Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'ndan Habertürk'te katıldığı programda açıklamalarda bulundu.
Davutoğlu'nun açıklamasından öne çıkan başlıklar şöyle:
AK Parti şu anda 22 yılı tamamladı. Bunun ilk 8 yılında takriben Başdanışmandım, ikinci yarıda Başbakandım. Son 8 yıldır ben görevde değilim. 8 yıldır ben yokum. Türkiye'nin Afrika açılımdan bahsedilince sayın Erdoğan'ın büyük başarısı olarak nakledilir. Sayın Gül ve benim de ortak dönemim. Ama bir şey eleştirilirken 'Davutoğlu'nun dönemi var ya' deniyor. Ben eleştirilerden çekinmedim. Hiçbir gazeteci benim dönemimde Başbakan iken, Dışişleri Bakanı iken 'Şu soruları sorabilirsiniz, şu soruları sormayın' diye bir yönlendirme yapılmamıştır. Böyle bir uygulama hiçbir zaman olmadı. Hiçbir zaman yerli ve yabancı basın mensuplarına 'şu soruları sordurmayın' dememişimdir. Davutoğlu'nu eleştirirken Türkiye'nin onurunu kırmamak lazım. Beni eleştirin ama Türkiye'nin onurunu koruyun. Suriye ve diğer alanlarda öyle bir an geliyor ki, beni eleştirirken Türkiye'nin itibarını zedelemeye dönük noktaya geliyor. Beni eleştirirken bütün Türkiye Cumhuriyeti devletinin ortak hareket ettiğini unutmayın.
"Bir iki ay içinde akademiye dönecektim"
Başdanışman iken katkım, politika oluşturmak, strateji geliştirmek sayın Başbakanımıza, sayın Cumhurbaşkanımıza bunları sunmak. Çarpıcı örneği Irak'a komşu ülkelerin toplanması. Fikir bana aittir, doğru. Ama siyasi irade ortaktır. Devletin bir ahlâkı ve geleneği var. Devlette sorumluluk üstlenenler bir saldırı geldiğinde göğsünü siper edebilmeli. Sayın Erdoğan'a gelen saldırılarda ben göğsümü siper ettim. Halid Meşal'in gelişinden haberim yoktu, ama hiçbir zaman 'haberim yoktu' demedim. Planlanıyordu, erken geldi. Sayın Başbakan'a dönük baskı gelmesin diye bir şey söylemedim. Ertesi gün Türkiye'nin amiral gemisi olduğu söylenen gazete 'Terörün Arkasından da O Çıktı' manşeti çıktı; yani ben. Beni ve Halid Meşal'i terörist ilan edilmişti. Ben her türlü kendimi feda edebilirdim. Birkaç yıl sonra akademiye dönmeyi düşünüyordum. Eğer AK Parti'ye dava açılmasaydı bir iki ay içinde ayrılacaktım. Sayın Başbakanımıza gidip 'Bu bir savaştır ve savaşta sizi yalnız bırakmam' dedim ve kaldım.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bu vakayı Çırağan'da değil Bağdat'ta yaptık.Başbakanımızın Irak ziyaretinde yapıldı. Şu anda dünya kaynıyor. Yurt dışıyla sürekli temas halindeyim. Gönül ister ki geleceği konuşalım. Tarih 2007, Dağlıca baskını olmuş, Kasım ayı. Türk-Irak ilişkileri krize girmiş. 2007 Aralık'ta Kerkük referandumu planlıyor. Cumhurbaşkanı Talabani 'Bir kediyi bile vermem' diyor. Askerlerimiz şehit edilmiş, Talabani bir anlamda 'PKK'lıları vermeyiz' diyor. Kerkük'te referanduma gidilecek. TSK 21 Şubat'a Kuzey Irak'a girdi. Ben Beşar Esad'la gizli bir toplantı için Suriye'ye geçtim. Türkiye'de MGK toplantısı var. Peşmerge ile Türk askeri silahları çekecek halde karşı karşıya gelmiş durumda. Kesinlikle sayın Erdoğan, ben, Beşir Esad, Velid Muallim, Olbert ve Turkomani vardı. ABD bunu bloke etmek için her şeyi yaptı. ABD'de Neoconlar görevdeydi. Suriye'yi 'şeytan ekseni' olarak görüyordu.
Esad'la görüştükten sonra Zeynebiyye'deydim. Telefon geldi Türkiye'den. Türk askeri peşmerge ile çatışmaya girecek kadar yakın. Sayın Başbakanımız, Genelkurmay Başkanımız rehmetli Büyükanıtla içeride toplantı yapılıyor. O günkü gazetelerde 'Erbil'i bombalayalım' diye başlıklar atılıyordu. Benim korkum Türk-Kürt çatışması çıkması, Irak ile Türkiye arasında çatışma riski var. 26 Şubat'ta Bağdat'a gittim. Talabani ile başbaşa görüştük. Ona çok net mesaj verdim; Türkiye asla PKK'ya taviz vermez. Askerimiz girdiyse net tavır alacaksınız. Kerkük referandumu sizin şartlarınızda yapılmaz. Mesud Barzani'ye iletilmesini istedim 'Türkiye Kürtlerle çatışmayı istemez ama askerimize silah çekilirse karşılık verilir'. Talabani'ye dedim ki 'PKK konusunda adım atarsanız tarihin görmediği adımı sizinle atacağız' dedim. 29 Şubat'ta askerimiz salimen geri çekildi. 7 Mart'ta Talabani Ankara'ya geldi. Irak'la Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi böyle gerçekleştirildi. Vardığımız nokta şuydu Kerkük'te Yüzde 30, Yüzde 30, Yüzde 30 olsun, yüzde 10 hristiyanlar olsun...
Asker Talabani'nin gelişine karşıydı. Temmuz ayında sayın Erdoğan'la gittik. Bütün bakanlarla kabineyi topladık ve 52 anlaşma imzaladık. Bu anlaşmayı Maliki ile imzaladık. Maliki yakın dostumuzdu. Irak'a hep şunu tavsiye ettik, Şii, Kürt partisi ayrımlar yerine koalisyonlar olabilse. Irak üçe bölünüyor; Şii, Sünni, Türkmen, Kürt Irak diye parçalanıyor. Hatta Allavi Mısır darbesi sonrasında bize gelip de Türkiye İhvan'ı destekliyormuş gibi argüman söyleyince 'Sen seçimleri kazandığın için arkandaydık, sen sünni miydin?" diye sordum. Bizim için demokratik olarak seçimi kim kazandıysa onu desteklemek önemlidir. Bana saldırmak adına Türkiye'yi İvancılıkla suçlayanlar var. Türkiye'nin politikası hiçbir zaman sekteryan, mezhepçi ve etnik temelli takip edilmedi. Maliki ile olan sıkıntı neydi? Allavi cesur girişimde bulundu, sünni partilerle işbirliği yaptı. Sünniler de Allavi'yi blok başkan olarak kabul etti. Böylesine bir gelişmeyi Irak için sağlıklı bulduk.
Amerika ile İran'ı herşeyde karşı görüyorsunuz değil mi? Bu mezhepleri aşan siyasi birliği İran-ABD işbirliği engelledi. O zaman Clinton ve ABD ile sert tartışmalar yaşadık. Mesele Maliki meselesi değildi. 2009'da Maliki ile Esad savaş noktasına geldiğinde, Esad'a gidip, Maliki'den aldığım verilerle savaştan aldık iki ülkeyi. Ama İran ve ABD, Irak'ın mezhep temelli bölünmesini istedi. Peki Allavi'nin ortakları kimdi? Benden birileri savaş çıkartan, ülkelerin içini karıştıran, kan dökmekten hoşlanan perde gerisi adam çıkarmaya çalışıyor. Ben nereye gitsem barış götürdüm. Irak'ta ne zaman sünni-şii krizi olsa aranıp 'ne olur gelin' denmiştir. Maliki İran-ABD desteği ile seçimi kaybettiği halde iktidarda tutuldu. Sayın Başbakanımızla telefon konuşmasında çok nahoş bir şey geçti aralarında. Maliki'nin nezaketsiz tutumu üzerine olaylar gerildi. Bu özel bir şey. Bazen şahsi şeyler etkili olabiliyor. Şimdi Davutoğlu'nun bir paradigması var. Ben bunu ülkeme verdim. Hata yaptıysam bana aittir. Hata yaptığımı kabul etmeseydim AK Parti'den ayrılmazdım.
