Gordon Brown'ın uyarısı ve Ukrayna'daki savaşın olasılıkları

Bu darbe onu öldürmeyecek ama ciddi şekilde yaralayacak ve belki de Gordon Brown'ın bize hatırlattığı sorunları ele almak için daha geniş kapılar aralayacak

Fotoğraf: Reuters

Birkaç gün önce G20 zirvesi sırasında İngiliz Guardian gazetesi, 2007-2010 yılları arasında Birleşik Krallık Başbakanı ve halihazırda Dünya Sağlık Örgütü'nün Küresel Sağlık Finansmanı Elçisi olan Gordon Brown tarafından yazılmış uyarıcı bir makale yayımladı.

Makale, uluslararası kuruluşlar ve düzenledikleri sayısız konferanslar tırmanan sosyal ve toplumsal sorunların üstesinden gelemediğinden, mevcut uluslararası durumun kötüleşmesinin nedenlerini açıklıyor.

Bu sorunların ulus-devlet kapsamında çözülmesinin zorlaştığı biliniyor. Bu, göç ve iltica için olduğu kadar çevre, terörizm, uyuşturucu vb. sorunlar için de geçerli.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Brown, bir Afrikalı liderin kendisine söylediği artık "uluslararası bir toplum" olmadığı sözünü alıntılıyor ve devamında, hakim popülizmlerin bugünün sorunlarına nasıl geçmişte çözüm aradıklarını ve bunun da geleceğe dair ufukların tıkanmasıyla sonuçlandığını kaydediyor.

Korumacı eğilim yükselişte ve dünyamızda ülkelerin üzerinde uzlaştığı veya başkalarına kabul ettirebilecekleri hiçbir şey yok.

Bu da genel olarak herkesin yoksulluğunu, zayıflığını, çevre koşullarının bozulmasını ikiye katlıyor. Ancak makalesine "Zamanımızın ideolojisi milliyetçilik: Dünyanın krizde olmasına şaşmamalı" başlığını atan Brown, özellikle milliyetçilik ve popülizmin yükselişi konusu üzerinde duruyor.

Zira ona göre "diğer her şeyden daha önemlisi, milliyetçiliğin çağın egemen ideolojisi olarak neoliberalizmin yerini almış olmasıdır. Geçtiğimiz 30 yıl boyunca siyasi karar alma sürecini yöneten ekonomi idiyse, şimdi ekonomik karar alma sürecini belirleyen şey siyasettir. Bunun yanında, ülkeler birbiri ardına ticaret, teknoloji ve rekabetçi politikalarını militaristleştirme yolunda ilerlemektedir. Yararlı ticari mübadele yoluyla karşılıklı fayda sağlayan ekonomilerin yerini (ben kazanırım, sen kaybedersin) tarzında sıfır toplamlı rekabet almıştır. Önce ABD, Önce Çin, Önce Hindistan, Önce Rusya ve Önce benim kabilem gibi hareketler bizi, bize karşı onlar ve önce ve sadece benim ülkem üzerine kurulu bir siyasi coğrafyaya doğru itmektedir."

Brown'ın uyarısı bize 1990'ların başında milliyetçilik ve onun sonu hakkında yeşeren bazı liberal yanılsamaları hatırlatıyor.

Gerçek şu ki, bu yanılsamalar, kendisine eşlik eden neoliberal ekonomik faaliyetlerin genişlemesi ve bununla birlikte ülkeler arasında olduğu kadar sınıflar arasındaki sosyal uçurumların da genişlemesi, bir an için düşüşte gibi görünen milliyetçi hassasiyetleri yeniden canlandıran şeylerdi.

Avrupa'ya göç ve iltica dalgaları bu yangını daha da körüklemeden önce, milliyetçilikler en az göçler kadar kışkırtıcı iki unsurla birlikte güçlü bir şekilde ve keskin intikam güdüleriyle geri dönmeye başlamıştı.

Bu iki unsurun ilki, küreselleşmeden nefret eden ve BM, AB gibi uluslararası örgüt ve birlikler karşısında halkı temsil ettiğini iddia eden militan popülizmdir.

İkincisi, kendisini kurtarıcı olarak tanıtan, yozlaşmış olarak nitelendirilen elitlerin baskısı altında inleyen bir halka şan ve büyüklük satan karizmatik liderdir.


Bildiğimiz gibi milliyetçilik çok güçlü. Sosyal olarak inşa edilmiş, diğer tüm büyük sosyal bağlar gibi dönüşen ve değişen bir veri olduğu, bizim varoluşumuzun kendisinden önce gelen veya onu belirleyen temel bir varoluş kalıbı olmadığı doğru.

Bununla birlikte, milliyetçiliğin organik, biyolojik ve diğer kaçınılmazlıklarını ve peşinatlarını reddetmek, onun büyük ölçüde bukalemun gibi olmasından kaynaklanan etkileyici başarısını ortadan kaldırmaz.

Diğer fikirler, milliyetçiliğin bu özelliğine denk bir özelliğe sahip değiller. Sağcı da milliyetçi olabilir, solcu da öyle. Milliyetçi genişleme peşinde koşanlar, bağımsızlığı savunanlar veya kendi kaderini tayin hakkını talep edenler gibi milliyetçilerdir.

Abdunnasır, Nkrumah ve Sukarno'da gördüğümüz gibi, milliyetçilik bir doktrin ve çağrıyla zırhlanmış olabilir.

Öyle olmayıp, Esed, Kaddafi ve benzerlerinde gördüğümüz gibi bir yağma ve despotluk sistemiyle sınırlı kalabilir.
 


Belki de anarşizm dışında, tüm modern ideolojiler milliyetçilikle bir şekilde bağlantı kurma veya onu ifade etme ya da onunla eşleşme yeteneğine sahip olma iddiasında bulundular.

"Burjuva" milliyetçiliğiyle bir çekişme içinde doğan uluslararası Marksizm bile daha sonra milliyetçilikle uzlaştı, ardından ona katıldı. Eski sosyalist ülkeleri bölen pek çok çatışma bunu kanıtlıyor.

Ancak bugün kesin olan birkaç şeyden biri, Rusya'nın Ukrayna topraklarında popülist milliyetçiliğin en önemli savaşlarından birini verdiğidir.

Yenilirse, bu siyasi ve fikri eğilimin küresel ölçekte bir darbe alacağını söylemek mümkün. Bu darbe onu öldürmeyecek ama ciddi şekilde yaralayacak ve belki de Gordon Brown'ın bize hatırlattığı sorunları ele almak için daha geniş kapılar aralayacak.

Böyle bir yenilginin ardından çağımızın büyük savaşlarını şöyle tarihlendirmek doğru olabilir: Birinci Dünya Savaşı eski imparatorluklara ezici bir darbe indirdi.

İkinci Dünya Savaşı, Nazizm ve Faşizmin temellerini yıktı. Soğuk Savaş, Sovyetler Birliği'nin, onun bloğunun ve komünizminin altını oydu. Nihayet, Ukrayna'ya yönelik savaş, popüler milliyetçiliği büyük bir yenilgiye uğrattı.

Kim bilir?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat 

DAHA FAZLA HABER OKU