Sadece diyalogla değil…

Bunlar gerçek krizlerdir ve diyalogla değil, içlerindeki dengesizliği gidermek için yapılacak ciddi çalışmalarla çözülebilirler

Fotoğraf: AA

Cezayir, Tunus ve Mısır'da ulusal diyalog başlatma fikri, Kuzey Afrika'daki ülkelerin krizlerine çözüm olarak sunuluyor.

Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki beş klasik kriz ciddi bir şekilde ele alınmadıkça, gelişmekte olan ülkelerdeki krizler yalnızca diyalog yoluyla çözülemez.

Bu krizler sadece Kuzey Afrika'yı kapsamıyor. Irak, Suriye, Lübnan gibi Arap dünyasının çoğu ülkesinde ve bazı Körfez ülkelerinde de bu krizlerin pek çok parçası net bir şekilde görülüyor.

Bu makalemizin amacı, siyasal gelişim ve geleneksel devletten modern devlete geçiş dönemi krizlerini ve bu beş krizin bahsi geçen devletlerin siyasi otomasyonu üzerindeki sonuçlarını hatırlatmaktır.

Bu ciddi krizler hakkında bir diyalog elzem olsa da başlı başına bir çözüm değildir.

Siyasal gelişim ve geleneksel devletten modern devlete geçiş döneminin krizlerinden ilki, kimlik krizidir.

Özellikle birden fazla mezhep, etnik köken, din, dil ve lehçelerin olduğu toplumlarda bu görülmekte.

Son zamanlarda Sudan örneğinde tanık olduğumuz gibi, bazen bölgesel meseleler, ayrılıkçı vakaların habercisi olur.

Nitekim ulusal kimlik krizi, Sudan'ın kuzey ve güney olmak üzere iki cumhuriyete bölünmesine yol açtı.

Sudan'ın durumu, kimlik krizi ile ilgili grafik çizgisinin üzerinde yer alan Irak'ın durumundan çok da farklı değil.

Sudan'da güneydeki Hristiyanların taleplerini ciddiye almayan gayriciddi bir ulusal diyalog yapılmıştı.

Sudan'daki yetkili makamların yürüttüğü diyaloğun ciddiyete sahip olmaması ve Kuzey Darfur eyaletindeki sorunun devam etmesi nedeniyle Kuzey Darfur eyaleti de Güney Sudan devletinin yolundan gidebilir.

Demek istediğim şey şu, ulusal kimlik krizi, gelişmekte olan ülkeler, Sudan ve Irak -buraya Lübnan da eklenebilir- için bir felaket olabilir. Bu krizi sadece yüzeysel bir diyalogla değil, ciddiyetle ele almak bu ülkeler için çok külfetli olabilir.

En az kimlik krizi kadar tehlikeli olan ikinci kriz ise meşruiyet krizidir.

Modern demokratik ülkelerde yönetim sisteminin meşruiyeti, yöneten ile yönetilen arasında veya devlet içindeki nüfusun çoğunluğu ile kaynakları yönetmek ve dağıtmakla görevli yönetim rejimi arasındaki bir kabul ve rıza meselesidir.

Modern ülkeler dünyasına girmek isteyen gelişmekte olan ülkelerin, geleneksel meşruiyetten yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiyi kabul ve rızaya dayalı bir bağlamda düzenleyen toplumsal bir sözleşmeyi ve vatandaşlığı temel alan modern meşruiyete geçmeleri gerekiyor.

Meşruiyetteki çatlak veya kabul ve rıza durumundaki eksiklik sorunu, gelişmekte olan ülkeler tarafından farklı derecelerde güç kullanılarak veya baskı ve şiddete başvurularak çözülmektedir.


Siyaset biliminde meşruiyet eksikliğini şiddet kullanarak kapatma yoluna giden ülkeler, zayıf ülkeler olarak sınıflandırılmaktadır.

Herhangi bir egemen rejimin meşruiyet krizi, ancak bu tür rejimlerin üçüncü krizi olan siyasi katılım krizinin çözülmesiyle halledilebilir.

Bu, diyalogdan ziyade, bu ülkelerin nispeten var olan istikrarını zedeleyecek şiddet veya kaos durumlarının ortaya çıkmasını önlemek için siyasi katılım çemberinin zarar görmüş grupları içerecek şekilde genişletilmesi ile çözülebilecek bir krizdir.


Üçüncü krizin siyasi katılım krizi olduğunu söyledik. Modern ülkelerde vatandaşlar yönetime oy sandığı aracılığıyla katılmaktadır.

Oy sandıkları vatandaşın güvenini kazanmış bir araçtır. Ancak halk yönetime sadece sandık ile katılmıyor. Bunun çeşitli yolları vardır.

Antropoloji hakkında biraz bilgisi olan siyaset bilimcilerin görüşüne göre, vatan olarak adlandırılan bu şirkette vatandaşın hissesi olduğunu hissettiği bir durum oluşturarak toplum içinde bir memnuniyet hali üreten her türlü araç bu sınıfta yer almaktadır.

Yani bu, diyalogdan ziyade siyasi katılım alanlarını genişleterek ve hükümetin egemenliği altında olduğunu iddia ettiği topraklarda bir ulusal ortaklık duygusu oluşturularak çözülebilecek siyasi bir krizdir.
 


Son iki krizi, -iktidardaki rejimin toprakları içindeki adaletsiz servet ve menfaat dağılımı krizi ve rejimin hükmettiğini iddia ettiği topraklara nüfuz edip varlığını hissettirememesi krizi- özetlemeye çalışacağım.

Bunlar gerçek krizlerdir ve diyalogla değil, içlerindeki dengesizliği gidermek için yapılacak ciddi çalışmalarla çözülebilirler.

Örneğin, bölgemizde basın tarafından dile getirilen klişeleşmiş adaletsiz servet dağılımı krizinde, toplumda değer dağılımına izin veren güçlü kurumların olması gerekir.

Çünkü bazen yönetimin bir arzusu oluyor, ancak bu arzuları yerine getirecek kurumlar olmuyor. Devletin bütün topraklarına nüfuz edememesi ve varlığını hissettirememesine gelince, bu, Sudan gibi herhangi bir ülkeyi ayrılığa sürükleyecek türde bir krizdir.

Sudan'da ne ordu tüm toprakları yönetiyordu ne polis vardı ne de devlet vergi toplayabiliyordu. Arap dünyasının tamamı Sudan gibi ya da yukarıda bahsedilen beş krizin hepsinin etkileşime girdiği ve iç savaşın patlak verdiği Lübnan gibi değil.

Ancak Lübnan ve Sudan iki uç örnek olsa da ülkelerimizin çoğu iki örneğe farklı derecelerde uzak ve yakındır.

Buralarda beş kriz değişen düzeylerde kendini göstermektedir ve bunların hepsi diyalogla çözülemeyecek siyasi krizlerdir.

Bu krizler meşruiyetin yenilenmesini, katılım dairesinin genişletilmesini ve varlığının yanı sıra, bütün vatandaşları kapsamlı siyasi bir çerçevede toplama gücüyle müdahalede bulunup memnuniyet ortamı oluşturabilen kurumların inşa edilmesini sağlayacak ciddi bir çalışma ile çözülebilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU