Batı ve altı merkezi modelin ölümü

Her halükârda Batı uygarlığı deneyimi, özellikle ideolojik ve lojistik olmak üzere çifte saldırı altında olduğu için bir ölüm kalım sınavıyla karşı karşıya görünüyor

Resim: Reylia&Johnna Slaby

Geçen haftaki makalemizi, ilerleme çağının sona erdiği ve Batılı merkezi modellerin öldüğü inancına sevk eden özellikleri açığa çıkarma vaadiyle bitirmiştik.

Bu satırlarda bunu, yani özellikleri açığa çıkarmaya devam etmeye çalışacağız.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Etkili Amerikan dergisi "Foreign Policy"nin ekim ayında yayımlanan sayısında hem Batı'dan hem de Doğu'dan okuyucular, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en güvenilir düşünürlerden biri olan California Üniversitesi Ekonomi Profesörü Brad DeLong'un "Slouching Towards Utopia: An Economic History of the Twentieth Century" (Ütopik bir topluma doğru ağır adımlarla ilerleyiş: Yirminci yüzyılın ekonomik tarihi) adlı son kitabından alıntı olan yazısını okudular.

DeLong'un yazısında vardığı sonuç özetle şu:

Uzun 20'nci yüzyılın sona ermesiyle birlikte, insanoğlunun hayal bile edemediği ilerleme çağı geride kaldı.

Bilhassa Batılı bilimsel keşifler, uzayı keşif ve denizlerin derinliklerine dalma girişimlerinin durmadığı aksine her geçen gün önlerinde daha da geniş ufukların açıldığı göz önüne alındığında, bu argümanın mantıksız olduğu iddia edilebilir.

Ancak Profesör DeLong bunun tersini düşünüyor ve 20'nci yüzyılın 1900'de değil, 1870'te başladığını ve 4 şeyle karakterize edildiğini iddia ediyor.

Bunlar; teknoloji, küreselleşme ve ardından Amerikan istisnacılığının, insanlığın yavaş adımlarla da olsa hükümetlerin siyasi ve ekonomik sorunları çözebileceği bir toplum idealine doğru ilerleyebileceğine dair güvenin yönlendirdiği büyüme.

Tanınmış Amerikalı profesör, uzun Amerikan ve Avrupa başarılarının mecazi sonu olarak gördüğü şeye damgasını vuran birkaç aşama olduğuna inanıyor. Bu aşamalara aşağıdaki noktalarla atıfta bulunulabilir:

  • Demir Perde'nin sona ermesine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne tanık olan 1990 yılı, sanki Japonya ve Almanya'nın ekonomik başarılarının tarihiymiş gibi görünüyordu. Bu ise Amerikan teknolojik üstünlüğü için bir meydan okuma oluşturdu ve bu konudaki istisnai konumunu sona erdirdi.
     
  • 11 Eylül 2001 günü, belki de doktrinsel renge bürünen bir kültürel çatışma patlak veriyordu. Oysa dünya Orta Çağa ait bu modelin bir daha geri dönmemecesine gittiği izlenimine kapılmıştı.
     
  • 2008 yılı ve Amerikan finansal menkul kıymetleştirme krizinin yaşanması, "Lehman Brothers" gibi bazı büyük Amerikan bankalarının iflas etmesiyle birlikte önümüzdeki 10 yıla büyük yükler miras bırakacak olan büyük buhran dönemi başladı.
     
  • 1989'dan itibaren dünyanın doğanın gazabına ve küresel ısınma olgusuyla cisim bulan ekolojik isyanına karşı koymakta başarısız olması ve bunu, can ve mal düzeyinde kayıpların takip etmesi.

Bu dört nokta, Batı'nın tüm sektörlerinde hayatın çeşitli yönlerinde ve bunların Doğu'daki yansımalarında, dünya, "Kovid-19" salgınının patlak vermesi, Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etme kararı vermesinin temsil ettiği acı verici bir tarihi andan geçmeden önce bile ekonomik büyüme koşullarındaki önemli bozulma yoluyla görülebiliyordu.

İnsan, olumsuz yanlarının olumlu yanlarını aşmasından sonra küreselleşme olgusuna yönelik eğilimin gerilemesinin yanı sıra özellikle genç nesiller arasında geleceğe olan güvenin azalması, ABD'nin güvenilir bir uluslararası lokomotif olarak dünya sahnesindeki konumunu kaybettiği vurgusunda da bunu hissedilebilir.

Kesin olan şu ki DeLong'dan çok önce, iki Batılı düşünür, Richard Cook ve Chris Smith, Batı'nın kaderini ele aldılar ve "Batı'nın İntiharı" adlı kitaplarında, özellikle son 5 yüzyıl boyunca dünyanın geri kalanına yönelik davranışlarının dayandığı, tarihsel üstten bakan Batı'nın merkeziliği tezinin derin bir eleştirisini sundular.

Batı zihniyeti, özellikle de farklı tipteki her siyasi karar verici için aşağıdaki altı modelden birinden sapmayan bir ayrıma dayanarak, ona başkalarını düşündürmüştür. Günümüz başkentlerinde tahtları sallanan, lafı uzatıp sıkmadan tartışılabilecek bu 6 model şunlardır:

  • Batı totaliterliği: Bu vizyon, Batı'nın modernliği temsil ettiği ve dünyanın tüm önemli bölgelerinin er ya da geç Batı modeli liberalizm ve kapitalizme yöneleceği bağlamı etrafında dönüyordu.  Yanlışlığı tarihsel deneyimle kanıtlanmış bir önermedir.
     
  • Emperyal liberal sömürgecilik: Batı'nın dünyanın her yerinde demokrasiyi ve kapitalizmi gerekirse zorla ileri götürmesi gerektiğine inanır. Liberal değil, emperyalist bir bakış açısıdır.
     
  • Batı kaledir: Yani başkalarının sığındığı modeldir. Josep Borrell'in son zamanlarda ima ettiği şey de bu ancak Batılıların kendilerini tecrit etme sürecini başlattıklarını, kendilerini korumak için yavaş yavaş dünyadan vazgeçtiklerini gözden kaçırıyor.
     
  • Amerikan istisnacılığı: İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden bu yana uzun süre hüküm sürdü. Bununla birlikte, son 20 yılda sonunun geldiğine dair ilk işaretler ortaya çıktı ve aldatıcı bir süs haline geldi.
     
  • Kozmopolit kader: Dünyanın geri kalanının otomatik olarak bir değerler birliği ve kurumsal ortaklık içinde birleşeceğidir. Batılı gruplaşmalardan ayrılma hareketi ve "BRICS+", "Şanghay" ve diğerleri gibi doğudaki muadillerinin ortaya çıkması ve ilerlemesi bu önermeyi olumsuzluyor.
     
  • Bir arada varoluş ve yerçekimi stratejisi: Bu genellikle dört eksende gerçekleşti; diğer medeniyetlerin çeşitliliğine saygı, onlarla bir arada yaşama arzusu, Batı ideallerine yeni bir hayat verme ve son olarak diğerlerini Batı'ya çekme.

Dört yönelimin, yaşanan gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan ahlaki teorileştirme ve dilbilimsel saçmalıklar gibi göründüğü kesin.

Batı'nın iklim kriziyle başa çıkmaktaki başarısızlığına, büyüklerin kalplerindeki arzular, servet biriktirme ve kârları artırma arayışları nedeniyle zarar görmüş yoksul ve gelişmekte olan ülkelere yönelik belirgin küçümsemesine bakmak bunu görmek için yeterli.

Bu, Batı'nın intiharının öngörülebilir bir zamanda olası bir yazgı olduğu anlamına mı geliyor?
 


Bu şekilde söylemek abartılı olabilir, çünkü Batı hala tabuları tartışabilecek, kireçlenmiş teorileri eleştirebilecek, tarihsel tıkanmalarla mücadele edebilecek insanlara ve kaynaklara sahip. Aydınlanma Çağı'nda olan da buydu.

Lakin, her halükârda Batı uygarlığı deneyimi, özellikle ideolojik ve lojistik olmak üzere çifte saldırı altında olduğu için bir ölüm kalım sınavıyla karşı karşıya görünüyor.

Bu nedenle önünde değişmek ve dönüşmek ya da daha önce Roma İmparatorluğu'nun başına geldiği gibi bir anda yok olmak dışında bir seçenek yok gibi görünüyor. Bekleyip görmemiz gerekiyor.

Peki, Asya ve Çin bunun merkezinde mi, çözüm mü yoksa alternatif mi?

Bu serinin üçüncü ve son bölümünde görüşmek üzere.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat 

DAHA FAZLA HABER OKU