21 yılda muhalefetin kısa serencamı: Umut ve hezeyan

Rıfat Özcan Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İlk yıllar

AK Parti'nin ilk yıllarında kendilerini 'Cumhuriyet'in asıl sahipleri' olarak görenler bir tedirginlik duymalarına karşın nasıl olsa belli bir "vesayet" düzeni vardı ve "zinde güçler" gerektiğinde müdahaleleri yapacaklarından rahat hissediyorlardı.

Yargı, bürokrasi, bir kesim medya ve sivil toplum kesimi belki de son noktada asker bunun için vardı. Türkiye'nin yakın tarihine bakılınca askerin neredeyse her an bir darbe tertibi içinde olduğu görülmektedir.

AK Parti ise bunun çok iyi farkındaydı hem temkinli adımlar atarken hem de farkını ortaya koyacak şekilde pozisyonlar alıyordu. 

Sivil siyasetin ön plana çıkması için Avrupa Birliği hedefini de arkasına alarak asker-sivil dengesini sivilden yana olması için politikalar üretiyordu.

Özellikle ilk döneminde demokrasi, insan hakları bağlamında AB ile yakın bir ilişki geliştirmiştir. AK Parti bu dönemde daha temkinli ama demoktatikleşmeden ve dönüşümden vazgeçmeyen bir aktör olarak yoluna devam etmiştir.

2007 yılına gelindiğinde ise 80'lerden sonra kurulan düzenin kontrol noktası olarak kurgulanmış bir pozisyon olan cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşmaktaydı.

Deniz Baykal kesin bir dille Erdoğan'a aday olmaması çağrısı yaparken sivil toplum kesimi Cumhuriyet Mitinglerini tertipleyip sivil siyaseti bu adımı atmaktan vazgeçirmeye çalışıyordu.

Medyada da buna destek veren gazeteler ve gazeteciler mevcuttu elbette ve son noktada asker ortaya çıkmış tarihe e-muhtıra olarak geçen bildiriyi internet sitesine koymuştu.

''Sözde değil özde Cumhurbaşkanı'' vurgusu yapılıyor AK Partinin daha uyumlu bir adayı çıkarması telkin ediliyordu. 

AK Parti'nin buna cevabı çok net ve o zamana kadar alışılmadık bir tepkiydi. Kısa bir Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası net bir şekilde askere karşı dik durmuş ve erken seçimi kararı almıştır.

Seçimde AK Parti yüzde 47'lik bir başarı sağlar akabinde cumhurbaşkanını seçer ve Ekim ayında yaptığı referandurum ile cumhurbaşkanını halkın seçmesinin önünü açar. Bu bugün oluşan başkanlık sisteminin ilk adımı olacaktı.

Burada muhalif kesim büyük bir yenilgi almış ama elbette umudunu yitirmemiştir. Hem kendi isteklerine uygun bir cumhurbaşkanı seçilememiş hem de daha etkiye açık olabilecek bir kesimin elinde olan cumhurbaşkanlığı seçimi halkın oyuyla seçilebilir olmuştur.

Verilen e-muhtıra etkisiz hale getirilmiş, halktan güçlü bir destek alınmıştır. Ama devlet içinde kurulu güçler hala vardı.

Ki kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresi bitmesine sayılı günler kala 146 oy alan adaya karşı 95 oy alan Abdurahim Yalçınkaya Yargıtay Cumhuriyet savcılığına atamış ve bu isimi 2008 yılı içinde de kapatma davası açacak ve AK Parti yepyeni bir mücadelenin içinde kendini bulacaktı.

Aynı yıl içinde yaşanan dünya ekonomik krizi sonrasında yapılan ilk yerel seçimlerde AK Parti büyük bir düşüş yaşar. 

Kılıçdaroğlu, İstanbul belediye başkanı adayı olmuş ve öncesinde çeşitli dosyalar açıklayarak AK Parti'de o dönemde önemli bir aktör olan Şaban Dişli gibi bir ismi istifaya zorlamış ve sonrasında da CHP genel başkanlığına oturmuştu. Uzun zaman gözlerden uzak olan Dişli 2018'de Türkiye'nin Hollanda büyükelçisi olmuştur.

Hem 2009 yerel seçim etkisi hem de bu değişim bir umut getirmiş olmasına rağmen hemen bir yıl sonra 2010'da yüzde 58'lik referandum sonucu ve 2011'de de yüzde 50'lik genel seçim sonucu AK parti karşıtlarını ve özellikle de sol, seküler sosyolojiyi tekrar bir umutsuzluğa sevk etmiştir.

CHP 2010 yılına kadar 77 yıllık yerleşik düzeni korumak istemiş ve AK Parti ile birlikte temsil ettiği siyasaların devlete egemen olmasını engellemeye çalışmıştır.

12 Eylül referandumu ve 2011 seçimleri ile bu CHP için başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Artık CHP geniş halk kitlelerine dayanmadan onların desteğini alamadan iktidar olamayacağının farkındaydı.

Kılıçdaroğlu'nun o günlerde başlattığı dönüşüm 9 yıl sonra kendileri açısından ancak 2019 yerel seçimlerinde netice verebildi.

O güne kadar en azından belli odaklar 'fikrimiz iktidarda' diye düşünebilirken sonrasında bu neredeyse imkansız hale gelmiştir.

Deniz Baykal döneminde başlayan çarşaf açılımı gibi kendi içinde de sonradan eleştirilen faaliyetlerden sonra Kılıçdaroğlu, daha ciddi şekilde partiyi değiştirip dönüştürmeye çalıştı.

Halka daha yakın bir politika izleme yoluna gidilmeye çalışıldı, partide daha önce yer alması düşünülemeyen bazı isimler partiye zaman içinde katıldılar.


Muhalif umudun imkanı

Geçen yıllardan sonra bu umutsuzluğun üzerine 2013 yılında gelen ve çoğunlukla seküler, sol kesimin katılım gösterdiği Gezi olayları yepyeni bir umut ışığı oldu ve yeniden dirildiklerini düşündüler.  

Bu şekilde ve bu çapta ilk defa Türkiye'de bir eylem meydana geliyordu. Arkasını ve önünü tartışmadan bu kesim için çok büyük bir anlam ifade eden bundan sonra buraya atıfla ve özlemle yaşayacak insanlardan bahsediyorum. Söz konusu kesim için bir miladı temsil etmekteydi.

Devamında gelen 17-25 Aralık operasyonları da bu umut ışığının devamı olarak olaylardan birkaç ay sonra meydana geliyordu.

Aynı yıl içinde iki kere büyük bir yara alan iktidar her şeye rağmen önce yerel seçimlerde sonra da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ipi göğüsleyecekti.

Başka bir hayal kırıklığı bu şekilde meydana gelecekti. 7 Haziran seçimleri de yine aynı etkiyi uyandırırken sonrasında gelen 1 Kasım seçimleri yine bildik bir yenilgi duygusunu yaşatacaktı.

Darbe girişimi sonrası zaten milliyetçi ve muhafazakar kesim gücünü daha da perçinlemiş ve sistemi değiştirme yoluna da gidiliyordu.

Sistem değişikliğinin oylandığı 16 Nisan'da alınan 51'e 49'luk oy oranın muhalif sosyolojiyi tekrardan umutlandırmış ve tüm muhalefeti hayır cephesinde toplamayı başarmış bir CHP vardı.

Devamında yaz aylarında yapılan Adalet Yürüyüşü ile bunu daha da perçinlemek istedi Kılıçdaroğlu.

Umudunu yitirmiş tabanına bir moral verme amacı taşıyordu. Acaba bu yürüyüşün bir devamlılığı olabilecek miydi yeni bir muhalefet anlayışı ortaya çıkacak mıydı ya da buradan insanların umutsuzluklarına o hiçlik duygularına bir derman bulanabilecek miydi? 
 

aa-.jpg
Muharrem İnce / Fotoğraf: AA

 

Bir "İnce" vakası

Tüm bunlar bizi 24 Haziran seçimlerine kadar getirdi. Muharrem İnce faktörü özelde seküler sosyolojiye olmakla beraber birçok muhalife yeni bir umut aşıladı.

16 yıl sonra ilk defa bir lider Erdoğan'a karşı bu denli benimsenmişti. Baykal ve Kılıçdaroğlu da çok iddialıydılar ama kitleleri bu kadar heyecanlandıramamışlardı.

Halka daha yakın bir söylem geliştirmeye çalışan ve kendi kitlesinin dışındaki insanları da heyecanlandıran bir profile sahipti.

Hatta o zamanlar için AK Parti kesimini de kaygılandıran bir kişi olduğunu söylemek abartı olmaz. İnce 50 günlük kampanya sürecinde kendince başarılı bir seçim çalışması yapmış ve kendisine oy vermeyi düşünen insanları kesinlikle kazanacaklarına inandıran bir konuma getirmişti.

Öyle ki insanlar ancak oylar çalınırsa veya bir hile yapılırsa biz kaybederiz diye düşündüklerinden sandık başlarına insanları davet ettiler. 

Seçim gecesi için büyük bir hazırlıklarının olduklarını kamuoyuna deklere ettiler. Anadolu Ajansı'na alternatif olarak Adil Seçim Platformu kurulmuş sandık başına da müşahitler gitmesi için organize edilmişti.

Sosyal medyadan büyük kampanyalar yapılarak insanlar sandıklara yönlendirilmeye çalışılıyordu. Günün sonunda ne yeterli müşahit vardı ne de oluşturulan platformdan anlık bilgi akışı sağlanabiliyordu.

Kendi bakış acılarına göre karşılarında güvenmedikleri bir devlet yapısı vardı ve bu şekilde sivil oluşumlarla alternatifler oluşturmaya çalıştılar. Ama başarısızlıklarını kendileri sonrasında kabul etmek zorunda kaldılar. 

Bütün bunların sonucunda gece seçimler kaybedilmiş, umut bağladıkları kişi çıkıp bir açıklama yapmamış ve herkes farklı senaryolar üretmeye başlamıştı.

Kaçırıldığına dair binlerce tweet atılacaktı. Daha sonrasında İnce bile bunun gerçekliğine inandıramayacaktı. O kadar büyük bir beklenti oluşturulmuştu ve bu sefer iş tamamdı kesinlikle kazanılacak en kötü ihtimal seçimler ikinci tura kalacak tüm muhalefet İnce'ye yönelecekti.

Bu noktada 'adam kazandı' mesajını insanlar kabullenmek istemediler. O gece İnce'ye oy veren bir ailenin evinde çekilmiş olan bu video ile sıcağı sıcağına insanların ne kadar umutlarını kaybettikleri nasıl tepkiler verdiklerini görebiliyoruz.

Bu sadece lokal bir örnek olmadığı daha sonra hem çevremizden hem de sosyal medya paylaşımlarından kitlesel bir ruh halini temsil ettiğini net olarak görülmekteydi.

Seçimden sonra gecen ilk birkaç haftada insanlar da bugüne kadar olan tüm seçim yenilgilerinden farklı bir yenilmişlik ve buradan artık çıkamama hissi içinde oldukları görülüyordu.

Seküler sosyolojide bir hiçlik duygusu içinde olan insanlar bu ülkeye, siyasete, devlete ya da onları temsil edecek bir partiye kişiye inançlarını kaybettiler.

Hem bir kandırılmışlık hissi hem de bununla beraber oluşan bir hiçlik duygusu bu insanların duygu dünyasına hakim oldu. Kendilerini artık buraya ait hissetmeyen ve ilk fırsatta bu ülkeyi terk etmeyi düşünen insanların duyguları daha da pekişti. 

Bunlar elbette özellikle küreselleşme ve dijital gelişim sayesinde artık dünya vatandaşı olan genç kesimde daha yoğun yaşanan bir depresyon haliydi. Kendilerini temsil edebilecek siyasi bir aktöre ve inanca ihtiyaçları var.

Bu duyguya o kadar bir özlem duydular ki İnce gibi daha sonra bu mücadelenin taşıyıcılığını yapamayacağı ortaya çıkan bir kişi etrafında bu kadar net kenetlenebildiler.

Bu hiçlik duygusu üzerine saha analizleri, birebir görüşmeler, bu sosyolojinin içindeki münevverlerle iletişim halinde olmakla beraber mahalle dışından insanlarla da beraber bu değişimi ve dönüşüm analiz edilmeye ihtiyacı olduğu ortadaydı. 


2019 yerel seçimleri

2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara'nın kazanılması ile beraber belki de o güne kadar ilk defa muhalif kesim bu kadar umutlu hale geldi.

O günden sonra seçilen başkanlar etrafında ve CHP içinde dönen tartışmalarda 2023 seçimleri için çok büyük bir beklenti oluştu.

Söz konusu beklenti bu sefer iktidar değişimini sağlayacak bir değişimi tetikleyecek miydi? Muhalif kesimde bir şüphe olmadan bu soru için evet cevabı veriliyordu.

Öte yandan o gün itibariyle AK Parti yıllar içinde yaşadığı dönüşümlerle ilk yıllarda mücadele verdiği bir nevi "statüko" unsuruna dönüşmüş durumdaydı. Muhalif kesimin içinde ise değişim duygusu vardı.

Bu umudu o dönemde çekilen "CEHAPE ZİHNİYETİ" belgeselinde net olarak görüyoruz.


2023 hezimeti

2019'tan baktığımızda Erdoğan dışında net bir adayın olmadığı ve her şeye rağmen Erdoğan'ın kazanma şansının az olmadığı bir denklem vardı.

Derken 2021-22 yılında kurulan 6'lı masa birçok görüşmenin sonucunda ancak 3-6 mart 2023 krizi sonrası adaylarını belirleyebildi.

Büyük tartışmalar sonucu İmamoğlu, Yavaş ve Kılıçdaroğlu arasında geçen adaylık yarışını, konumunun gücünü de kullanan Kılıçdaroğlu kazanacaktı. 

Kılıçdaroğlu neredeyse hiçbir olumsuz duruma dokunmadan tamamen pozitif mesajlarla bezeli seçmenlerini aslında bir noktada gülümseten, mutlu eden ve akıllarda yer eden bir kampanya dili oturttu.

14 Mayıs'ta bir başarısızlık sonrası iki haftalık kampanya sürecinde ise sevgi dilinin yerini nefret dilinin anında yer alması tüm kesimlerde bir inandırıcılık sorunu oluşturması kaçınılmaz oldu.

Muhalefet, 21 yıllık süreçte ilk defa kazanmaya bu kadar yakın olduğu bir seçimi kaybetti. Seçim öncesi hem muhalif elitler hem de kitlelerin görünürde tek gördüğü şey kazanmaktı.

Bunun sadece bir motivasyon olmadığını gerçek bir inanmışlık olduğunu 14 Mayıs gecesi gördük. Sade ve sadece kazanma senaryosuna hazır olan bir anlayış olunca kimse bir B planı yapma ihtiyacı bile duymamış.  Ali Babacan da seçimden sonra bir B planlarının olmadığını ifade etmişti.

14 Mayıs seçimi öncesi farklı kesimlerle görüştükten sonra şöyle bir intiba edinmiştim:

Her şeye rağmen kaybetmeye daha hazır olanın AK Parti ve Erdoğan olduğunu ve ironik bir şekilde kaybetmeye hiç hazır olmayan bir muhalefet vardı. O kadar ki ikinci tur ihtimalini bile düşünmeyen bir inanmışlık vardı.

Oysa daha beş sene önce Muharrem İnce'nin kazanma şansı çok daha düşükken, kazanacağına inandırılan kitleler büyük bir hayal kırıklığı yaşamışken, bu durumdan ne muhalif elitler ne de toplumsal muhalefet gerekli tecrübeyi çıkarmamış görülüyor. 

Muhalif kesim için kitlesel bir depresyonun başlangıcı olan 14 Mayıs'ta sadece seçim kaybedilmedi ayrıca muhalefetin iki yıldızının da bilerek ya da bilmeyerek karizmaları yara aldı.

14 Mayıs akşamı belediye başkanlarının başarısız ve hızlı açıklamaları hem kitleleri hem de kendileri için çok da iyi geçmediği aşikar.

14 Mayıs akşamı muhalefetin ve iktidar kesimin kriz yönetimlerine bakıldığında ve olası seçim sonuçları ortaya çıktığı andan itibaren ikinci turda Erdoğan'ın kesin bir zaferle ayrılacağını görmek çok da zor değildi. Muhalefet kitleleri için kötü bir beklenti ve seçim gecesi yönetimi yapılmıştı.

Üzerine iki tur arasında ilk birkaç gün neredeyse hiçbir açıklama dahi yapılmazken, apar topar Kılıçdaroğlu'nun Babala TV'ye katılacağı duyuruldu.

Üzerine ikinci tura günler kala Ümit Özdağ hem açık hem de açık olmayan bir mutabakat imzalandı.  Sonuçta 28 Mayıs'ta sonucu 2 hafta önce belli olan bir seçim sonucu ile muhalefet yüzleşti. ANKA Haber Ajansı bu yüzleşme anını geciktirmek için olabildiğince uğraştığına da hep beraber 28 mayıs gecesi şahit olduk.

Bundan sonra muhalefetin toparlanıp yerel seçimlere odaklanması gerekiyor ama kendi iç tartışmaları ve Kılıçdaroğlu özelinde 12 seçim kaybetmesinden sonra bile hala koltukta oturma ısrarının Türkiye'de muhalefeti çok da iyi günler beklemediğini gösteriyor.

Görüldüğü üzere 21 yılın sonunda muhalefet hep bir umuda sarılmış ama her seferinde bir hezeyanla karşılaştığını görüyoruz.  Bu umudu gerçeğe dönüştürecek bir formülü de kimse hala bulamadı.

Önceki yazıda ele aldığım İmamoğlu vb bir figür mü bu formülü bulacak, genç kuşak mı bulacak ya da Erdoğan'ın kurduğu sistem isimler değişerek devam mı edecek?

Önümüzdeki yerel seçimlerde muhalefet elindeki büyükşehir belediyelerinin önemli bir kısmını kaybetmesi durumunda bildiğimiz muhalefetin, merkezi iktidarı yakın gelecekte kazanabilme umudunun da artık çok daha zor olacağı aşikar.

Hülasa 2024 muhalefet için iktidardan çok daha kritik. Muhalefet yeniden bir umut aşılayabilecek mi kitlelerine yoksa yeni bir hezimet mi yaşatacak?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU