Ne umdu ne buldu: KHK'lı öğretmen bir umut diye gittiği Hollanda'da mülteci kampında 3 parmağını kaybetti

Hollanda'daki GZA kamplarında hasta haklarının hiçe sayıldığını ve tam bir despotizm ile karşı karşıya olduklarını söyleyen Karakoyun, "Buraya bir umutla geldim. Bize reva gördükleri hayat, ne sağlığıma ne de çocuklarımın eğitimine uygun bir hayat" dedi

Vakkas Karakoyun / Fotoğraf: Independent Türkçe

Vakkas Karakoyun'u Independent Türkçe okurları yakından tanıyor. Geçen yıl eylül ayında yine bu sayfalara konuk olmuştu.

Karakoyun; 19 yıllık öğretmenken KHK ile işinden atılan binlerce insandan biri. Üstelik pek çok hastalığı olan bir KHK'lı.

Hastalıkları saymakla bitmiyor: Şeker hastalığı nedeniyle sağ ve sol gözünde oluşan görme kayıpları, iki böbreğinin iflas etmesi, üç kez kalp krizi geçirmesi, ayağında şeker hastalığına bağlı oluşan yaralar...

Vakkas Karakoyun bir yandan hastalıklarla mücadele ederken, bir yandan da KHK'lardan aklanmak için mücadele etti.

Ve mesleğine geri dönüş hakkı kazandı, emekli oldu, yeşil pasaportunu aldı. Ancak yaşadıkları onu Türkiye'den öyle soğutmuştu ki; gitmek aklındaki tek çareydi ve gitti.

Üstelik gittikten sonra, eğer gurbette ölürse, Türkiye'ye gömülmemeyi bile vasiyet etti.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Aradan bir yıl geçti ve Karakoyun, geçen yıl bu vakitler onunla söyleşi yaptığımız mülteci kamplarından hala çıkamadı.

Üstelik sağlığı Türkiye'dekinden daha beter hale geldi, Hollanda devletinin ihmalleri yüzünden üç ayak parmağını kaybetti.

Ailesiyle birlikte beş yıl oturum hakkı elde etti etmesine ama ne başını sokacak bir evi var ne tedavisi istediği gibi gidiyor ne çocukları okula başlayabildi ne de diğer hayaller, umutlar...

Bir yıllık hikayesini anlatırken sık sık gözleri yaşarıyor, konuşmasına bir süre ara vermek zorunda kalıyor ve anlatımlarında "hasta mülteci" olmanın onun sadece fiziksel değil, ruhsal sağlığını da olumsuz etkilediğini gizleyemiyor.

Söze kronik hastalıklarını hatırlatarak başlıyor Karakoyun:

Kalp yetmezliği ve kalpte büyüme , astım, bronşit, koah, diyabet, yüksek tansiyon, uyku apnesi, gözlerde görme kaybı, diyabetik ayak yarası ve diyaliz hastasıyım. Üç kez kalp krizi geçirdim, üç kez anjiyo oldum. Aynı zamanda diyaliz hastasıyım ve hafta üç kez diyalize giriyorum.
 

 

Peki, Hollanda'daki ilk günleri nasıl başladı?

Karakoyun, eşi ve çocuklarıyla birlikte, 20 Eylül 2021'de, Hollanda'nın kuzeyinde bulunan Westerwolde bölgesindeki Groningen eyaletine bağlı bir yerleşim yeri olan Ter Apel'a gelerek iltica etti.

Ter Apel'a yerleştişleri ilk günden itibaren sıkıntılı süreçlerin de başladığını söyleyen Karakoyun, "İlk gün tüm rahatsızlıklarımı söylediğim halde, maalesef hiç umursamadılar bile. Ve bizi kalabalık bir grupla birlikte resepsiyonun yanındaki basket sahasında yatırdılar. Çok söylediysem de 'Prosedür böyle' dediler" şeklinde konuştu.

Vakkas Karakoyun, o günleri şu sözlerle anlattı:

Zaten nefes almakta zorluk çekiyorum, bir de yastıksız minderin üstünde yatmaya çalışmak... İkinci gün, bekleme odasında beklemeye devam ettik. Valizleri emanete aldıkları için maalesef üç gün boyunca hiçbir ilacımı kullanamadım. Defaatle söylediğim halde tek söyledikleri, prosedür böyle. Saat 2.30 gibi diyaliz için taksi geldi. 3.30 gibi diyalize bağlandım. Saat akşamın dokuzu gibi kampa döndüm ki ne göreyim bir gün öncesinden daha fazla bir kalabalık benim gelmemi bekliyor. Diyalizden yeni çıkmışım, o yorgunlukla yaklaşık 3 kilometre ilerideki çadırlara götürüldük. Yaklaşık 1,5 saatlik yürüyüşten sonra çadırlara kavuşabildik, ayağımdaki yara en az iki kat açıldı.


Centraal Orgaan Opvang, yani kısa adıyla COA, Hollanda'daki sığınmacıların kabulü için devlet bağlı çalışan bir kuruluş.

Vakkas Karakoyun COA görevlilerinin ne vicdanı olduğunu ne de Allah korkusu taşıdıklarını söyledi.

Ve Hollanda'daki üçüncü gününü şöyle anlattı:

O yolu tekrar yürüyüp işlemlerin yapıldığı yere zorlukla gelebildim. Saat 2 gibi işlemler bitti. Akşamüstü geçici barınağımıza girebildik. Tabii insülinlerim sıcaktan dolayı bozulmuştu.


"Komedi filmlerinde bile rastlanılmayacak bir aptallık"

Burada bir başka Hollanda devlet kuruluşu olan ve sığınmacıların sağlığından sorumlu GZA adlı kuruluşun adını veren Karakoyun, "GZA'ya çok söylediğim halde hiçbir şey yapmadılar. Diyaliz doktorumun sayesinde anca iki ay sonra insülinlerimi alabildim" dedi.

Sonrası yine zorluk ve Avrupa'da hasta mülteci olmanın en zor halleri.

Vakkas Karakoyun (1).JPG

Karakoyun, Türkiye'den çıkmadan önce, sol gözünde (yüzde 100 görme kaybı) çok ağır bir ameliyat olan retina ve katarakt ameliyatı, sağ gözümde (yüzde 95 görme kaybı) ise katarakt ameliyatı ve göz arkasına iğne yaptırmış.

"GZA'ya gözlerimde tekrar kanama başladığını söylediğim halde hiç ilgilenmediler bile" diyen Vakkas Karakoyun, Bana telefonla 'Git kendin randevu al' dediler. Ben de öyle yaptım. Resepsiyona gittim ve uzun uğraşlardan sonra göz asistanına bağlandım ve tercüman vasıtasıyla sorunumu anlatmaya çalıştım. Gözümde kanama var, dediğimde bana 'Gözünden kan mı fışkırıyor' diye sordular. Sonrasında 'Resmi bir görevliyi çağır' dedi, ben de güvenlik görevlisini çağırdım. Asistan görevliye 'O adamın gözüne bak gözünden kan fışkırıyor mu' diye sordu. Adam da eğilip gözlerime baktı ve kan gelmiyor dedi" ifadelerini kullandı.

Yaşadığım bu anı hiç unutadığını söyleyen Karakoyun, sözlerine şunları ekledi:

Komedi filmlerinde bile rastlanılmayacak bir aptallık. Bunun üzerine ben de göz arkasındaki kanamanın ancak gelişmiş teknolojik aletler ile görülebileceğini anlattım. Bütün rahatsızlıklarımı GZA'ya söylediğim, ilaç raporlarımı ve ilaç listemi verdiğim halde 10 aylık süreç içerisinde hiçbir randevumu yapmadılar. Tüm randevularımı diyaliz doktorum ayarladı.


"Sabaha karşı 5 gibi aradığımız halde ambulans tam 1,5 saat sonra geldi"

Vakkas Karakoyun'un Hollanda'da yaşadığı sağlık sorunları, daha doğrusu ulaşamadığı sağlık hizmeti bununla da bitmiyor;

İlk günden itibaren uyku apnesi cihazı kullanmam gerektiğini birçok kez söyledim. Maalesef GZA yine hiçbir şey yapmadı. Diyaliz doktorum sayesinde 6,5 ay sonra alabildim. Bu süreç içerisinde maalesef sabahlara kadar uyuyamadım. Kalp hastalıklarım da giderek arttı. Üç kez Ter Apel'e, bir kez de Assen'e ambulans çağırmak zorunda kaldım. Hem ben çok sıkıntılar çektim, hem de ailem.


Ama hasta bir mülteciysen ambulans çağırmak bile mesele;

İlk ambulansı çağırmak resepsiyona gittiğimde tansiyon aletimi de yanımda götürdüm. Bir taraftan derdimi anlatmaya çalışıyorum, diğer taraftan sakin olmaya çalışıyorum. Fakat nabız ve tansiyonum giderek yükseliyor. Gece 2 tane tansiyon ilacı kullandığım halde 20/12 tansiyon,126 da nabzım vardı. Sabaha karşı 5 gibi aradığımız halde ambulans tam 1,5 saat sonra geldi. Yine prosedür böyle denilerek yarım saate yakın bekledikten sonra 7.30 civarlarında hastaneye gidebildim.


Vakkas Karakoyun, bu kadar gerginlikten sonra üçüncü kalp krizini geçirdi;

Üçüncü kez ambulans çağırdığımda ise, yine kriz geçirdiğim söylendi ve sabahına da acilen üçüncü anjiyoya alındım. Ondan sonra biraz rahatladım. Kalp doktorum kullandığım kalp ilaçlarının dozajını artırdı.
 

 

"GZA kamplarında hasta hakları hiçe sayılıyor"

Hollanda'daki GZA kamplarında hasta haklarının hiçe sayıldığını ve tam bir despotizm ile karşı karşıya olduklarını söyleyen Vakkas Karakoyun, GZA'nın mülteciler arasında ayrım yaptığını da sözlerine ekledi:

Basit bir rahatsızlığı bulunan insanların transferlerini istedikleri yerlere yapan GZA, benim o kadar rahatsızlıklarım için COA'ya bir mail bile atmadı. Bunun sebebi ise, benim hak arama mücadelemi kampta da sürdürmem.

Bir gün yine GZA'ya gittiğimde iş yüklerinin çok fazla olduğunu, kampta çok insanla uğraştıkların, beni de normal bir hasta olarak gördüklerini söyleyince, ben de Emmen şehrinde kaç insanın yaşadığını sordum.

'Bunun ne ilgisi var' dediklerinde ise, 'Kaç insanda şeker, tansiyon, kalp, uyku apnesi, astım, bronşit, koah, diyabetik ayak yarası ve görme kaybı var' diye ekledim. Bunu sorduğumda çok sinirlendiler ve beni küstah olmakla suçladılar. Bu konuşmadan sonra da, bana hiç doktor randevusu vermediler.


Vakkas Karakoyun, halen tutuldukları Ter Apel'in denize yakınlığı nedeniyle kronik hastalıklarının nemli havadan etkilendiğini ve bu yüzden başka bir şehre transfer istediğini, ancak bu talebinin de karşılanmadığını anlattı.
 

 

Peki, nasıl bir ortamda yaşıyor o ve ailesi?

"Ter Apel'de ilk önce konteynerler olarak bilinen bir eve verildik. Haftada üç kez diyalize gideceğim için taksilerin içeriye girmeyeceğini, bu nedenle diyalize gidip gelirken 1 kilometre mesafede bulunan resepsiyona kadar yürümem gerektiğini söylediler. Üç COA görevlisi kaldığım yere kadar gelerek zorla götürmeye çalıştılar. Yaklaşık 500 metreyi 7-8 kez dinlenmek suretiyle yarım saatte yürüyebildim. Bunun üzerine içlerinden birisi vicdana gelerek taksiyi B binasının yanına çağırdı. Ancak o şekilde diyalize gidebildim. Uzun mücadelelerden sonra taksiler kaldığım konteynerin yakınındaki resepsiyonlara gelmeyi kabul etti.


Vakkas Karakoyun, Hollanda'ya gittiğinin 10'uncu ayında oturum alabilmiş; ama hala bir evi yok. 

Ailesiyle birlikte mülteci kampında kalmaya devam ediyor.

Karakoyun, "Kronik hastalıklarımdan dolayı erken mülakat isteğimi GZA ile COA'ya birçok kez ilettiğim halde, maalesef bu talebim de dikkate alınmadı ve 9'uncu ayın ilk haftası mülakat tarihi açıklandı. 10'uncu ayın ilk haftasında oturumumuzu alabildik. Ancak hala bize bir ev verilmesini bekliyoruz. Bütün sürecimiz çok yavaş ilerliyor. Biz ülkenin güneyini istedikçe onlar en kuzeye verdiler. Oturum kampımız ise maalesef kuzeydoğu Hollanda'daki bir şehir olan Assen oldu" dedi.

"Assen'e geldiğimizde bizimle ilgili olumsuz raporlar bizden önce gelmişti" diye konuşan Karakoyun, "Çünkü bizi 9 kişilik tek bir odaya yerleştirdiler. Ben bu duruma itiraz ettim ama kesinlikle dinlemediler, ayrıca diyaliz günüm olan Cumartesi günü gelmiştik, diyalizim bile Assen'de ayarlanmamıştı. Kendi gayretlerimle eski diyaliz merkezine gidebildim. Yaklaşık bir ay sonra Assen'deki diyaliz merkezinde diyalize girmeye başladım" sözleriyle anlattı.

Assen'deki ilk günlerinde 9 kişilik odada kalamayacağını ve tüm rahatsızlıklarını söylediği halde, 2-3 hafta burada kalmaları gerektiği; "sonradan bir hal çaresine bakılacağı" ve "itiraz hakkının olmadığının" kendilerine söylendiğini ifade eden Karakoyun, "Yani rahatsızlıklarım dikkate alınmadan transferimiz yapılmıştı" dedi.

Vakkas Karakoyun, sözlerini şöyle sürdürdü:

İlk gün diyalizden geldiğimde çok yorulmuştum. Uyumaya çalıştım ama nafile. Kafamı her yastığa koyduğumda kalbimin ve nefesimin daraldığını hissediyordum. Tansiyon ve nabzım giderek yükselmeye başladı. Tansiyonum: 18/11, nabız 120 olmuştu.

Daha fazla dayanamadım ve can havliyle kendimi dışarı attım. Yarım saat sonra güvenlik görevlilerinden acilen ambulans çağırmalarını rica ettim. Ambulanstaki doktora durumu anlatınca, doktor görevlilere kızarak bu beyefendi toplu halde kesinlikle kalamaz ve acilen süit evlerden birisine yerleştirilmemiz gerektiğini söyledi.

Sabaha karşı ancak eve girebildim. Birkaç saatlik uykunun ardından 11 gibi COA görevlileri gelerek bizi suit diye tabir edilen bir eve yerleştirdiler, üç günde üç kez taşındık.

 

 

Karakoyun; şu an kendilerine verilen ve suit diye tabir edilen mekanı ise şu sözlerle anlattı:

Kampın giriş katı komple COA'nın çalışma alanı, eski bir hastaneden bozma üç katlı bina. Biz ikinci kattayız, iki kat merdiven çıktıktan sonra yaklaşık 100 adım atıp evime girebiliyorum.  Ayağımdaki diyabetik yara nedeniyle merdiven çıkamamam onların umurunda bile değil. Merdiven inip çıkmaktan ayağımdaki yara iki kat büyüdü ve iltihaplandı. Assen'deki hastanedeki alçı odasında ise ayağıma sadece köpük sıkılıp bir bezle silindi. Parmaklarım kesilmeden 2 hafta önce Assen'deki ortopedi cerrahi daha önce hiç antibiyotik kullanıp kullanmadığımı sordu. Ben de daha önce gittiğim doktorlardan çok istediğim halde maalesef hiçbir doktorun antibiyotik yazmadığını anlattım. En son Assen'deki doktor iki kutu 300 miligramlık antibiyotik yazdı. Fakat iş işten çoktan geçmişti. GZA, COA ve hastanelerdeki ihmalkarlıklar neticesinde üç parmağımı kaybettim, birkaç hafta önce üç parmağımı kestiler.


"Çocuklarıma 'Babanız artık çenesini kapatsın' diye açık açık söyledi"

Ayrıca, Hollanda'da sosyal görevlilerin bile mültecilere ayrımcı yaklaştığını söyleyen Vakkas Karakoyun, bir deneyimini paylaştı:

Belediye görüşmesinde kontak personelimiz olan Arjan bize 'Siz mülteciler Hollanda'ya geldikten sonra Hollanda'yı sömürmeye çalışıyorsunuz. Kardeşim 30 yaşında beş yıldır ev bekliyor, siz bir yıl içinde eve geçmek istiyorsunuz' gibi sözler söyledi. Belediyemiz ülkenin en kuzeybatısında Heerven olarak açıklandı, buna itiraz edince de bizzat görevli tarafından tehdit edildim. Çocuklarıma 'Babanız artık çenesini kapatsın' diye açık açık söyledi. Bunu şikayet etmek için mail gönderdiğimde ise, bizi bir yıl daha kamplarda tutmakla tehdit etti.


"Bize reva gördükleri hayat, ne sağlığıma ne de çocuklarımın eğitimine uygun"

"Ben buraya bir umutla geldim, çocuklarımın eğitime devam etmesini istiyordum. Ancak bize reva gördükleri hayat, ne sağlığıma ne de çocuklarımın eğitimine uygun bir hayat" diye konuşan Karakoyun, "İki oğlum üniversiteyi yarım bırakıp geldi ve bize 'Burada yaşayın' dedikleri yerlerde, onların eğitimine uygun kurumlar yerler yok. Üçüncü oğlum da Groningen'deki bir okulun sınavına girip kazandı, ancak biz Groningen'in çok uzağına gönderildik" ifadelerini kullandı.

Vakkas Karakoyun, bütün hayatını ve emeğini geride bıraka gittiği Hollanda'da mülteci olmanın, üstelik hasta mülteci olmanın zorluklarını hala yaşıyor.

Hayatı ne zaman düzene girecek, gerçek bir sağlık hizmetine ne zaman erişecek?..

Bu soruların yanıtını da uzun bir zaman alamayacağını düşünüyor. Tabii eğer hayatta kalabilirse...

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU