Çin ve parlayan güneşi

Tüm bunların ortasında Çin tek başına duruyor ve dünyanın 21'inci yüzyılla uyumlu başka bir tür "süper güce" tanık olması için "Orta Krallığa" gelmesini bekliyor

Fotoğraf: Reuters

Ukrayna krizinde kimin kazanıp kimin kaybettiği sorusunun cevabı Rus-Ukrayna savaşının bitmesini bekleyecek. Ama Çin'in kesin kazanan olduğuna şüphe yok.

Bu makale yazıldığında, savaş sekizinci gününe girmişti ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın Kiev ile savaşının hazırlanan planlara ve belirlenen programa göre ilerlediğini duyurdu.

Putin'in açıklamalarından Rusların, Ukrayna başkentinin kapısında durmasının Ukraynalıların kararlılığının sonucundan ziyade Rus planlarıyla uyumlu bir adım olduğu sonucu çıkıyor.

Putin'e göre diğer Ukrayna şehirlerinde yaşananlar da yine planlara uygun ilerliyor. Görünüşe göre plan; yaklaşık 1 milyon insanın topraklarını terk etmesi için Ukrayna halkına daha fazla baskı yapmaktı.

Her halükarda Rus ve Ukraynalı tarafların ilaç ve gıda için "insani" koridorlar açma konusunda anlaşmaları, Ukrayna halkına az da olsa bir ışık oldu.

Bu adımın sonuçları ve kendisini geçici veya halen gizli tutulan başka adımlar izleyip izlemeyeceği bir yana, her iki taraf ateşkese ihtiyacı olduğunu duyurmakta acele etmek istemiyor.

Halihazırda tutarlı görünen tek taraf Çin. Ama kendisi aynı zamanda krizin sonunda dünyanın, uluslararası sistemde en azından Çin'in kutuplar arasında ayrıcalıklı bir konuma sahip olmasını sağlayacak kısmi bir değişikliğe izin vermesi gerektiği konusunda da kararlı.

Çin'in ayrıcalıklı bir konuma sahip olmak yolundaki ilk hamlesi, Çin devletinin istediği şekilde değişmesi için yeterli olan uzun yıllar boyunca içinde yaşadığı "stratejik saklanma" durumundan çıkmak oldu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bir sonraki ve halihazırda yaşamakta olduğu "Orta Krallık" aşaması ise kendisinin belirlediği zaman içinde oluştu.

Çin'in ilk göze çarpan zamanlaması, ABD'nin Afganistan'dan çıkışından sonra, Taliban'a kimsenin reddedemeyeceği bir anlaşma teklif etmek için Rusya, İran ve Pakistan'ın katıldığı bir toplantıya öncülük etmesiydi.

Bu anlaşmada ne terör örgütlerinin kullanımı ne de Afgan içişlerine müdahale yoktu.

Çin'in ikincisi hamlesi, Pekin'in İran'ın nükleer silahları konusunda gerek Viyana gerekse dışında yürütülen İran ile ABD arasındaki karmaşık müzakere süreçlerini kolaylaştırmaktı.


Çin, "Sosyal piyasa ekonomisine" dayalı derin bir iç reform dönemine girdiği 1978'ten başlayarak yavaş yavaş saklandığı kabuğundan çıktı.

Çin devleti, kırk yıldan fazla süren bu büyük değişimin ardından  geniş ekonomisi, somut teknolojik gelişmeler ve önerdiği büyük girişimlerle çağdaş uluslararası sistemin dikkate değer fenomenlerinden biri haline geldi.

Dünyadaki birçok ülkeyi kapsayacak yeterlikte bir esnekliğe sahip olan "Bir Kuşak Bir Yol" bu girişimlerin başında geliyor.

Çin'de 4 Şubat'ta düzenlenen Kış Olimpiyatları kapsamında görüşen Pekin ve Moskova, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından oluşan çağdaş dünya düzeninin gözden geçirilmesi çağrısında bulunan önemli bir belgeye imza attılar.

Belge ayrıca "demokrasinin" bazı ülkelerin ayrıcalığı olmadığını, genel bir insani değeri temsil ettiğini, demokrasiyi uygulamanın ve korumanın tüm uluslararası toplum için ortak bir görevi temsil ettiğini de kapsıyordu.

Keza "her halkın demokrasisini kurma yollarını seçme hakkı vardır" ve "halktan başka hiç kimsenin devletinin ne kadar demokratik olduğunu değerlendirme hakkı yoktur."

"Bazı ülkelerin kendi (demokratik standartlarını) diğer ülkelere dayatma girişimleri, demokrasinin kötüye kullanılmasını temsil eder, küresel ve bölgesel barış ve istikrar için somut bir tehdit oluşturur ve küresel düzeni baltalar" ifadeleri de belgede yer aldı.


Belgenin tamamının incelenmesi başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor. Ancak Rusya ve Çin'in böyle bir belgeye imza atmaları dikkat çekiciydi.

Birçok kimse aceleyle bu belgeyi, Başkanı (Biden) dünyayı demokratik ve otoriter devletler olarak ikiye bölen küresel bir konferans düzenleyen ABD'ye karşı bir tür ittifak olarak gördü.

Bu konferansta elbette ne Rusya ne de Çin birinci gruptaydı. Aksine ikinci grubun imtiyazlı ülkelerindendi.

Bu görüşme ve belge sonucunda, Rusya-Ukrayna krizi patlak verdiğinde hakkında yapılan ilk yorumlar hemen Çin'i Rusya'nın yanında konumlandırdı.

Ancak Çin herkesi şaşırttı. Atlantik İttifakı'nın Ukrayna'yı da kapsayacak şekilde genişlemesine karşı çıkışında Rusya'nın yanında yer aldı ve bunu sınırlarına kadar uzanan bir tehdidi istemeyen bir ülkenin doğal pozisyonu olarak gördü.

Ama aynı zamanda Çin, dünyanın pandemi, enerji krizi ve enflasyonla yüzleşmek için daha fazla iş birliğine ihtiyaç duyduğu bir dönemde, Rus askeri yığınağı krizinin küresel bir krize dönüşmesini de istemiyordu.

Ne var ki Rus askeri yığınağı krizi siyasiyken yığınak doruk noktasına ulaşıp Rusya Ukrayna'yı işgal ettiğinde askeri bir krize dönüştü.

İşte Rusya ve Çin arasındaki görüş farklılığı burada başladı. Çin, en kalabalık nüfusa sahip küresel bir ekonomik güç olarak, iş birliği ve uyumun hüküm sürdüğü istikrarlı bir dünya arzuluyor.

Böyle bir bakış açısının, NATO da dahil olmak üzere askeri ittifakları reddetmesi tabii ki doğal.

Ancak yine bu bakış açısına göre NATO ittifakına karşı çıkmanın, müzakereler ve ortak güvenliği sağlamanın yollarını araştırmak için yeterli çaba harcamadan Ukrayna'yı işgal etmek ve silaha başvurmak için bir dayanak olarak kullanılması doğal değil.


Çin'in "Ukrayna krizi" gündemi ile toplanan BM Güvenlik Konseyi'nde yapılan oylamada çekimser kalması birçok kişi için sürpriz oldu.

Ama çekimser kalması aslında Çin'in bu meseledeki bakış açısını kesin ve net bir şekilde ifade ediyordu.

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi'nin de açıkça belirttiği gibi; Çin'in dış politika pozisyonunun normlarıyla tutarlıydı.

Bu normların ilki, Ukrayna meselesi için de geçerli olan tüm devletlerin egemenliğine, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesidir.

İkincisi, Çin'in hiçbir ülkenin güvenliğini diğerlerinin güvenliğine zarar verme pahasına sağlamadığı ortak, kapsamlı, iş birlikçi ve sürdürülebilir bir güvenlik kavramını desteklediğidir.


Bu ikincisi, NATO'nun beş tur genişlemeden sonra Rusya sınırlarına yaklaşmasının ardından bir kez daha genişleme çabasını da kapsıyor. Bu da bizi üçüncü norma götürüyor.

O da Çin'in "Ukrayna meselesindeki gelişmeleri takip ettiği ve mevcut durumun Çin'in görmek istemediği bir şey" olduğudur.
 


Bu noktada "mesele", tarafları krizin kontrolden çıkmasını önlemeye, Ukrayna'nın sonunda büyük güçler arasında bir çatışma hattı değil, Doğu ile Batı arasında bir iletişim köprüsüne dönüşmesi için krizi çözmek amacıyla müzakerelere çağıran insani bir yön alıyor.

Buradaki denge, Ukrayna'nın egemenlik hakları ile Rusya'nın güvenlik haklarını, her ülkenin özel alanına göre değil, bir bütün olarak Avrupa Kıtası'nın bölgesel güvenliği çerçevesinde ele alacak kadar hassas.

Çin'in buradaki tutumu, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir taraf için araç olmaması gerektiği konusunda dikkatli.

Çünkü Güvenlik Konseyi'nin görevi çatışmaları körüklemek değil, çözmektir. Bu nedenle Çin, Konsey kararlarında kuvvet kullanımına ve yaptırımlara izin veren 7'inci bölüme atıfta bulunmaya kasıtlı olarak her zaman karşı oldu.


Söylendiği gibi; "Ukrayna krizinin" gecesi halen başlangıç aşamasında ve Rusya'nın tüm gücünü, Ukrayna'nın da direnme kapasitesini tükettiği, ABD ve müttefiklerinin Rus ekonomisini yeterince sıkıştırdığı doğru değil.

Tüm bunların ortasında Çin tek başına duruyor ve dünyanın 21'inci yüzyılla uyumlu başka bir tür "süper güce" tanık olması için "Orta Krallığa" gelmesini bekliyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU