Dünyadaki tüm ülkelerin 3 tür çıkarı vardır;
Birincisi, ister kendi bölgesinde devletin ister devleti yöneten hükümet sisteminin hayatta kalmasıyla ilgili olan stratejik çıkardır.
İkincisi, halkın yaşam döngüsünü yürütmeyi de içeren ekonomik nitelikteki maddi çıkardır.
Üçüncüsü, diğer ülkelerin ülkeyi hak ettiği ciddiyetle ele almasını sağlayan itibardır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bir bütün olarak çıkarların, uzun bir geçmişi olan ülkelerde biriken coğrafi ve tarihi kökenleri vardır.
Bu ülkelerde savunma gelenekleri, saldırı ile potansiyel rakiplerle güç dengesini korumaya yönelik gelenekler zamanla, vakit geçtikçe oluşur.
Her zaman insanın anne ve babasını seçme şansının olmadığı söylenir, ülkelerin de komşularını seçme şansı yoktur.
Bu çıkarlar birbiriyle çatıştığında bir çıkmaz ortaya çıkar ve bütün bunlar, çağdaş imajı birtakım özelliklere sahip olan İran için de geçerli.
Bu özelliklerden birincisi, Tavus Kuşu Tahtı rejimini, direniş ve şehitlik çağrısında bulunan, dine ve ilahi çağrılara dayalı ideolojik bir yaklaşımla değiştiren devrimci bir devlet olmasıdır.
İkincisi, Velayet-i Fakih’e dayanan siyasi sisteminin, Devrimin Dini Lideri için imam imajının neredeyse mutlak liderlik ile karıştığı özel bir statü yaratmasıdır.
Üçüncüsü, İran tarihinin, kendi bölgesinde emperyalist uzantıları veya dünyadaki egemen imparatorluklara meydan okuma gücü olan seçkin bir konumda bulunduğuna tanıklık etmesidir.
Dördüncüsü, devrimden 45 yıl sonra bu uygulamanın, İran halkında devrim ve direniş dönemi uzadığında ve dışarısı, içerinin önüne geçtiğinde, kuşatma ve yaptırımlara yol açtığında oluşan hoşnutsuzluğu doğuran bir yorgunluk yaratmasıdır.
Sayın Hasan Nasrallah'ın sert bir darbe olan suikastından bu yana geçen kısa dönem, Dini Lider Ali Hamaney, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ve ekibi Muhammed Cevad Zarif ile Abbas Arakçi ve ardından Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi’nin mesajları da dahil olmak üzere İran rejiminin çeşitli yetkililerinin hızlı siyasi ve diplomatik aktivizmine tanık oldu.
Bundan daha fazlası olduğuna şüphe yok, ancak İran'ın çıkmazı, İsrail'in nükleer fizikçilere ve Hamas hareketinin lideri İsmail Heniyye'nin onların koruması altında suikasta kurban gittiği güvenlik servisleriyle ilişkisi olanlara yönelik seçici suikastlar yoluyla iç cephesine sızmaya başlamasıyla birikmeye başladı.
Hasan Nasrallah ve bir grup Hizbullah liderinin yanı sıra, Suriye ve Lübnan'da Devrim Muhafızlarının bazı unsurlarına yönelik suikastlar gerçekleştiğinde, sızmanın boyutunun daha da genişlediği, konunun devlet ve takipçileri içindeki güvenlik ihlalinin boyutunu, niteliğini araştırmak için bir şekilde harekete geçilmesini gerektirdiği ortaya çıktı.
Ancak çıkmazlarda, devletin bekası, rejimin bekası ve sayısı 92 milyona yaklaşan, çok etnikli bir halkın işlerinin yürümesi için gerekli olan çıkarların bekası arasında çıkarlar çatıştığında, İran'ın İsrail'e misilleme amaçlı saldırı düzenlemesi gibi bir hamle, göreceğimiz gibi, çıkmazı zorlaştıran büyük bir baskı yaratır.
İran’ın saldırısı, kendisinden önceki saldırılardan farklıydı; balistik füzelerin kullanımı, İsrail'de somut kayıplara neden oldu; bu da İsrail'de hemen gücünün ve etkisinin boyutunu kimsenin bilmediği bir karşı saldırı düzenleme niyetini doğurdu.
Kaldı ki İsrail'in Lübnan'daki "çağrı cihazları" saldırısından Hasan Nasrallah ile onun üst düzey yardımcıları ve haleflerinin öldürülmesine kadar olan bu aşamadaki saldırı sicili, İran'ın bir sonraki saldırının tam olarak nasıl olacağını bilememesine neden oluyor.
Bu nedenle İran açısından bir an için uranyum zenginleştirme döngüsünü hızlandırma ve nükleer bomba üretme noktasına yaklaştırma tehdidi caydırıcı olabilirmiş gibi göründü.
Ancak saldırı ve nükleer bomba tehdidi ABD'yi çatışmanın tam ortağı haline getirdi. O da bölgedeki askeri varlığını artırdı ve İsrail'e Amerikan cephaneliğindeki en yeni füze savunma sistemini tedarik etti.
Ayrıca İran petrol enerjisine yönelik daha fazla yaptırım kararı imzaladı ve bazı Avrupa ülkeleri de bunu destekledi.
Baskı, İsrail saldırısının "makul" olmasını ve petrol ya da nükleer tesislere yaklaşmamasını sağlamayı amaçlıyordu. ABD'nin caydırıcılığı, İsrail'in saldırısına İran'ın vereceği yanıtın da "makul" olmasını, böylece bu noktadan sonra ateşkesin sağlanmasını, Gazze ve Lübnan'da ateşkes müzakerelerine dönülmesini hedefliyor.
Ancak bu, maddi çıkarlarının yanı sıra İran'ın prestijinin ve direnişin itibarının da zedeleneceği anlamına geliyor.
Nitekim yeni bir suikast korkusu, Dini Lider’in başka bir güvenli yere nakledilmesine yol açtı.
İran'ın şansına, Beşinci Gazze Savaşı öncesindeki dönemde Arap ülkeleriyle ilişkileri iyileşmişti.
Bu durumda Arap ülkeleri çıkmazdan çıkması için İran'ın elini tutan mı olacak, yoksa bölgesel bir savaşı körükleyen güçleri durduracak hiçbir şey yok mu?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.