Çok kutupluluk ve tek kutupluluk

Asıl sorun, ABD'nin tek kutup olarak sorumluluklarının birçoğunu terk etmiş olmasıdır

İllüstrasyon: Ingram Pinn/FT

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana, özellikle Araplar ve aynı zamanda Arap olmayanlar oklarını dünyanın tek kutuplu liderliğine, yani ABD'nin liderliğine yönelttiler.

Çin'in ekonomik ve Rusya'nın askeri yükselişi, bu liderlikten nefret edenler için fırsatlar sağladı ve onlara bunun üstesinden gelme umudu verdi.


Mesele şu ki tek taraflı liderliği reddetmek makul ve prensipte adil tutumdur.

Çok kutupluluk, en azından, bu kutuplardan herhangi birinin çılgınlığını, bencilliğini ve keyfiliğini sınırlayabilir.

ABD, Avrupa güçleri İngiltere ve Fransa ile rekabet etmek, dekolonizasyonu desteklemek ve bu tek taraflılığı kırmak üzere rekabet etmek için öne çıktığında kısmen bunu yaptı.

Fransa, 1950'li yıllarda Vietnam'da yenildi ve Mısır'daki yenilgiyi İngiltere'yle paylaştı. Asya'da ve Mısır'daki bu iki yenilgi uluslararası dengelerde büyük bir değişimi beraberinde getirdi.

Bu değişim, önce Hindistan'ın 1947'de İngiltere'den, sonra Cezayir'in 1962'de Fransa'dan bağımsızlığının yolunu açtı.

O sıralar Stalin sonrası Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarından olan Doğu Bloku'nun ötesine genişledi.

Böylece dünya, Soğuk Savaş'ın sonuna kadar süren iki kutuplu bir yapıya sahip oldu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu yazının amacı, Soğuk Savaş'ın artılarını ve eksilerini tartışmak ya da bunları karşılaştırmak değildir.

Burada iki husustan söz etmek yeterlidir. Öncelikle, ABD ve Sovyetlerin Avrupa'nın mirasına konmaları, bu iki gücün yükselişiyle birlikte Avrupa'nın gerilemesinin ürünü olduğunu düşündüğümüz sürece komplo değildir.

Bu tıpkı, Osmanlı'nın çöküşünün Maşrık'ta mandaların kurulmasına yol açması gibidir. İkinci olarak mevcut herhangi bir uluslararası mimariyi kırma arzusunun izini belirli bir siyasi, ideolojik veya coğrafi kimliğe kadar sürmek zordur.

Bu, asgari koşullarından yoksun da olsa neredeyse eşyanın doğasında olan bir arzudur. İki kutuplu dünya da üçüncü bir blok oluşturarak iki kutupluluğu kırmak veya genişletmek arzusundaydı.

Nitekim 1950'li yıllarda 'pozitif tarafsız ve bağlantısız' ülkelerin (Hindistan, Yugoslavya, Endonezya, Mısır ...) 'üçüncü dünya' ülkelerine bağımsızlık için seslerini yükseltmeleri yönünde girişimde bulunduklarını gördük ki, söz konusu ülkelerin genel olarak Moskova'ya Washington'dan daha yakın olduğu bilinmektedir.


60'lı yıllara geldiğimizde, Sovyet-Çin çatışmasıyla da birlikte, Çin'in Pekin çevresinde bir blok oluşturma girişiminin başlangıcına tanık olduk.

Çin'in komünist birliği ve Fransa'nın da Atlantik birliğini bölmesi gibi Charles de Gaulle ve okulu, takip ettikleri 'büyük güç siyaseti' dahilindeki Avrupa vizyonlarını gizlemediler.

Fransız ulusal güvenliğinin NATO'nun koruması ve gözetimi altında olmasını reddederek, Fransa'yı ABD ile Sovyetler arasında üçüncü bir blok olarak konumlandırdılar.

1979'daki İran devrimi ise 'ne doğulu ne batılı' sloganıyla bu şeytani bloktan bağımsız olma arzusu taşıyordu.


Çin'in şu anki rolünden on yıllar önce, üçüncü bir blok oluşturmanın yolu da ekonomi üzerine oynanan bahislerden hali değildir.

70'li yıllarda Huari Bumedyen'in Cezayir'i, endüstriyel 'kuzey ülkeleri'nin aksine 'güney ülkeleri' projesini destekledi.

Bu yüzyılın başında "BRICS" olarak bilinen yükselen ekonomiler projesi hayata geçirildi. Rusya, Çin, Hindistan ve Brezilya'yı içeren bu projeye daha sonra Güney Afrika katıldı.

Burada tarihi süreçte yaşananları göz önüne aldığımızda şunu not etmemiz gerekiyor ki, tekilliği ve ikiliği kıracak yeni bir blok oluşturmak için yalnızca niyet yeterli değildir.

Bunun için şu üç unsurun bir devlette aynıyla anda olması gerekir: Ekonomik güç, siyasi-askeri güç ve cazip bir model ki, deneyimler ve halkların tercihleri bunun bir demokratik model olduğunu gösteriyor.
 


Çin küresel bir kutup olma yolunda ilerliyor, ancak modelinin zayıflığı ve kısmen de siyasi ve askeri zayıflığı nedeniyle henüz bunu gerçekleştiremedi.

Rusya, Sovyetlerin dağılmasıyla kutup olarak liderliğini kaybetti ve muhtemelen bunun hayalini kuruyor.

Çin'in girişiminin dayandığı şey yalnızca ekonomi ise gerek ekonomik anlamda zayıflık gerekse de modelin cazip olmaması Rusya'nın başarılı olmasının önündeki iki engeldir ki, askeri güce başvurması bu başarısızlığın sonucudur.

Gaulle'nin ardından Fransa, dış politikasının merkezinde yer alan ayrışma çabasıyla ve protesto sesleriyle de olsa Batı birliğine yeniden katıldı.

Bağlantısızlar Hareketi hiçbir sonuç vermedi. Çünkü modeldeki zayıflık başta olmak üzere zikrettiğimiz şartların hiçbirinde yeterli değildi.

Batılı ülkelerle olan siyasetle karışık ekonomik girişimler de -aralarındaki uyumsuzluk ve zayıflıkla birlikte- dikkate değer bir sonuç vermedi.


Arzuları ve niyetleri bir kenara koyduğumuzda dünyada liderlik şartlarına sahip olan tek tarafın ABD olduğu görülür.

Birimizin, ABD, Avrupa, Japonya, Avustralya çok kutupluluğunu ya da Rusya ve Çin rejiminin demokratik bir modele dönüşmesi durumunda ABD, Rusya ve Çin çok kutupluluğunu tercih etmesi gayet meşrudur.

Fakat bu seçenekler dahilinde görünmemektedir. Bugün yaşadıklarımıza bakıldığında dünyanın tek kutuplu bir çağda yaşıyor olması belki de en küçük sorunumuzdur.

Asıl sorun, ABD'nin tek kutup olarak sorumluluklarının birçoğunu terk etmiş olmasıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU