Sınır çizilmesine ilişkin anlaşma çerçevesinde Lübnan ve İsrail

İsrail'le baş etmek kolay değil: Ne ona 'düşman' demek sorunu çözüyor ne de ona sıcak davranıp uyum sağlamak

Fotoğraf: AFP

Geçmişteki parlak veya en azından makul anların hatırlatılması, o geçmişe geri dönmeyi önermek ya da bu geçmişi herhangi bir eksiklik veya kusurdan tenzih etmek anlamına gelmez.

Bölgemizden ve dünyanın dört bir yanından tonlarca deneyim ve kanıtın bize öğrettiği gibi; geri dönüş nereye ve hangi geçmişe olursa olsun mümkün değildir.

Diğer yandan o anları hatırlatmanın ve aktarmanın üç faydası var. Bunlar; şimdinin kusurlarını ve eksikliklerini göstermek, tarihi saf evrim yönteminden saparak yargılamak (bugün dünden daha iyidir ve yarın bugünden daha iyi olacaktır) ve son olarak elimizdeki politika seçeneklerini tek bir mevcut seçenekle -ki bu genellikle direniş olur ve bunun bizim kaderimiz olduğu, tarihin bize başka bir şeyi nasip görmediği söylenir- sınırlayan argümanları reddetmek.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Lübnan-İsrail deniz sınırlarını belirleyen anlaşma vesilesiyle, Lübnan'ın 1948'de kurulduğu günden beri İbrani devleti ile ilişki teorisini hatırlıyoruz.

Birincisi, 1949 ateşkesi, hemen hemen 20 yıl boyunca sınırların sakin kalmasını sağladı ve İsrail'in 1948 savaşında işgal ettiği 13 köyü Lübnan'a geri verdi.

İkincisi, Lübnan'ın üyelerinden biri olduğu Arap Birliği tarafından onaylanan ekonomik boykot, Lübnan ekonomisini İsrail ekonomisiyle rekabetten korudu. Özellikle de Beyrut Limanı'nın büyümesini Hayfa Limanı'ndan korudu.

Üçüncüsü, İsrail ile olan çatışmayı diplomatik, kültürel ve insani çerçevelerle sınırlandırarak ideolojikleştirilmesini engelledi. Bu şekilde mezheplerden iç çekişme ve korkuyu besleyen ve böylece silahlanmaları ve karşı silahlanmaları körükleyecek bir neden daha koparmaya çalıştı.

Dördüncüsü, yalnızca zayıf ulusal ekonominin omuzlarına ağır bir yük bindirmekle kalmayıp, aynı zamanda demokratik yaşamı baltalayacak ve bunu tehdit eden faktörleri iki katına çıkaracak güçlü bir ulusal ordu kurma ihtiyacını ortadan kaldırdı. Arap dünyasındaki ordular ve askeri darbelerle ilgili deneyimine gelince; bu konuda kanıt sıkıntımız yok.

Son olarak, hem din hem de dil açısından ortak ekonomik çıkarlara ve kültürel yönlere sahip olmanın yanı sıra Lübnan'ın coğrafi olarak ait olduğu Arap dünyası ile uyumun yakalanmasını sağladı.


Devletin silahlar üzerinde tekeli olmasaydı ve devlet siyasi hayatın ve içinde yaşanan ihtilaflarının hakemi -ki 1960'lı yılların sonunda bu statü sarsılmaya başladı- olmasaydı bunların hiçbiri mümkün olmazdı.

Gerçek şu ki kusur teoride değil, onu çevreleyen mezhepler arasındaki ganimet paylaşımındaydı.

Bu paylaşım daha adil olabilirdi. Filistinli mültecilerin gördüğü karşılık daha sıcak olabilirdi ve insanlık saplantıların içinde yer ettiği mezhepçiliğin önüne konulabilirdi.

Bu teori karşısında iki çelişkili ve aşırıcı teori ortaya çıktı. Her birinin mezhepsel bir rengi vardı ve bunların izlenmesi felaketler ve musibetler selini beraberinde getirdi:

Birincisi direniş fikrine odaklanmak: Geçmişte konu Filistin iken bugün Şiilik ile ilgili.

Filistin direnişi bölgesel bir iç savaş ile sonuçlandı. 1989 yılına kadar büyüyen savaş sırasında İsrail tarafından 1978 yılında küçük ve 1982 yılında büyük olmak üzere iki tane işgal eylemi gerçekleştirildi.

1976'da başlayan ve bazı kesintiler olsa da 14 Şubat 2005 katliamına kadar bitmeyen Suriye vesayetine tanık olundu.

Şii direnişine gelince; bu, diğer mezhepler tarafından boyunduruk altına alınmak ve devletin işlevsizliği ile İran'ın ve Esed Suriyesi'nin hakimiyetini sağlamlaştıran güney ve doğudaki çeşitli savaşları sürdürme tehdidi olarak görülüyordu.

Bu sırada, özellikle son sınır belirleme anlaşmasıyla birlikte, Filistinlilerin çektiği acıların mezhepçi projelerin elinde basit bir oyuncak olduğu gibi ideolojik gerekçelerin de sadece mezhepçiliğin güçlendirilmesi için bahaneler olduğu anlaşıldı.
 


Başka bir yerde, direniş teorisine ve onunla birlikte gelen silahlanmaya tepki olarak, İsrail'i koruma amaçlı onunla ittifak kurma teorisi ortaya çıktı.

Bu, Cebel-i Lübnan ve Hıristiyan bölgelerinin kuşatılmasından sonra doğdu ve Lübnan 1982 yılında İsrail işgali altındayken Beşir Cemayel'in cumhurbaşkanı seçilmesiyle taçlandı.

Hıristiyan olmayanlar için bu gelişmeler boyun eğdirme ve tahakküm tehdidi olarak görüldü. Böylece Beşir Cemayel suikasta uğradı, ardından 6 Şubat 1984'te devlet başkentten kovuldu ve devletin ve toplumun belini büken 'Cebel Savaşı' patlak verdi.

Şu an son sınır çizme anlaşmasını tanımlamak ve ondan ya da onunla ilgili teoriler çıkarmak için erken olabilir. Ancak kesin olan şu ki uzun vadede bunu iki konu netleştirecektir: Adil bir devlet inşa etmek ve bir topluluğun toplumun diğer kesimleri üzerindeki egemenliğini sona erdirmek, ki en nihayetinde bu iki şey aynı kapıya çıkıyor.

İsrail'le baş etmek kolay değil: Ne ona 'düşman' demek sorunu çözüyor ne de ona sıcak davranıp uyum sağlamak.

Lübnan gibi zayıf ve parçalanmış bir ülkenin bu son derece karmaşık meselede doğru vizyonu tutturmasını istemek zor ve zalimce olur.

Her halükarda, yukarıda bahsedilen üç teorinin karşılaştırılması bir fayda sağlayabilir. Böyle bir değerlendirme muhtemelen gerçekleşmeyecektir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU