucizenin yalnızca Kur'an olduğunu söylemiştir.
Son olarak şunu da söyleyeyim ki, Kur'an'da enbiya ile ilgili zikredilen mucizelerin her birisi, aslında birer şifredir.
Bu şifreleri çözen gayri müslimler varken, Müslümanlar hala dahi bunları birer hikâye türünden kabul edip, o şekilde anlatmaktalar.
Oysaki örneğin Kur'an'da geçen Ebrehe hikayesindeki "Ebabil" kuşları, günümüzdeki gayri Müslimlerin elinde birer "İHA" şeklini almış ve o kuşlara benzer İHA'lar ile, Müslümanların kafasına bomba yağdırmakta ya da elektronik cihazlardan imal ettikleri o kuş şeklindeki aygıtların kafasına kamera yerleştirip düşman gördükleri Müslümanların mevzilerini keşif için kullanmaktalar.
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish