Ahmet Türk, Washington Post'a yazdı: Erdoğan şu an benim gördüğüm muameleyle İmamoğlu'nu tehdit ediyor

“Seçmenler beni belediye başkanı seçti ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başka fikirleri vardı” başlıklı yazıda, kayyumların ardından gelen tepkilere de değinildi

(AA)

İçişleri Bakanlığı’nın görevden alarak, yerine kayyum atadığı seçilmiş Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Washington Post’a yazdı.

“Seçmenler beni belediye başkanı seçti ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başka fikirleri vardı” başlıklı yazıda, kayyumların ardından gelen sokak protestolarına da değinildi.

“Şu an Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu benim gördüğüm muameleyle tehdit ediyor. Erdoğan'ın "terör" tanımı sadece devletin geleneksel kurbanlarını kapsamıyor. Bu tanım artık onların yanında durma cesaretini gösteren herkesi içine alacak kadar genişledi” ifadelerinin yer aldığı yazının tamamı şu şekilde:

“31 Mart'ta Mardin Belediye Başkanı olarak yeniden seçildim. Halkların Demokratik Partisi'nden (HDP) birçok mevkidaşım ve benim için, bu sıradan bir seçim değildi. Keyfi olarak elimizden alınmış mevkilerimizi yeniden kazanmak için adaylığımızı koymuş, uğraşıyorduk.

Mardin Belediye Başkanlığı'na ilk kez 2014'te seçildim. Ancak beş yıllık görev süremin sadece iki yılını tamamlamıştım ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Kürt siyasetinin ve sivil toplumunu baskılamaya başladı. Yaklaşık 100 HDP'li belediye başkanını görevden alıp yerlerine devlet görevlileri atadı.

Onlarca meslektaşımla birlikte terör suçlamasıyla hapse atıldım ama aslında suçumuz, demokratik bir seçimi kazanmış olmaktı. Aynı anda yerimize atanan seçilmemiş vekiller halkın iradesini boğmaya uğraşıyordu. Kürt dilini kamusal hayatın dışına attılar, gösterileri bastırdılar ve söylenenlere göre halkın, devletin parasını diğer devlet görevlilerini hediyelere boğmak için harcadılar.

Cezaevinden tahliye edilip belediye başkanlığı için tekrar aday olabildiğimde bu kişilerin seçmenlerime yaptığı yanlışları düzeltmeye adadım kendimi.

19 Ağustos'ta tarih tekerrür etti. Televizyondaki haberlerden HDP'nin Diyarbakır ve Van Belediye Başkanlarıyla birlikte bir kez daha İçişleri Bakanlığı'nın emriyle görevden alındığımı öğrendim. O zamandan beri destekçilerimiz sokakta, sırf oylarının geçerliliğini talep ettikleri için tazyikli suya ve şiddete maruz kalıyor.

Hepimiz teröre destek vermekle suçlanıyoruz. Gerçekteyse, aslında Erdoğan'ın geniş kapsamlı hücumlarıyla saldırdığı on binlerce insan gibi, yaptığımız tek şey hükümetin tiranlık politikalarına karşı koymaktı. Biz, yani üç belediye başkanı Türkiye'deki en büyük üçüncü siyasi partiyi temsil ediyoruz. İlgili makamlar da partimizin bütün belediye başkan adaylarını seçim yarışı başlamadan önce onaylamıştı. Böylece HDP'nin zaten güçlü olduğu alanlarda oy oranımızı daha da artırarak kolaylıkla çoğunluğu sağlamayı başardık.

Ama sonra 19 Ağustos geldi. 19. Ve daha önce birçok kez olduğu gibi, hükümet demokrasi ve güç arasında seçim yapmaya karar verdi ve ikincisini seçti.

Bölgemizdeki on milyonlarca Kürt gibi ben de devlet baskısına yabancı değilim. TBMM'ye ilk kez seçildiğim 1973 yılından itibaren sadece seçmenlerimin beni seçerek görevlendirdiği işi yaptığım için defalarca görevden alındım ve 5 yıldan fazla süre hapis yattım. HDP'ye katılmadan önce siyasi motivasyonlarla düzenlenmiş göstermelik davalarla kapatılan Kürt yanlısı muhtelif partilerin kuruluşuna katıldım.

 

 

Hükümet sivilleri şiddet yoluyla yıldırıp barışı sağlama çabalarını engellerken bile bu anti-demokratik suçların hepsi "terör" ya da "ayrılıkçılık"la mücadele adı altında meşrulaştırıldı. Uluslararası toplum Erdoğan'ın nasıl olup da bu yıl İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerini hükümsüz kılacak ya da yargı aşamasına dahi gerek görmeden birçok muhalifi hapse tıkacak kadar güçlü hissettiğini sorarken şunun farkında olmalı: Erdoğan'ın selefleri zaten on yıllar boyunca aynı taktikleri Kürt halkı üzerinde geliştirdi.

Şu an Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu benim gördüğüm muameleyle tehdit ediyor. Erdoğan'ın "terör" tanımı sadece devletin geleneksel kurbanlarını kapsamıyor. Bu tanım artık onların yanında durma cesaretini gösteren herkesi içine alacak kadar genişledi. Bu gelişme bir gerçeği artık her zamankinden de net görmemizi sağlıyor: Türkiye, Kürt nüfusu için demokratik olmadığı sürece hiçbir yurttaşı için gerçek bir demokrasi sağlayamaz.

HDP'nin üzerinde çalıştığı şey işte budur. Ve işte tam da bu nedenle zenginleşmek ve güç kazanmak için kendi halkları pahasına otokrasiye başvuran devlet unsurları bize saldırıyor. Şimdi önemli olansa bu anlayışın karşılık bulup bulmadığıdır.

Gerek Türkiye'de gerek uluslararası düzeyde, demokrasiye değer veren birçok kişi partimizin demokrasiyi savunma çabaları saldırıya uğradığında sesini çıkarmadı. Adil bir seçimin alaşağı edilişine sessiz kalınan her an devlet bunu tekrar yapabileceği konusunda kendine daha da güveniyor. Partimiz ülkemizin tüm ezilen halkları adına savaşıyor çünkü mücadelenin herkes için daha fazla özgürlük getireceğine inanıyoruz. Özgürlüğe değer veren herkesin bize katılma zamanı geldi.

Her ne kadar artık seçildiğim belediye başkanlığı görevini sürdüremesem de her zaman olduğu gibi kendimi halkın iradesini savunmaya adadım. Demokrasiyi ve çoğulculuğu reddedenlere karşı ayakta durmamızın tek yolu her iki ilkeye olan tavizsiz, evrensel bağlılığımızın gücünü yeniden tasdik etmekten geçiyor. Yıllarca süren baskıdan sonra bile yönetimin bu bağlılığı temel alacağı bir geleceğe inanıyorum.”

 

Independent Türkçe

 

 

DAHA FAZLA HABER OKU