Benimle oluşan algının temel algının sebebi 1 Mart tezkeresine gider. Ben akademisyendim. Verdiğim bir söz vardı 'ihtiyaç varsa emrinizdeyim ama asla siyasete girmem' dedim. Irak müdahalesi gündemdeydi. O zamanki Başkan Bush'tan sayın Başbakanımıza gelen mektup, İskenderun açıklarına ABD askerin girmesini öngörüyordu. Benim tavrım netti, asla taraftar olmadım. Onlar geçiş beklerken, alternatif politika geliştirdik. Bölgeye gittik. Kamuoyu bilmez; ilk defa Beşar Esad'la görüşmek üzere gizli bir şekilde Suriye'ye gittim. Sonra İstanbul'da Komşu Ülkeler Zirvesi yaptık. Bu Türkiye'nin eksen kayması olarak görüldü ve bana mal edildi. O zaman Türkiye'nin amiral gemisi gazetesi 'Hoca okula dön' diye başlık attı.
Vefat etmiş bir rahmetli siyasiye Türkiye'de görev yapmış Amerikalı'nın yaptığı görüşme istihbarat notu olarak bana geldi. Bu Amerikalı 'Bir an önce siyasi parti kurmak için hazırlık yapın' diyordu. Bunun üzerine bir Türk yetkili 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi üzerine bir ifade kullanır, benim için 'Ortadoğu'nun en tehlikeli adamı' denir. Çak'ın sebebini 50 bin kere anlattım. Herkesin kutlama yöntemi var. O gün benim torunum doğmuştu. Bütün Arap bakanlar sarıldı. Hillary Clinton 'Ben de torun bekliyorum' dedi ve çak yaptık. Ben Türkiye'nin adamıyım. Toros dağlarında doğan Müslüman Türküm. 1 Mart tezkeresi döneminde verdiğim mücadeleyi herkes bilir. 7,5 yıl Başdanışmanlık yaptım. 2005 Kasım'ında Iraklı sünni liderleri İstanbul'da toplamıştık. Biz 'cihat edeceğiz' denilen toplulukları topladık ve tek tek getirdiğimiz aşiret liderlerini seçime girmeye ikna ettik. Amerikalılar şunu fark etti 'Türkiye devrede olduğunda çözüm bulan ülke'. 1 Mart tezkeresinde de doğru yaptık, sünnileri seçime sokarken de doğruyu yaptık.
"Arap Baharı Amerikan tesirinde çıkmadı"
Bizim Irak'la ilgili perspektifimiz vardı ve bugün de olmalı. Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak, Kürtleri bir rakip ve düşman gibi görmemek. Türkiye'yi Kürtlerle savaştırmak isteyen oyunları bozdum. Türkmenlerin haklarını yok edecek referandum hala Kerkük'te yapılmadı. Üstenci davranmış olsam Beşar Esad, İsrailli görüşmeler için tek yetkili olarak beni görür müydü? Gazze'de ateşkesi biz yaptık, 2009 başıydı. O savaş 22 gün sürmüştü. 7 günümü Kahire ve Şam'da geçirdim. Türkiye düşmanı Sarkozy 4 Ocak'ta sayın Erdoğan'ı aradı. 'AB dönem başkanı olarak Suriye'ye gideceğim ve ateşkesi sağlamaya çalışacağım. Bizim Hamas'la görüşmemiz mümkün değil. Sizin Başdanışmanınızı bizim heyete gönderir misiniz?' dedi. 6 Ocak'ta salona girdiğimde tarihi bir sahnedir. Ülkem adına gurur duyarım. Salona girdiğimde Beşar Esad ve Sarkozy oturuyor. Girince 'nereye oturmamı uygun görüyorsunuz' dedim. Sarkozy 'müzakereyi yürüten bir ülkenin baş danışmanı bizim heyette oturacak' dedi. Esad da 'o bizim kadar Suriyelidir, bizim heyette oturacak' dedi.
Maliki Başbakan, patlamalar oluyordu. Maliki 'Bütün patlamanın arkasında Suriye var' dedi. 'Bana 1 hafta süre verin, ne olur Suriye ile Irak'ı karşı karşıya görmek istemiyoruz' dedim. Mezopotamya Birliği kurmak istiyorduk. Başdanışman olarak 'Büyük Ortadoğu projesi' lafını hiç kullanmadım. Kavram olarak kullanılmasını hiç istemedim. Büyük Ortadoğu projesi Neoconların projesiydi.
Arap Baharı Amerikan tesirinde çıkmadı. Arap Baharı, İsrail karşısında onuru kırılmış, ki o sene kriz var, genç işsizler sokağa dökülmüştü. 90'lı yıllarda Avrupa'da gerçekleşen demokratik dönüşümün Arap dünyasında da olması gerekiyordu. Arap gençleri sokağa döküldü. Kendini yakan Arap gencini Amerikan ajanı olarak göremezsiniz. Suriye'de reform isteyen insanları terörist olarak göremezsiniz. Bir gün imkanım olursa 2013'ü yazacağım. 2013 Arap Baharı'nın aksını değiştirdi.
Amerika'nın Ortadoğu'da 'en tehlikeli' adamı sonra 'Amerika'nın adamı' diye lanse etmeye kalkarsanız. Demokrasi ihraç etmek bizim görevimiz değil. Hiçbir ülkenin iç işlerine biz karışmadık. Kendileri talep ettikçe. Liderler bizden bir şey talep ettiğinde doğru bildiğimizi gidip söyleriz. Bizden sonra da çok şey değişti gelişti dünyada. O günkü şartlar içinde doğru bildiğimizi yapmaya çalıştık. Tunus'ta yeni hükümet olduğunda destekledik. Mısır'da demokratik yolla seçildiğinde destekledik. Bahreyn'de arabuluculuk yaptım. İran orada demokrasiyi savunuyordu. AB nasıl gelir 'şöyle olsa iyi olur' denir. Bizim de ülkelere dostane tavsiyemizden başka bir şey olmadı. İran ikili davrandı ama Türkiye hiçbir zaman ikili davranmadı.
2013'de DEAŞ çıktı. Nerede çıktı? Amerikan hapishanelerinden çıktı. Ali Debbağ anlatmıştı bana. Hapishaneler bir gece boşaltıldı Amerika'da. Hükümet hiçbir şey yapmadı. Kriminal tipler çıktı. Irak'ta, Musul'da sünni Araplara ve Kürtlere karşı. Sonra Suriye'de Esad'la savaşmadı. İŞİD'in Esad'la meselesi yoktu. İran kimyasal kullansaydı, yeri göğü inletirlerdi.Suriye 2013'te kimyasal silah kullandı, hiçbir şey yapmadılar. Çünkü Amerika için ne kadar zayıf Suriye o kadar iyi Suriye. Mısır'da süreç içinde herkese tavsiyemiz şu oldu; geçiş sürecinde aday gösterilmemesi. 2012'de oldu bu. İhvan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimine girmemesi gerektiğini söyledim.
"Libya'ya müdahaleye karşı çıktık"
Bazı şeyler var ki politikanız doğru olsa bile bazı faktörler değişince etkisini göstermeyebilir. Suriye ilişkilerimizde açık ifade edeyim, benim en fazla önem verdiğim ilişkilerdir. İlk gizli ziyaretimi Suriye'ye yaptım. Yeni hükümetiz, ABD Suriye'yi 'şeytan ekseni' kabul etmiş. Dolayısıyla Türkiye-Suriye'nin resmi temasları sıcak karşılanmıyordu. O ziyarette hem Beşar Esad hem Faruk Şara ile uzun konuşmalar yaptık. Onlara şunu söyledim 'Türkiye'de yeni hükümet var, biz sizinle en yoğun ilişkileri kuracağız'. O zaman da Esad sünni değildi, Suriye'de demokrasi yoktu, Baas rejimi vardı. Şunu görmemiz lazım; Suriye ve Irak sömürge yönetimleri tarafından devredilirken azınlıklara devredildi, bunu görmemiz lazım. Bu bilinçli politika. Suriye'de Nusayri azınlığa yönetim verildi. Bu sömürgeciliğin taktiğidir. Suriye'de zamanla bir yapı oluştu. Irak'ta Saddam bütün kadroları sünnilerle ve Araplarla doldurdu. Suriye'de de Hafız Esad bütün yöneticileri oranın istihbaratının, ekonomisinin ve ordusunun yüzde 85'i Nusayri'ydi. Bunu mezhepçi saikle söylemiyorum.
Biz Suriye'ye 'Siz sünni olun, demokrat olun' demedik. Beşar Esad kendi halkı barışık iken Türkiye'yle hiçbir sorunu olmadı. Iraklı, Mısırlı talep ettiğinde doğru oluyor da Suriye halkı talep ettiğinde olmuyor mu? Suriye'yi bu dalganın dışında tutmak istedik. Libya'da Kaddafi'ye müdahaleye de karşı çıktık. Sonuna kadar Kaddafi'yi ikna etmeye çalıştık. Bingazi ve Misrata'yı topa tutunca... Bir devlet kendi halkını havadan bombalamaz. Kim yaparsa zalimdir. Bizim bu konuda tutarlı olmamız lazımdır. Sudan'da da elimizden geleni yaptık. Şu anda da birtakım çalışmalar yapıldığını biliyorum. Libya'ya müdahaleye karşı çıktık. 4 ülke arasında telekonferans oldu, ABD, İngiltere, Fransa ve biz. Mart veya Nisan 2011. O zaman söylediğim bir şey var 'Aynı şekilde Suriye'ye müdahale ederseniz bilin ki bizi karşınızda bulunsun'. Bir hafta içinde Libya'dan 25 bin kişiyi tahliye ettik. Bu devlet gücüdür. Tek bir Türk kalmayıncaya kadar; hatta diğer ülke vatandaşları.
Pozisyonumuz netti. Suriye ile 4 Nisan'da görüşmemiz oldu. Hatta Şubat ayında dostluk baraj açılışı oldu. O zaman sayın Erdoğan da vardı, oturup konuştuk. 'Bu dalga vurmasın Suriye'ye' dedik. Bir yerde zulüm varsa muhalefet olur. Irak'la sorun çözülsün diye onlarla Amerikalıları bir araya getirmeye çalıştık. Suriye'de de rejimle muhalifleri bir araya getirmeye çalıştık. Suriye dediğiniz rejim kendi muhalefetini üretmiş. Hama'da, Humus'ta yapılan katliamlar tekrar edilmişse muhalefetin doğması normal değil mi?
4 Nisan'da ben gittiğimde, sayın Erdoğan'la gittiğimizde hep şunu söyledik 'Ordunu kullanma ne olur! Biz sana polis ekipmanı verelim, biber gazı verelim' dedik. 'Tamam' dedi, gönderdik ekipmanları. Ramazan ayı nasıl geçti Suriye'de. Hama'da yer yer üstünde kalmamıştı. Böyle bir rejim bizim yanıbaşımızda. Mültecilerin gelmesinin sebebi kendi rejiminin bu baskıları uygulaması. Türkiye müdahale falan etmedi. 'Sınırlarımızdan 5 km. derinliğine kadar bölge oluşsun, mültecileri Türkiye'ye almayalım' dedim. O zaman kabul görmedi. Türkiye, Suriye'nin içine müdahale etmedi.
Esad orada kaldı ama Suriye yerle yeksan oldu. Bugün bu olayların sorumluları karşısında, bizimle çalışmayı kabul etmeyen İran var. Suriye ve Esad bugün zayıftır. Türkiye'nin AB perspektifi vardı, yükselen prestiji vardı. Esad'la Türkiye ile yürümek istiyordu. İran, Suriye'nin yapısını korumasını istedi. Biz kuvvetli, bölünmemiş ve halkıyla bütünleşmiş Esad istiyoruz dedik. Kimyasal silah kullanılmış. Geçen bir sosyal demokrat arkadaş 'Suriye'de niye halk ayağa kalktı' dedi. Çok basit cevap verdim: 'Şimdi anayasaya AK Parti ve Cumhur İttifakı dışında hiçbir parti kurulamaz dense ne dersin? dedim. 'Ayağa kalkarım' dedim. Suriye'de de bu böyle.
"Suriye'yle ilişkilerin kesilmesi benim kararım değil"
Elimizden geldiği kadar Suriye rejiminin böyle bir sonuçla karşılaşmaması için yardımcı olmuştuk. Suriye ile ilişkilerin kesilmesi benim kararım değil. Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaati neyse onu yaptım. Şam'a sayın Gül'ün mektubunu sayın Erdoğan'ın sözlü mesajını götürdüm. Sayın Erdoğan'ın mesajı şuydu: Kardeşim Suriye büyük riske gidiyor. Ramazan günü camileri bombalamayın, şehirleri yerle bir etmeyin. Ordunuzu halkınıza karşı kullanmayın. Bizim üzerimizde mülteci baskısı oluşturmayın. Kendi halkınızla barışın. Uygun gördüğünüz muhalefetle oturun, konuşun...
2011'de komutanların çoğu Nusayri olduğu için orta düzeyli sünni komutanlara operasyon emri verdi. Onlar da kendi köylerine operasyon yapmaktansa silahlarını alıp kaçtılar. O Özgür Suriye Ordusu oldu. Sayın Cumhurbaşkanımıza ve sayın Başbakanımıza rapor etmiştim Şam dönüşünde. Hama gözlemlerini değerlendirdik.Beşar Esad'ı destekleyen gruplar Halep'i ve Şam'daki büyükelçiliğimizi bastığı zamana kadar. Şu anda Suriye'nin zaaf içinde olması Türkiye'nin faydası değil. Suriye ile ortak düşman karşısında oturup konuşmak lazım.
8 yıldır bu konuda hiçbir görev yürütmüyorum. 8 yılda Türkiye-Mısır, Türkiye-Suriye ilişkileri düzelebilirdi. Kahire'de arabuluculuk görevinde bulunmak istedim. O zaman sayın Başbakanımızın tavrı 'demokrasiyi net savunmalıyız' yönündeydi. Darbeyi asla meşru görmedim. Onurlu şekilde ilişkileri düzeltmek lazım, yalvarır gibi değil. Türkiye-Mısır-İran üçlüsünün birbiriyle yakın temas halinde olması lazım. Esad rejimiyle konu bazlı görüşülür. Tasvip etmediğim şu, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Suriye Cumhurbaşkanından görüşme talep etmez. Altyapısı oluşur, bütün kurumlar görüşür, birlikte adım atılır. Benim gururumu rencide eden husus, Türkiye'nin Cumhurbaşkanlığı makamına yakışmayacak şekilde illa 'şunu yaparsan görüşürüz' yaklaşımı.
Gazze'de ateşkesi sağlayanlar bizdik. 2009'da Mısır'da Mubarek vardı. Hamas'ın güven sorunu vardı. Hamas'ı ateşkese ikna eden Türkiye'ydi. Velid Muallim'le Hamas'ı ikna ettik. Sayın Abdullah Gül çift taraflı ateşkesi açıkladı. Mursi yönetimle Hamas yakındı. Mursi yönetimi ile Amerika arasında güven sorunu vardı. 2014 ateşkesini Türkiye-Katar-ABD ve Mısır sağladı.
Fransız devrimi olduktan sonra Fransa'da dahi karşı devrimler yaşandı. Müslüman toplumların büyük sorunları var, temelinde otokrasi var. O kadar masum insanın manevi mirasını reddedemem. Arap Baharı Amerika ve Rusya tarafından istismar edildi. Türkiye mi çıkardı Arap Baharı'nı? Tunus'ta, Mısır'da, Yemen'de değişim yaşandı ondan sonra biz gittik. Seçimle işbaşına gelmiş Mursi'yle ilişki kurmayacak mıydık? 2011 Şubat'ından 2012 Haziran'a kadar herkesle konuştum. 'Aday çıkarmayın koalisyon çıkarın' dedim. 'Tek bir cephe oluşturun' dedim. Türkiye'den başka telkin olduysa onu başkalarına soracaksınız.
Independent Türkçe, Habertürk