Macron'un Çin'deki açıklamalarının yansımaları

Önce ulusal ve milli çıkarlar. Ortaklığa evet, ama bağımlılığa hayır!

Fotoğraf: Reuters

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un nisan ayı başında Çin'e yaptığı ziyaret, Atlas Okyanusu'nun iki yakasında da geniş tepkiler doğurdu.

En çok tepki çeken şey ise Macron'un, Çin'le olan çekişmesinde ABD'nin peşinden gitmenin sonuçları konusunda uyarması ve Tayvan adası konusunda Washington ve Pekin'e eşit mesafede duran bir Avrupa pozisyonu çağrısı yapmasıydı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Geçen yılın sonunda, tam olarak 4 Kasım'da Almanya Şansölyesi Scholz'un Pekin'de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşmesi, özellikle ziyaretin zamanlaması açısından Almanya ve AB ülkeleri tarafından geniş tepki ve eleştirilerle karşılaşmıştı.

Ancak yine de Macron'un Pekin ziyareti kadar rahatsız etmedi…

Peki neden? Bu iki ziyaret arasındaki fark nedir?

Asıl istikametleri Moskova yönü olup Ukrayna'daki savaşı durdurmak ve Rus enerjisine olan ihtiyaçlarını temin etmek uğrunda Başkan Vladimir Putin'le görüşmek iken, birçok Avrupalı lider ve yetkiliyi Çin'i ziyaret etmeye sevk eden şey ne?

Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey, Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin yakıt emniyetini başka kaynaklardan sağlayınca Rusya ve Putin'e karşı söylemlerinin değişmesidir.

Bu işaret, Arap ülkelerini halihazırdaki bazı Batılı tutumların enerjiyle alakalı olduğunu fark etmeye çağırıyor.

Bu aşamayı geçtikten sonra o başka kaynaklara da Rusya'ya davrandığı gibi davranacaklardır.

Soruyoruz: Macron'un Çin'deki açıklamalarına verilen tepkiler niçin Scholz'un Çin ziyaretine verilen tepkilerden farklıydı?

Scholz'un Pekin ziyareti, Rusya'nın Ukrayna saldırısının zirvesinde olduğu bir zamanda gerçekleştiği için yani zamanlamasından ötürü eleştirildi.

Ayrıca Almanya Şansölyesi, Ukrayna krizinin çözümüne ikna etmek için Çin Devlet Başkanı'na baskı yapmaya çalışmak yerine, Çin ile ticari anlaşmalar imzalayarak sadece kendi ülkesinin çıkarını düşündü.

Macron'un Çin ziyareti ile Alman mevkidaşı Schultz arasındaki fark, her birinin kişilik farklarından ve Macron'un, Avrupa'nın ABD'den bağımsızlığı meselesini gündeme getirmesinden kaynaklanıyor.

Daha önce Macron ile ABD Başkanı Joe Biden arasında bir telefon görüşmesi yapılmış ve Rusya'nın Ukrayna'yla savaşı istişare edilmişti.

Zira Çinli mevkidaşıyla temaslar programının başında Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen eşliğinde yapacağı üç günlük Pekin ziyareti geliyordu.


Macron ayrıca, Ukrayna Cumhurbaşkanı ve birçok Avrupalı yetkiliyle de istişareler gerçekleştirmişti. Çünkü sadece Fransa'nın değil, AB'nin sözcüsü olarak görünmek istiyordu. Bu, gezisine neden Avrupa Komisyonu Başkanı'nın eşlik ettiğini de açıklıyor.

Macron, Tayvan hakkında söyledikleri ve Çin ile olan çekişmesinde ABD'nin peşinden gitmenin sonuçlarına dair uyarıları sebebiyle, bazı Avrupalı ve ABD'li çevrelerde yoğun bir öfke ve rahatsızlığa sebep oldu.

Macron, Avrupa'nın, "stratejik bağımsızlık" hayalini gerçekleştirerek ABD ve Çin'den bağımsız olmasını arzuluyor.

Bu ise Avrupa'nın, ekonomik ve askeri bağımsızlığını güçlendirmesini ve ABD'nin çıkarlarıyla her zaman uyuşmayan, zaman zaman da çatışan çıkarlarını benimsemesini gerektiriyor. Macron, bağımsızlık yaklaşımını birçok vesileyle dile getirmişti.

Macron, 26 Eylül 2017'de Sorbonne Üniversitesi'ndeki meşhur konuşmasında birleşik ve güçlü bir Avrupa hayaliyle ilgili gelecek on yıllık vizyonunu şu sözlerle ortaya koydu:

ABD'nin uluslararası sahnedeki rolünün gerileyip, Çin ve gelecek vaat eden ekonomik güçlerin yükselişe geçtiği bir dünyaya tanıklık ediyoruz. Avrupa, varlığını ispatlamak istiyorsa şayet önünde başka bir seçenek yok: Ya birleşecek ya da saf dışı kalacak!


İşte bu yüzden Cumhurbaşkanı Macron, Avustralya Fransız denizaltıları satın alma sözleşmesini feshedip tercihini ABD'den yana kullandığında "Avrupa'nın saflığı bırakması" ve Çin'le olan husumetine odaklanan ABD'nin yeni stratejik seçeneklerinden "ders çıkarması" gerektiğini söyleyip şöyle devam etti:

ABD, önemli bir tarihî dost ve müttefik. Ancak on yılı aşkın bir süredir çabalarının önce kendisine odaklandığını, yönünü tekrar Çin ve Pasifik'e çeviren stratejik çıkarlara sahip olduğunu kabul etmemiz gerek.
 


Cumhurbaşkanı Macron, Çin'den döndükten sonra Hollanda'ya yaptığı resmi ziyaret esnasında düzenlediği basın toplantısında tartışmalı sözlerine dair şu açıklamada bulundu:

Paris, Tayvan'ın mevcut durumunu koruması (statüko) gerektiğini düşünüyor, tek bir Çin'i kabul ediyor ve barışçıl bir çözüm arıyor. Bu, müttefiklerimizin tutumlarıyla tutarlıdır ve ABD'ye tâbi olunduğu anlamını taşımaz. Ayrıca gerek Ukrayna konusunda gerek Afrika Sahil bölgesindeki siyaseti hakkında kimsenin Fransa'ya ders verme hakkı yoktur.


Macron'un tekrarlamayı çok sevdiği ve bazen "Avrupa egemenliği" ifadesiyle kullandığı "stratejik bağımsızlık" kavramı, Avrupa ülkelerini NATO'nun 5'inci maddesini iptal edip çöpe atmakla tehdit eden eski ABD Başkanı Donald Trump'ın tavrının Macron tarafından benimsenmesine katkı sağladı.

Bu, Avrupa'nın güvenlik açısından artık dışa açık olacağı anlamına geliyordu.

Biden'in 2020 başkanlık seçimlerini kazanmasıyla dikkatler yeniden, Macron'un tabiriyle ölüm döşeğinde olan NATO ittifakına yöneldi.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, ittifakın tekrar etkinleştirilmesine yol açtı. Bu ittifak olmasaydı, Ukrayna belki de Rus güçleri karşısında direnemezdi.

Dolayısıyla Avrupa'nın güvenliğini savunabilecek olan taraf, ABD'dir. Yine de bu, Macron'u şu sözü tekrarlamaktan alıkoymadı:

Stratejik bağımsızlık, Avrupa'nın mücadelesi olmalı. Çünkü Avrupa, özellikle de aynı anda iki cephenin tutuşması ihtimaline karşı kendisini savunabilecek durumda olmalı. ABD kendisini Tayvan'ı savunmak zorunda hissederse, aynı zamanda Avrupa'yı da koruyamaz. Zira önce Amerika'nın çıkarları, sonra Çin geliyor. Diğerleri, Amerikan stratejisinde daha az önem taşıyor.


Bu mesele, General de Gaulle'ün tutumunun ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor.

De Gaulle, Kennedy'nin Fransa için nükleer himaye sağlaması teklifini reddederek, kendi nükleer cephaneliğini kurma konusunda ısrar etmişti.

Böyle bir tutum benimsenmeseydi Fransa, BM Güvenlik Konseyi'nin daimî üyeleri arasında nükleer olmayan tek ülke olacaktı ve Macron, Avrupa'nın Amerika'dan bağımsız olması gerektiği hakkında bu kadar güçlü bir tonda konuşamayacaktı.

Bu geleneksel Fransız dersi, Suudi Arabistan'ın ABD ile olan ilişkisinde de somutlaşıyor. Önce ulusal ve milli çıkarlar. Ortaklığa evet, ama bağımlılığa hayır!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU