Alman nazarından küresel perspektifler

Scholz'un AB'de bir liderlik pozisyonu talep etmek şöyle dursun, köhne koalisyonunu bir arada tutmayı başarıp başaramayacağı henüz belli değil. Ancak şu an doğru tellere dokunmaya başladığı söylenebilir

Fotoğraf: Reuters

Küresel sistem 'yapısal' bir tektonik değişime mi gidiyor?

Cevap 'evet' ise bu değişim nasıl olabilir?

Bunlar, Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un Çin'e yaptığı beklenmedik ziyaretin hemen ardından, Amerikan dergisi Foreign Affairs tarafından yayımlanan bir makalesinde ortaya attığı sorular.

Scholz'un bu değişimi tanımlamak için kullandığı Almanca kelime: Zeitenwende (dönüm noktası).

Ancak makalenin vurgusu, Batılı demokrasi sistemleri içinde bulunduğumuz dönemin karakterini yansıtan ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ifade ettiği türden bir Avrupa karamsarlığına daha uygun.

Scholz 'çok kutuplu' bir dünya düzeninden bahsediyor ancak zihnindeki kutupların nerede olduğunu belirtmiyor.

Ardından, yalnızca bir buçuk kutuplu bir sistem olarak tanımlanabilecek şeyi tasvir etmeye başlıyor.

Burada "21'inci yüzyılın belirleyici gücü olarak" ABD; Japonya, Güney Kore ve Tayvan'ın yanı sıra Avrupa Birliği (AB) ve 'Anglo-Sakson' dünyası (Birleşik Krallık, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda) ile birlikte bir kutup oluşturuyor.

Bu taraflar birlikte "liberal demokratik kapitalizmi" temsil ediyor.

Kalan yarım kutbu ise Scholz'un "otoriter kapitalizm"in başarılı bir örneği olarak gördüğü Çin Halk Cumhuriyeti oluşturuyor.

Scholz'un analizi, "Batı ve diğerleri"nden oluşan yeni bir versiyonla sona eriyor.

Burada Rusya "yozlaşmış kapitalizmi" temsil ediyor.

Yeryüzünde yayılmış 150 kadar ülkeyi içeren bu versiyon, üçüncü dünyanın yeni bir versiyonunu simgeliyor.

Yukarıda geçen üç "kapitalizm" türü, ticari işler, güvenlik çıkarları ve siyasi nüfuz için birbiriyle rekabet ediyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Scholz'un analizi bir dizi teşvik edici noktayı içeriyor.

İlk olarak, mensup olduğu Sosyal Demokrat Partisi'nden (SPD) en az bir tane olmak üzere peş peşe gelen Almanya başbakanlarının, Almanya'yı enerji ihtiyaçlarını karşılama noktasında Rusya'ya aşırı derecede bağımlı kılarak hata yaptıklarını itiraf ediyor.

Ayrıca, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) güvenliği sağlama ve "yeni bir Soğuk Savaş"ın patlak vermesini önlemedeki belirleyici rolünü vurgulamak için Avrupa solunun "asker karşıtı ve NATO'yu eleştiren" söyleminden kendini uzaklaştırıyor.

Belki de en önemlisi şu ki, küreselleşmenin yanlışlarını düzeltme çağrısında bulunuyor.


Scholz'un yapamadığı ya da kabul etmemeye karar verdiği şey, bu yanlışları düzeltebilecek esas güç olarak ulus-devletin geri dönmesinin kabul edilmesi gerektiğidir.

Scholz'un "liberal demokratik kapitalist" olarak adlandırdığı ülkelerin, büyük bir yeniden sanayileşme programı tasarlamaya ihtiyacı var.

Bunun için söz konusu ülkelerin özgürlüklerini, refahlarını ve güvenliklerini sağlamanın kâr marjlarından daha fazlasına dikkat etmeyi gerektirdiğini anlamaları gerekiyor.

Geçen yüzyılda belirli bir Alman grubunun milliyetçilik kavramını lekelediği göz önüne alınmakla birlikte çeşitlilik içeren bir dünyada ulus-devletin en pratik ve uygulanabilir sosyal, politik ve ekonomik örgütlenme modeli olduğunu unutmamalıyız.

Ayrıca ulus-devletler dünyası, dar ve bencil "ulusal çıkarlar" peşinde koşan, "herkesin kendi çıkarına odaklandığı ve her bireyin kendinden sorumlu olduğu bir toplum" anlamına gelmez.

NATO veya Avrupa Birliği (AB) gibi, ulus-devlet blokları belirli konularda onay veya veto haklarını korumakla birlikte, tüm üye devletlerin ortak çıkarlarına dayanacaktır.

Lafı açılmışken Scholz AB'den ulusal veto hakkını kaldırmasını istiyor.


Scholz yaklaşmakta olan bir Soğuk Savaş uyarısında bulunurken, iş Avrupa'nın göbeğinde Ukrayna'da devam eden sıcak savaşa geldiğinde kafası çok karışmış görünüyor.

Zira bu savaşı bitirmek için herhangi bir yol haritası sunmaması, çekleri imzalamanın ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'ye "savunma silahları" sevk etmenin hala elindeki tek seçenek olduğu intibasını uyandırıyor.

Şiddetli gerilim, dikkatleri "liberal demokratik kapitalist" ülkelerin bugün karşı karşıya olduğu gerçek sorunlardan uzaklaştırmasın.

Yaklaşık 30 yıldır nispeten yakalanan fiyat istikrarından sonra enflasyondaki büyük artış, yalnızca enerji fiyatlarına bağlanamaz.

Aslında enflasyonun bir arz kıtlığını yansıttığı iddiası, Milton Friedman'ın para teorilerini karalamayı amaçlıyor.

Halbuki bugün petrol ve doğal gaz da dahil olmak üzere enerji üretimi rekor seviyede.

Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını Çin'deki endüstriyel üretimi etkilerken, bazı tarımsal ürünlerin tedarikindeki eksiklikler kısmen Ukrayna'daki savaştan kaynaklanıyor olabilir.
 


Bununla birlikte enflasyonu yükselten asıl etken, "liberal demokratik kapitalist" hükümetlerin geleceği düşünmeden aldığı para basma kararı olabilir.

SPD mensubu Scholz, "Milton Friedman'ın teorilerini destekleyen ekonomistlerden oluşan Chicago çocukları" kılığında ortaya çıkamasa da en azından mevcut enflasyon girdabının, hem AB'de hem de ABD'de tarımsal ve endüstriyel emtia arzındaki eksiklikler ile para arzındaki artışların bir kombinasyonundan kaynaklandığı olasılığını düşünebilir.

Scholz aynı zamanda "diğer ülkeler"e, yani birlikte Birleşmiş Milletler'in (BM) çoğunluğunu oluşturan küçük, orta ve büyük ülkelere yönelik üstü kapalı atıfını yeniden gözden geçirmek isteyebilir.

Burada dünyayı, ailenin her üyesinin dünya barışına ve refahına önemli ve bazen belirleyici bir katkı sağlayabildiği bir ulus-devletler ailesi olarak görmek yardımcı olabilir.

Başka bir deyişle; "liberal demokrasi" veya "otoriter kapitalizm" gibi büyük sloganlar, politika yapıcılar için yararlı analitik araçlar olabilse de, dünyayı ideolojik çizgilerle bölmek zorunda değildir.

Ulus-devletler dünyasında farklılığı, bırakın düşmanlığı zıtlık olarak bile görmemeliyiz.


Bu bağlamda iyi haber şu ki Scholz, eski Soğuk Savaş'ın zirvesinde Bad Godesberg şehrinde başlayan işi tamamlamak için geride kalan Alman merkez-sol çemberinin sanrılarından kurtulmaya başlamış görünüyor.

Ayrıca Scholz'un AB'nin bazı kurucuları tarafından "ortak pazar" adındaki eski versiyonuyla başlatılan federal projeden son derece dikkatli ve ihtiyatlı bir şekilde uzaklaşması da iyi bir haber.

"Bolluk devrinin sonu" diyen Macron'un aksine Scholz, siyasi realizm okyanusunda karamsar kalıyor, ki bu iyi bir şey.

Avrupalılara güvenlik olmadan barışın ve stratejik alanlarda kendi kendine yetme önlemleri alınmadan güvenliğin olmayacağını hatırlatmak, son derece karmaşık bir dünyada demokrasinin geleceği hakkında devam etmekte olan tartışmalara yerinde bir katkıdır.

Bu noktada eski Almanya Başbakanı Angela Merkel'in düzenlediği bir öğle yemeğini hatırlıyorum.

Konuklara şakayla karışık bir şekilde, çabasının ve enerjisinin yarısını iki partili koalisyonunu bir arada tutmak için harcadığını söylemişti. Scholz, üç partili bir koalisyon ışığında küresel sıkıntılarla başa çıkarken daha zor zamanlardan geçiyor.

Scholz'un AB'de bir liderlik pozisyonu talep etmek şöyle dursun, köhne koalisyonunu bir arada tutmayı başarıp başaramayacağı henüz belli değil. Ancak şu an doğru tellere dokunmaya başladığı söylenebilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat 

DAHA FAZLA HABER OKU