Zenginliğe giden hızlı yol

İhtiyacımız olan şey, özgüvene ilave olarak uzun vadeli pratik icraatlar

Görsel: Pixabay

Öyle görünüyor ki, bilişim sektörü, giderek dünyadaki hemen her ülkenin ulusal ekonomisinde en hızlı büyüyen sektör haline geliyor.

Eğer bu hipotez doğruysa, önümüzdeki birkaç yılda bu sektörün zenginliğin fabrikası olacağı sonucuna varılabilir.

Bu, çoğu insanın muhtemelen aşina olduğu ortak bir fikir.

Ama ben hep şunu da sorguluyorum;

Fikirleri nasıl zenginlik kaynağına dönüştürürüz?

Ünlü WhatsApp mesajlaşma uygulamasını 2009 yılında meslektaşı Brian Acton ile birlikte geliştiren Ukraynalı göçmen Jan Koum'u örnek vereyim.

Facebook, 2014 yılında bu şirketi satın almak için 19 milyar dolar ödemişti.

Elbette her gün böyle bir deneyim görmeyi beklemiyorum ama çekinmeden söyleyebilirim ki, ABD'nin ulusal zenginliğinin büyük bir kısmı bu kaynaktan, yani fikirlerin paraya dönüştürülmesinden geliyor.

Geçmiş yıllarda arsa ticaretinin, servet kazanmanın hızlı ve güvenli yolu olduğu söylenirdi.

Fakat bunun çok sınırlı sayıda insana hitap eden bir yol olduğunu biliyoruz, çünkü çok büyük bir sermaye gerektiriyor.

Üstelik bu, çoğunlukla bireysel bir çaba olarak kalıyor ve ülke ekonomisine önemli bir fayda da getirmiyor.

Bugün ise bilgi ekonomisinin, özellikle de tüm dallarıyla bilişim ve veri sektörünün, yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda ulusal düzeyde de zenginliğe giden gerçek yolu temsil ettiğini iddia ediyorum.

Bilişim sektörüne, özellikle de yazılıma olan ilgilerini tüketimden ya da basit ticaretten, çocuk oyuncaklarından büyük şehirlerin yönetimine kadar her alanda inovasyon ve üretime kaydırmaları halinde, bu sektörde Arap toplumlarının küresel düzeyde rekabet edebilmesini sağlayacak avantajlar da bulunuyor.


Burada her okuyucu için açık ve net olduğunu düşündüğüm 2 avantaja odaklanacağım:

Birincisi; bu ekonomik alan yalnızca bir ağ içerisinde işliyor.

Bir kişi ancak birçok kişi kazanırsa kazanabiliyor.

İspanyol asıllı Amerikalı sosyolog Manuel Castells, bu gerçeği erken bir dönemde keşfetmiş ve "Bilgi Çağı- 1996" adlı üçlemesinde ayrıntılı olarak anlatmıştı.

Buradan hareketle, bu alandaki çalışmaların meyvelerinin bir kişi ya da sınırlı sayıda kişiler ile sınırlı kalmadığını, aksine yüzlerce ve binlerce insanı kapsadığını söyleyebiliriz.

Bir bilgisayar programı, bir kişinin yarattığı, daha sonra başka bir kişinin onu geliştirdiği ve üçüncü bir kişinin onu farklı bir fikri geliştirmek için kullandığı fikir gibidir.

Böylece üretimde ve kullanımda, kullanım alanları ve faydalananların sayısı artmaya devam eder.

Şimdi işlerinde WhatsApp kullanan kişi sayısını ve bu uygulama sayesinde elde edilen gelir ve kazanımların, dünya çapında milyonlarca kullanıcının kazandığı maddi faydaların ve bunların sayesinde ABD'nin elde ettiği gelirlerin miktarını hayal edin.
 


İkinci avantaj; bilhassa yüksek teknoloji ürünleri alanında endüstri sektörüne girişte geç kaldık.

Diğer toplumlar bir asır veya daha önce başladı. Onlara yetişmek ve yolu kısaltmak için öğrenme, uygulama ve yatırım hızımızı kat kat artırmamız gerekiyor.

Bilişim alanına gelince, bütün dünya bu alanda yeni.

Örneğin, bu alana yeni yüzyılın başında giriş yapan Çin'i ele alalım, kendisi bugün çeşitli yönlerden en gelişmiş ülkelerle rekabet ediyor.

Dolayısıyla en gelişmiş ülkeler ile aramızdaki zaman mesafesi birkaç yıldan daha fazla değil. Aslında ihtiyacımız olan şey özgüvene ilave olarak uzun vadeli pratik icraatlardır.

Burada "özgüven"in altını çizmeye önem veriyorum çünkü, Arapların bu konuda eksiklik yaşadıklarını düşünüyorum.

Belki de kişilikleri ve soylarıyla büyük gurur duymalarının sebebi de budur.

Özgüven eksikliğimizin en basit kanıtı, Arap dilindeki bilgisayar teknolojisinin gelişiminin, bilhassa öncü Arap bilgisayar projesi "Sakhr"ın sahibi merhum Muhammad el-Şareh'in önderlik ettiği öncü Kuveyt deneyiminin başarısızlığından sonra, herhangi bir Arap ülkesinde değil, Kanada ve İsrail'de gerçekleşmiş olmasıdır.

Her Arap ülkesinde ulusal düzeyde bilgi endüstrisine kucak açan ve teşvik eden bir ortam oluşturmanın, ilköğretim aşamasında müfredata programlamanın dahil edilmesiyle başlayıp, daha sonra ortaokulda zorunlu ders haline getirilmesi ile devam edecek öncü adımlara ihtiyaç duyduğunu, bunun bu alanda bir lider nesil yetiştireceğini söyleyerek yazımı bitirmek istiyorum.

Daha sonra başka bir yazıda geri dönüp ele alabileceğimiz başka faktörler de var.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU