Sultan İkinci Abdülhamid toprak kaybetti; ama devleti bir arada tuttu

Sultan Abdülhamid toprak kaybetti; lakin devleti ayakta tuttu. Sultanın başarısını böylesi ifrat ve tefrit arasında bir tartışma üzerinden ölçemeyiz. Kendisinden sonra gelen yönetime, Balkanlardan Hicaz'a kadar uzanan bir devlet bıraktı

Kolaj: Independent Türkçe

Türk siyasi tarihinin en tartışmalı sultanları arasında kabul edilen İkinci Abdülhamid, gerek siyasi zeminde gerekse de tarihi sahada tartışmalara konu olmaya devam ediyor.

Dile kolay, Osmanlı Devleti'nin dağılma dönemi olarak tabir edilen çağında 33 sene iktidarda kalmayı başaran bir sultanın yönetim biçimi tartışmaya açık olsa da başarısız olduğunu söylemek mümkün değildir.

Sultan II. Abdülhamid.JPG
Sultan II. Abdülhamid

Sultan Abdülhamid'in iktidarı süresince bazı Osmanlı topraklarını savaş sonucu bazılarını da masa başında yapılan anlaşmalar sonucu kaybetmiştir.

Bu durum Sultan Abdülhamid'in devleti bir arada tutma iradesine ve başarısına gölge düşürmez; ama bu hiç toprak kaybetmediği anlamına da gelmez.

Sonda söylenecek sözü başta söylemek gerekirse; Sultan Abdülhamid toprak kaybetmiş bir padişahtır; ama dağılmak üzere olan bir devleti bir arada tutmayı başarmıştır.

Sultanın siyasi zekâsını toprak miktarı üzerinden ölçmek yanlıştır, hele ki o devirde kaybedilen her toprağı Misak-ı Milli sınırları değerleri ve ölçüleri üzerinden düşünmek son derece yanlış bir okumadır. 


Abdülhamid'in tahta çıkışı ve Mısır'ın kaybı

Sultan İkinci Abdülhamid, tahta çıkması beklenmeyen bir şehzadeydi. Bu yüzden diğer şehzadelere göre nispeten özgür yetiştirilmişti. Başta Mısır olmak üzere birçok yurt dışı seyahati gerçekleştirmişti.

Ticaretle uğraşmış borsada hayli para kazanmıştı. Kaderin cilvesi Sultan Hamid'e tahtın yollarını açmıştı.
 

Sultan II. Abdulhamid.jpg
Sultan II. Abdulhamid tahta çıkışının kutlamaları sırasında, 31 Ağustos 1876 / Resim: DeAgostini​​​​​​

 

Tahta çıkışı ise kendisi için tam bir travma olmuştu. Amcası Sultan Abdülaziz hâl edildikten sonra şüpheli bir biçimde ölmüş, büyük ağabeyi Sultan Beşinci Murad tahta çıktıktan kısa bir süre sonra ruh sağlığını tamamen kaybetmiş ve tahttan indirilmişti. 

Daha da kötüsü Sultan Hamid, Mithat Paşa'nın kontrolünde olan hükümette 93 Harbi'ne şahit olmuş, devlet adamlarının yanlış kararlarının nasıl büyük felaketlere sebep olduğunu görmüştür.

Lakin onu büyük bir şüphe sarmalına sürükleyecek vaka ise Ali Suavi'nin gerçekleştirdiği Çırağan Baskını'dır.

Cübbesi ve sarığıyla aykırı fikirleri ile tanınan Galatasaray Lisesi eski müdürü Ali Suavi, 93 Harbi sonrası İstanbul'da mülteci durumuna düşmüş Müslüman ahaliyi yanına alarak Çırağan Sarayı'nı basmış ve burada gözetim altında bulunan Sultan Beşinci Murat'ı tahta çıkarmaya teşebbüs etmiştir.

Ali Suavi, Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın kafasına vurduğu bir sopa darbesiyle ölmesi darbe teşebbüsünün akamete uğratmıştır.

Bu hadise sonrası Sultan Abdülhamid, sonunun amcası Abdülaziz gibi olacağından endişe ederek yanlış kararlar almıştır.

Sultan, olası bir darbe girişimini engellemek, kendisi ve ailesini koruması için İngiliz Büyükelçisi aracılığıyla Birleşik Krallık'tan yardım talep etmiştir.

Bu talep Osmanlı'ya pahalıya mâl olmuştur. İngiliz zırhlıları İstanbul Boğazı'na demir atmış, ardından vehmin sebep olduğu krizlerden birisinde Kıbrıs, İngilizlere tek kurşun atılmadan bırakılmıştır.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sultan Abdülhamid sakinleşip, kendisine geldiğinde tabir-i caizse iş işten geçmiştir.

Ata yadigârı topraklar İngilizlere kaptırılmış bu durum Sultan Abdülhamid'i derin bir üzüntüye sevk etmiştir.

Kâğıt üstünde Kıbrıs, Osmanlı toprağı olarak kalmışsa da fiili olarak İngilizlere geçmiştir. 

Bu tablo dahi Sultan Abdülhamid'in niteliklerini görmezden gelmemize engel teşkil etmez; hem siyasi hem de kültürel örnekler vererek devam edelim.


Yönetimde liyakat esası

Tüm dünyada ve bilhassa Osmanlı topraklarında artan milliyetçi dalgaya rağmen, devlet yönetiminde liyakat esaslı davranan Sultan Abdülhamid, sayısız gayrimüslim vatandaşı önemli makamlarda istihdam etmiştir:

Gelin Sultan Abdülhamid'in kritik görevlere atadığı bazı gayrimüslimleri hatırlayalım:

Artvin Dadyan Paşa ( Ermeni) Dışişleri Bakanı 
Spiridion Mavroyeni ( Rum ) Özel dokturu 
Sami Günzberg ( Yahudi) Diş hekimi 
Nişan Efendi ( Ermeni ) Basın danışmanı 
Teodor Kasap ( Rum) Saray Kitapçıbaşısı 
Agop Paşa ( Rum ) Şahsi Emlakçısı daha sonra Maliye Bakanı 
Sarkis Balyan ( Ermeni ) Mimarbaşısı 
Aleksandros Karatodori Paşa ( Rum ) Bayındırlık Bakanı 
Mareşal Ferdinand ( Bulgar Prensi ) Yaveri 
Raimando D'Aranco (İtalyan ) Saray Mimarı
Fausto Zonaro ( İtalyan ) Saray Ressamı 
Arturo Stravolo ( İtalyan) Saray Tiyatrocusu 
Sava Paşa ( Rum) Dışişleri Bakanı 
Ohannes Efendi ( Ermeni ) Ticaret Bakanı 
Ohannes Sakızyan ( Ermeni ) Maliye Bakanı 
Miamili Portakalyan ( Ermeni )Maliye Bakanı
 

 

Diplomatik zekâ

Sultan Abdülhamid, bireysel yeteneklerini diplomaside Osmanlı lehine kullanmayı başarmış bir Sultan idi.

Sayısız örnek bir kenara ABD Büyükelçisi Lewis Wallace örneği üzerinden gidelim.

ABD Büyükelçisi Lewis Wallace ile Sultan Abdülhamid'in dostluğu dillere destandı.

Öyle ki Wallace ülkesine döndüğünde büyük bir Türk muhibbi olarak bu dostluğun vefasını fazlasıyla gösterecekti.

Prof. Dr. İbrahim Kalın, bu dostluğun siyasi artılarını şöyle aktaracaktır:

Wallace'ın Abdülhamid'e olan minnet borcunu ödemesinin ikinci safhasını, Amerika'da yaptığı çeşitli konuşmalarda görüyoruz. Amerikan misyonerlerinin Türkiye'deki faaliyetlerinin ve hassaten Ermeni meselesinin Amerikan kamuoyunun gündeminde olduğu 1890'lı yıllarda Wallace çeşitli konuşma ve beyanatlarında soykırım iddialarının asılsız olduğunu söyler ve Osmanlı Sultanı'nın 'asil, kibar, nazik, düşünceli ve saygıdeğer bir yönetici' olduğunda ısrar eder.

New York Times gazetesin'in 2 Haziran 1895 tarihli nüshasında çıkan bir haberde (s.4), Wallace'ın 'Osmanlı müdafaası ile Türkiye'deki misyonerlerin ve Ermenilerin baskı ve soykırım iddiaları karşılaştırılır. New York Times muhabiri 'Şimdi kime inanmak lazım?' diye sorar ve asıl doğru raporun, Türkiye'deki dindaşlarından geldiğini söyler.

Lewis Wallace (1) (1).jpg
Lewis Wallace

Wallace'ın İstanbul'dayken Türkiye'deki Amerikan-Protestan misyonerleriyle belli bir ilişkisinin olduğunu biliyoruz. Fakat Wallace'ın özellikle Ermeni iddiaları karsısındaki tutumu, misyonerlerin bu faaliyetlerinden kendisinin de nispeten rahatsız olduğunu gösteriyor.

Wallace'ın Ermeni iddialarına karşı Osmanlı yönetimini savunması bu hadiseyle sınırlı değil. 1890'larin sonlarına doğru Abdülhamid'e olan yakınlığı artık alenen bilinen Wallace, yaptığı her konuşmada Ermeni dinleyiciler tarafından şiddetle tenkit edilir.

Boston Ermenileri, 20 Nisan 1900 günü ortak bir bildiriyle Wallace'ı kınar. Wallace'ın Chicago'da yaptığı bir konuşma sırasında gerginlik iyice artar ve konuşma yarım kalır. Fakat Wallace geri adım atmaz.

21 Eylül 1900 tarihinde Washington'da yaptığı bir konuşmada Abdülhamid'i savunmaya devam eder. 'Zannediyorum ki Türkiye'nin Sultanı'nı bütün Amerikalılardan daha iyi tanıyorum' diye söze başlayan Wallace konuşmasına şöyle devam eder: '(Sultan) doğru bir insandır ve onun bir vaadini bir defa bile olsun yerine getirmediğini görmedim …

Türkiye'deki Hristiyanlar, Sultan'ın koruması altındadır ve O'nun koruması olmadan orada kalamazlar. Türkiye'de yaklaşık 3 milyon Yunan ve 4 milyon Ermeni Hristiyan bulunmaktadır ve Sultan onların hepsini kendi tabası addeder. Onlar olmasa Türk devleti yıkılır, zira bu (Hristiyanlar) ticaret ehlidir. Türk, bir savaşçıdır. Fakat yakılan tek bir Hristiyan kilisesi ve yıkılan bir misyoner evi yoktur ki Sultan onu yeniden inşa etmesin. Bunun böyle olduğunu biliyorum.

Abdülhamid bilgili bir insan ve saygın bir diplomattır. Böyle olmasa, Osmanlı İmparatorluğu şimdiye çoktan paramparça olmuştu; çünkü Avrupa'daki herkes ona karşıdır. O, (bu Avrupa güçlerinin) birlik halinde hareket etmesine mani oluyor ve böylece tahtını muhafaza ediyor. O, Paris'te eğitim görmüştür ve Müslüman olmasına rağmen Hristiyan düşünce ve duygulara sahiptir.

(Sultan Abdülhamid, Lew Wallace ve Bir Oryantalizm Hikâyesi - Derin Tarih)


İç dengelerde beklenmeyen hamle: Hamidiye Alayları

33 yıllık uzun iktidarında Sultan İkinci Abdülhamid'e yöneltilen eleştirilerden birisi de 'Devleti Kürtleştirmesi' idi.

Osmanlı'nın 18 eyaletinden birisi olan Kürdistan'da yaşayan Kürtler, o günlerde gruplar halinde payitahta akın ediyordu.

Muhtelif kaynaklara göre çok geçmeden İstanbul'daki Kürt nüfusu 5 ila 30 bin arasına ulaşmıştı.

Sultan Abdülhamid, Kürdistan'dan gelen gençleri okutuyor, askere alıyor; hatta her ramazanda bir akşam iftarını mutlaka bu genç ve talebe Kürtlerle açıyordu.

Bölgede kurduğu Hamidiye Alayları ve İstanbul Kabataş'ta açtığı Mekteb-i Aşiret-i Hümayun ile Sultan Abdülhamid, Osmanlı Sultanları arasında Kürtlere en büyük iltifatı gösteren padişahtı.
 

 

Bu iltifatlar karşılıksız kalmayacak Kürtler de kendisini Bavê Kurdan yani Kürtlerin babası olarak anacaktı. 

Sultan Hamid'in Kürtleri bu denli koruyup gözetmesi kısa sürede İstanbul siyasetinde dedikoduları da beraberinde getirdi.

Bu söylentiler Sultan Abdülhamid'in kulağına kadar çalındığında eleştirilere şöyle cevap verecekti:

Kürt ağalarından bazılarının çocuklarını, İstanbul'a getirip yerleştirdiğim için de tenkit edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hıristiyan Ermeniler nazır mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonra da kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize yakınlaştırmakta ne gibi bir zarar olabilir?

(Alakom - Eski İstanbul Kürtleri)


Kürtler, babaları kabul ettikleri Sultan Abdülhamid'e tahttan indirileceği son saate kadar sadakatini sürdürdü. 

Abdülhamid'in halifelik makamını kullanarak sıkı sıkıya imparatorluğa bağladığı Kürtler, ikinci bir Balkanlar trajedisinin Doğu Anadolu'da yaşanmasına müsaade etmedi ve Rusların bölgeye inmesine karşı etten bir duvar oldu. 
 

 

Hala Sultan'ın suyunu içiyoruz: Hamidiye Suları

1878 yılında Ruslarla yapılan 93 Harbi sonrası İstanbul'a on binlerce muhacir geldi.

Bu muhacirlerle beraber suyun İstanbul ahalisine ulaştırılması ciddi bir krize dönüştü.
 

 

Oysa su, İslam medeniyeti için çok kritik bir önem taşıyordu, çünkü çölün ortasında bir su medeniyeti kuran İslam peygamberinin temiz suya dair birçok nasihati hatta kuralı bulunuyordu.

Dindarlığı ile bilinen Sultan İkinci Abdülhamid duruma el koydu ve İstanbul halkını temiz suyla buluşturmak için harekete geçti.

1897 yılında Kâğıthane'deki su tesislerinin afet sonrası zarar görmesi, Taksim suyunu besleyen Balaban kaynağının taşması üzerine Sultan Abdülhamid, mevcut kaynakların onarılmasıyla işin nihai çözüme kavuşturulamayacağını anladı.

Bunun için önce komisyonlar kurdurup raporlar yazdırdı.
 

Sultan II. Abdülhamid Dönemi’nde çizilen İstanbul’un suyolları ve bendlerinin haritaları.jpg
Sultan II. Abdülhamid döneminde çizilen İstanbul'un suyolları ve bendlerinin haritaları

 

Sultan Abdülhamid'e sunulan raporlar yeni bir suyolunun inşa edilmesini gerekli kılıyordu.

Sultan Abdülhamid projenin her şeyden daha önemli olduğunu belirterek suyolunun inşası için kurulan ekibin başına çok güvendiği isimlerden biri olan Adliye Nazırı Abdurrahman Paşa'yı getirdi.

Abdurrahman Paşa'nın ekibini de bizzat Sultan Abdülhamid oluşturarak çok güvendiği isimler olan Emin Bey, İstihkâm Feriki Berthier Paşa ve Sarayın kimyageri Sarl Bongofski Paşa'yı bizzat projeye tayin etti. 

Komisyon 1899 yılında çalışmalara başladı. Yapılan fizibilite çalışmaların sonucunda Kemerburgaz'ın güney kısmında bulunan Karakemer ve Korukkemer suyunun nitelik açısından tam da aranan kaynak olduğuna karar verildi.

Durum Sultan Adülhamid'e bildirildi ve gerekli onay alınarak hızlıca harekete geçildi.

Hendeshane-i Mülkiye-i Şahane Müdürü olarak görev yapan Hulusi Bey, evvela projeye dâhil edildi.

Ardından bu iş için Avrupa'dan çok büyük makineler ve borular sipariş edilerek getirtildi. 

Makineler geldikten kısa bir süre sonra Cendere Terfi İstasyonu duvar inşası tamamlanmıştı bile.

1902 yılının mayıs ayında test edilen sistemin çalışması İstanbul ahalisini büyük bir sevince gark etti.

Su, bizzat Sultan Abdülhamid'in katılımıyla büyük törenlerle şehre verildi.

Öyle güçlü bir suyolu sistemi kurulmuştu ki bu yola fikrin sahibi ve projenin gerçek yürütücüsü olan Sultan Abdülhamid'in adı verilerek Hamidiye Su Menbası denildi. 

Hamidiye Su hattı tamamlandıktan sonra İstanbul'da bu sudan yararlanan tam 148 çeşme inşa edilmişti.
 

Abdülhamid’in hâl edilmesi (1).jpg
Sultn Abdülhamid'in hâl edilmesi 

 

Sözün nihayeti

Velhasılıkelam; Sultan Abdülhamid toprak kaybetti; lakin devleti ayakta tuttu.

Sultanın başarısını ya da başarısızlığını böylesi ifrat ve tefrit arasında bir tartışma üzerinden ölçemeyiz.

Kendisinden sonra gelen yönetime ucu Balkanlardan başlayıp Hicaz'a kadar uzanan bir devlet bıraktı.

Oysa Sultan Abdülhamid sürgün hayatı yaşadığı sırada, tüm Rumeli'nin kaybedilmesine neden olan Balkan Savaşı meydana geldi.
 

Balkan Savaşları 2 (3).jpg
Balkan Savaşları / Fotoğraf: Wikipedia

 

Bu savaş yüzünden Sultan Abdülhamid az daha Yunanlılara esir düşecekti.

Hükümet Selanik'te bulunan sultanı, İstanbul'a getirmek için bir kurtarma operasyonu hazırladı; ama tam o sırada hükümet değişince plan iptal edildi. 

Düşman şehri dört koldan ablukaya alması üzerine İstanbul'daki idareciler endişeye kapıldı ve Almanya İmparatorluğu'ndan Sultan Abdülhamid'i kurtarması için yardım istedi.

Almanlar bu teklifi kabul etti; ama bu kez Sultanı Almanya'ya götürüp orada İttihat ve Terakki Cemiyeti aleyhine muhalefeti örgütlemesi başka bir endişeyi meydana getirdi. 

Gazeteci Süleyman Tevfik, o günlerdeki kaosu şu şekilde aktarır:

Selanik sükût edince, orada, Alâtini Köşkü'nde bulunan Abdülhamid'in müttefiklerin ellerine geçmesi, bu yüzden de devlet için büyük sıkıntıların doğması ihtimalini göz önüne alan hükümet ile partiler onu İstanbul'a getirmeye karar verdiler. Fakat nasıl ve hangi yoldan getirilecekti? Selanik-Dedeağaç demiryolu Bulgarların ellerinde olduğundan bu yoldan gitmeyi düşünmek bile uygun değildi. İtalyanlarda bulunan 'On iki Ada'dan başka bütün adalarımızı işgal eden Yunanlıların, filoları ile Akdeniz'de bulunduğu cihetle bahren de getirilmesi imkânı yoktu.

O zaman hükümetin, daha doğrusu Cemiyet'in hatırına Almanya sefaretine başvurmak geldi. Abdülhamid'in şahsi dostu ve sevgilisi olan Kayser Wilhelm'in onu esirlik tehlikesine düşmekten kurtarmak isteyeceği şüphesizdi.

Almanya sefarethanesine giden bir heyet, Abdülhamid'in İstanbul'a getirilmesi için yardım istedi. Sefaret, telgrafla Berlin'den sorup olur cevabını aldıktan sonra İstanbul sefareti maiyet vapuru olan Loreley Yatı'nın bu işe tahsis edildiğini bildirdi. Çünkü Alman sancağı altında bulunan bir geminin Yunan filosu tarafından durdurularak aranmasına cesaret edilemeyeceği şüphesizdi.

Abdülhamid'i getirmek üzere hükümet ve Cemiyet tarafından memur edilen üç zat ile Almanya General Konsolosu, Loreley Yatı'yla Selanik'e gidip Abdülhamid'i aldılar ve İstanbul'a getirdiler. Yat; Beylerbeyi Sarayı'nın önünde durarak, evlatları ve ailesiyle beraber Abdülhamid oraya çıkarıldı. Artık eski padişah o sarayda oturacaktı.

Loreley'in dönmesine kadar Cemiyet ileri gelirleri büyük telaştaydılar. Çünkü yatın, Yunan filosu tarafından çevrilmesinden ziyade Abdülhamid'i alıp Almanya'ya götürmesinden korkuyorlardı. Bu vakadan İstanbul halkı, Abdülhamid gelip sarayda taht-ı muhafazaya alındıktan sonra haber aldılar.

(Süleyman Tevfik [Özzorluoğlu],
II. Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Elli Yıllık Hatıralarım)


Osmanlı Devleti'ni 33 sene idare eden, icraatları ile bugün dahi siyasi polemikleri belirleyen Sultan Abdülhamid, beceriksiz idareciler sebebiyle az daha Yunanlılara esir düşecekti.

Bereket versin, Almanlar, Sultan Abdülhamid ile geçmişe dayanan hukukları ve siyasi çıkarları hasebiyle Sultanı kurtarıp sağ salim İstanbul'a getirmişlerdi.

Sultanın toprak kaybettiği yahut kaybetmediği tartışmaları ise ideolojik saikler üzerinden yapılıyor, oysa İkinci Abdülhamid kendi döneminde ve kendi koşullarına göre değerlendirilmelidir.

Bugünün siyasi zeminine göre yapılan her tartışma güdük ve art niyetli kalmaya mahkum olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU