Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre Türkiye'deki cezaevleri kapasitelerinin çok üstünde tutuklu ve hükümlüye ev sahipliği yapıyor.
Açık ve kapalı olmak üzere Türkiye'de 384 ceza infaz kurumu bulunuyor. Bunların toplam kapasitesi 275 bin 859. Ancak bu cezaevlerinde 314 bin 502 tutuklu ve hükümlü bulunuyor.
Cezaevlerinde kapasitenin üstünde insan bulunduğu için pandemi nedeniyle açık cezaevlerinde bulunanlara izin verildi.
Bunların izin süresi uzatılsa da yine de Türkiye'deki cezaevlerinde çok fazla insan kalıyor.
Uzun süredir af çıkartılmadı
Zaman zaman eleştirilere konu olan bu duruma çözüm de aranıyor. Ancak uzun süredir bir af da çıkartılmadı.
Bu yığılmayanın yanı sıra cezaevinde kalmaları sıkıntı oluşturan hasta tutuklu ve hükümlü insanlar da yok değil.
Bu duruma çözüm bulmaya çalışan Adalet Bakanlığı, Ceza İnfaz Yasası'nda değişiklik öngören bir çalışma başlattı.
Çalışma, hasta olan tutuklu ve hükümlüler için "şartlı tahliye" ve "kelepçeli muayene" gibi düzenlemeleri içeriyor.
Aslında "şartlı tahliye" ve "kelepçeli muayene" konusu uzun süredir kamuoyunun gündemini meşgul ediyor.
Ağır hastalığa rağmen tahliye edilmiyor
Örneğin 6 yıldır Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi'nden tutulan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Aysel Tuğluk'a, cezaevindeki 5'inci yılında demans tanısı konuldu.
"Cezaevinde tek başına yaşamını sürdüremez" denilen Tuğluk, rahatsızlığına rağmen tahliye edilmiyor.
Aslında Tuğluk gibi ileri derece hasta olan birçok tutuklu ile hükümlü bulunuyor. Bunların tahliye edilmeleri için de bir süredir çeşitli kampanyalar düzenleniyor.
Kamuoyunda tartışılan konulardan biri de Gezi davasından 18 yıl hapis cezası alan Mücella Yapıcı'nın kelepçeli muayene edilmesi oldu.
Geçen ay Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'ndan bir mektup kaleme alan Yapıcı, sağlık sorunları nedeniyle götürüldüğü tüm muayenelerde ellerindeki kelepçenin çıkarılmadığını dile getirdi.
Şimdiden Adalet Bakanlığı'nın çalışmasının nasıl bir düzenleme içerdiği bilinmez, ancak sivil toplum kuruluşları ve insan hakları temsilcileri çalışmanın fark gözetilmeksizin herkesi kapsaması gerektiği görüşünde.
"Binlerce ağır hasta var"
İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Avukat Öztürk Türkdoğan, Independent Türkçe'ye yaptığı açıklamada, 650'si ağır olmak üzere bin 500'ün üzerinde hasta mahpus olduğu bilgisini paylaştı.Türkdoğan, "Tahminlerimize göre sayı bunun en az üç katı olduğu yönündedir" dedi.
Adalet Bakanlığı'nda kesin sayı olduğunu ama bunun hiçbir zaman kamuoyuyla paylaşılmadığını kaydeden Türkdoğan, "Bugüne kadar ki pratiklerimiz bize bunu gösterdi. Örneğin bin 500 hasta varsa bunu 4 ile çarptığımızda 6 bin civarında hasta mahpusa tekabül ediyor. Yine 650 ağır hasta diyorsak da bunun da yaklaşık 2 bin 500 civarında ağır hasta olduğunu söyleyebiliriz. Bunların acilen tahliye edilmesi gerekiyor" diye konuştu.
"Ayrım olmaksızın herkesi kapsamalıdır"
Çalışmanın tutuklu-hükümlü ve adli-siyasi fark etmeksizin herkesi kapsaması gerektiğini vurgulayan Türkdoğan, "Çalışma suç ayrımı olmaksızın herkesi kapsamalıdır. Çünkü sağlık hakkı yaşam hakkı ile bağlantılıdır. Yaşam hakkı ise her halükarda korunması gereken bir haktır. Bunda ayrımcılık yapılamaz ki anayasanın 15. maddesi olağanüstü hal ve savaş halinde bile hiç kimsenin yaşam hakkına dokunulamayacağını ifade ediyor" ifadelerini kullandı.
Birleşmiş Milletler'in infazda eşitliği şart koşan "Mandella Kuralı"nı hatırlatan Türkdoğan, Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamındaki mahpusların ayrımcılığa maruz kaldığı için en fazla ağır hastanın onlardan olduğunu belirterek, devamında şunları kaydetti:
"Eğer onlar kapsam dışı kalırsa zaten yapılacak çalışmanın bir anlamı kalmayacak. Adalet Bakanlığı böyle bir çalışmayı yapacağını açıkladı. Bu konularda çok tecrübeli bir insan hakları örgütü olarak tavsiyemiz mutlaka bizim gibi insan hakları örgütleri ve baroların görüşlerine başvurmalarında fayda var. Onlar başvurmasa da biz bu konudaki görüşlerimizi kapsamlı bir rapor halinde hazırlayıp hem basına hem de Adalet Bakanlığı'na göndereceğiz."
"Sağlık hakkı hiçbir şart ve koşula bağlanamaz"
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı Dr. Metin Bakkalcı ise hasta mahpuslar meselesinin cezaevlerinin önemli bir sorun alanı olduğu görüşünde.
Bu konunun somut ve doğrudan sağlık hakkı çerçevesinde ele alınması gerektiğinin altını çizen Dr. Bakkalcı, "Sağlık hakkıyla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Türkiye dahil olmak üzere pek çok ülke ile ilgili kararları olduğu gibi, devletler açısından da yükümlülükleri var" hatırlatmasında bulundu.
Sağlık hakkının hiçbir şart ve koşula bağlanamayacağı gibi ihlal edilemeyeceğini vurgulayan Bakkalcı, şunları söyledi:
"Bu konuda Türkiye'de mevcut ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunda bazı belirlemeler var. Örneğin geçmiş dönemde mahkumun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılırdı, ancak buna ‘toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağı' ibaresi eklendi. Bu ibare derhal kaldırılmalı. İkincisi burada ‘mahkumun' derken doğrudan hükümlülere atfedilen bir durum var. Oysa AİHM 213 Gülay Çetin kararında çok açık olarak hükümlülere ilişkin uygulamaların tutukluluk koşullarında da geçerli olması gerektiği yönündedir. Yani tutuklular içinde geçerlidir."
"Kelepçeli muayene insanlık onuruna doğrudan saldırıdır"
Meselenin tespiti için Adalet Bakanlığı'na bağlı ve yetkilendirilen Adli Tıp Kurumu'nun (ATK) bağımsızlığının çokça tartışma konusu olduğunu dile getiren Bakkalcı, "Bağımsızlığı güvence altına alınmış tıbbi değerlendirme raporlarının esas alınması en kritik konulardan biridir. Çeşitli kurumlardan hayati açıdan önem teşkil ettiği ortaya konulmasına rağmen ATK'den farklı görüşler çıkabiliyor" dedi ve ekledi:
Öncelikle ATK'nin bağımsızlığı sağlanmalı ve başta üniversiteler olmak üzere tıbbi değerlendirme heyetlerinin verdikleri raporlar güvence altına alınmalıdır. İstenir gece dahi bu düzenleme değiştirilebilir. Siyasi-adli veya tutuklu-hükümlü farkı gözetilmeksizin herkes için uygulanmalı, bunun müzakere edilecek hiçbir yanı yoktur. Mahpuslar ayrımcılığa maruz kalmamalı. Mandella Kuralı dediğimiz kuralın ilk bölümü cezaevindeki bütün insanlar için geçerli ve bu en asgarisidir. Ayrıca kelepçeli muayene insanlık onuruna doğrudan bir saldırı anlamına geldiği gibi etkin tıbbi bir uygulamanın gerçekleşme zeminini de ortadan kaldırır. Bu da özünde hekim-hasta güven ilişkisini zedeleyeceği için orada tıbbi bir müdahaleden söz edilemez. Muayene bağımsız ve güvenlik görevlisinin olmayacağı bir ortamda yapılmalıdır.
"Mahkumun kişiliği, kimliği ve suçuna bakılmamalı"
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Genel Başkanı Av. Kaya Kartal da mahpuslarla ilgili yapılacak bir çalışmanın suç ayrımı gözetilmeksizin yapılması gerektiği görüşünde.
Bugüne kadar çokça ayrım yapıldığını ve bunun suç, ceza ve infaz dengesini bozduğunu aktaran Kartal, "Suç tipleri yönünden günün sonunda öyle bir hal aldı ki gerek suçların cezası gerekse de infaz rejimi açısından ciddi makas açıklığı oluştu" dedi.
Ceza kanunları hazırlanırken suç ve işleniş tiplerine göre belli bir denge gözetildiğine değinen Kartal, "Son ceza kanunun 2005'te yürürlüğe girmişti. O tarihten bu yana çok ciddi sıkıntıları gündeme taşıdı. Eşitlik ve adalet ilkesi açısından problemler var. Dolayısıyla bir düzenleme yapılacaksa mahkumun kimliğine, kişiliğine ve suçuna bakılmaksızın, öncelikle devlete emanet edildiği değerlendirilerek bir çalışmanın yapılması gerekir. Genel çerçevede bütün siyasi mahkumların ‘çıkması toplum açısından risk teşkil ediyor' diyerek sürecin engellenmesi doğru değil. Bugüne kadar maalesef birçok dosyada bunu gördük" değerlendirmesinde bulundu.
"Adli Tıp Kurumu'nun yapısı problemli"
Yapılacak çalışma hakkında bilgi sahibi olmadıklarını ancak çalışmanın eşit ve adil bir plan çerçevesinde yapılması çağrısında bulunan Kartal, "Uygulamanın da buna uyacak şekilde hareket etmesi, mekanizmaların güncellenmesi ve gözden geçirilmesi gerekir. Aslında bugün hasta mahpuslar meselesinde en büyük sıkıntı Adli Tıp Kurumu'dur (ATK). Devlet ve üniversite hastaneleri mahpusların cezaevinde kalamayacaklarına ilişkin rapor veriyor ama nihai merci ATK bu konuda çok katı bir tutuma sahip. Raporlara rağmen ‘cezaevinde kalabilir' şeklinde kararlar veriliyor. Halbuki iki taraf da doktor, bu raporlar nasıl bu kadar farklı olabiliyor? diye düşündüğümüzde karşımıza ATK'nin yapısıyla ilgili problemler çıkıyor" dedi ve sözlerini şöyle tamamladı:
ATK tamamen Adalet Bakanlığı'na bağımlı bir şekilde teşekkül edilmiş bir kurum. Başkanının cumhurbaşkanı, yöneticilerin de bakanlık tarafından belirlendiği bir mekanizma var kaşımızda. Mevcut haliyle verdiği raporlar hakikaten gerçeğe uygun olsa bile şekil itibariyle tatmin edici değildir. Objektif olarak bakıldığında birçok vakada maalesef verilen raporların gerçekle uyumlu olmadığını görüyoruz. Hasta mahkum cezaevinde öldükten sonra ATK'nin ‘cezaevinde kalabilir' raporu hapishaneye ulaşıyor. Bu Anayasa Mahkemesi kararına yansıdı. Yani bu kadar problemli raporlar verebilen bir kurumdan söz ediyoruz. Ancak daha somut ifade edebilmek için bakanlığın hazırlayacağı çalışmayı görmek gerekir.
© The Independentturkish