ABD içeride çatlaklar, dışarıda müttefiklere karşı zafer arasında

Başkan Joe Biden, Beyaz Saray'da başkan Franklin Roosevelt'in tablosunu başkan George Washington'un tablosuyla değiştirdi

Fotoğraf: AFP

Koronavirüs pandemisinin seyahat üzerindeki etkilerinin yanı sıra Lübnan'ın 2019'dan bu yana yaşadığı sorunlar ve krizler nedeniyle, Washington'a ancak iki yılı aşkın bir aradan sonra gidebildim.

Bu ülkeye istek ve kararlılıkla bağlılık hissetmeye başladığım 20 yıldan fazla bir süreden beri bazıları ilk kez benimle aynı fikirde olmayabilir, ülkede birçok şeyin değiştiği izlenimi edindim.


Ülkede göze çarpan ilk şey, hizmetlerdeki veya ABD'nin her zaman ayırt edici özelliği olan talepleri hızlı ve doğru bir şekilde karşılamadaki etkinliğindeki gerilemeydi.

Buna ilaveten onlarca yıldır Avrupa ülkelerine kıyasla uygun olduğunu bildiğim yaşam maliyetini yükselten fiyatlardaki gözle görülür bir artış da söz konusu.

Hizmetlerdeki gerileme, havalimanındaki araç kiralama hizmetinde başlıyor. Tüm yolcularla tek bir çalışan ilgileniyor.

Talep ettiğiniz şey, yani bir araç mevcut değil ve size alternatif sunmaları için bir saatten fazla bekliyorsunuz.

Otele ulaştığınızda ne oda servisi olması gerektiği gibi ne de restoran bildiğiniz restoran konseptinde. Aksine sırada beklediğiniz bir kantin gibi. Sonunda da yemek size plastik kaplarda sunuluyor!

Bu, bankalar ve devlet kurumlarındaki hizmetler için de geçerli. Hepsindeki sorunun ortak noktası, iş gücü gerektiren pozisyonların boş olması.

İş gücünün çoğunluğu artık evden çalışıyor, işleri bilgisayar veya telefon aracılığıyla, yani uzaktan yürütüyor.

Ya da işlerinin kesintiye uğraması veya durması, hatta gelirlerindeki düşüşü telafi etmek için insanlara tahsis edilen yardımlar nedeniyle çalışmayı bırakmış durumda.


Bu, birçok kişiyi yardımlarla yetinmeye ve çalışmaya geri dönmemeyi tercih etmeye motive etmiş.

Bu yardımların herhangi bir inceleme yapılmadan ve geleceğe dönük etkileri öngörülmeden sürdürülmesinin toplum ve ekonomi üzerindeki yansımaları olumsuz olacaktır.

ABD'de iki yıllık bir aranın ardından siyasi açıdan ortaya çıkan keskin bölünme, son başkanlık seçimleri ve ona eşlik eden sonuçların kabul edilmemesi ve dürüstlüğünün sorgulanmasıyla başlayan radikal ve yenilenmiş doğası beni şaşırttı.

Bu bölünme ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra küresel sistem üzerinden bizzat kurduğu Amerikan değer sisteminin dayandığı temelleri etkiliyor.

Amerikalılar bugünlerde söz konusu değer sistemi konusunda ikiye bölünmüş durumda.

Önemli bir kısmı, dayandığı ilkelere artık inanmıyor. Bu da yurt içinde özgürlük, adalet ve eşitlik gibi çeşitli ilkelerle ilgili tartışmalar, bu ilkelerin ister diplomatik ister askeri olsun dış politika yoluyla yurt dışında yaygınlaştırılması ve korunması hakkında bir anlaşmazlık olarak ortaya çıkıyor.

Dahili meseleler nasıl bir tartışma ve anlaşmazlık konusu haline geldiyse, harici meseleler ve ABD'nin dünyadaki rolü de içeride tartışma başlığı oldu.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Beni şaşırtan diğer konu, beyazların "ABD'nin siyahileşmesi", siyahların yanı sıra Latin ve Asya kökenlilerin ise "beyazların üstünlüğü" taraftarlarının artmasından duydukları korkunun şemsiyesi altında alt kimliklerin ulusal kimlik karşısında baskın hale gelmesi.

Hristiyanların Müslümanlara karşı duydukları fobiden ve Müslümanların da ayrımcılığa maruz kaldıkları hissinden bahsetmiyorum bile...


Batı dünyasında birden fazla ülkede gelişen popülizme gelince; kendisine karşı sandığımız gibi korunaklı olmayan ABD de ondan kurtulamamış.

Göçmenlerin ülkesi olan ABD şimdiye kadar onları Amerikan bayrağı etrafında bir araya getirip bu potada eritmeyi başarmasıyla öne çıktı.

Ama bunu yaparken onlara yaşam biçimlerinde, gelenek, görenek ve inançlarını uygulanmalarında tam bir özgürlük tanıdı.

Ancak bugün evrensel Amerikan kimliğinin üzerinden atlamaya çalışan alt kimlikler olduğunu hissediyoruz.


Amerikan solunun artan rolü, ideolojik açıdan yaşadığı keskin değişimle birlikte bu bölünmeye katkıda bulunmuş olabilir.

Sivil hak ve özgürlükler literatürünü ve "renk körlüğü" ilkesini aşması, yeniden dağıtım politikasını "tanıma politikası" ile değiştirmesi ve kültürel sahiplenme gibi yeni kavramları benimsemesi, bir modern kimlik siyaseti yarattı.

Mantalitesindeki değişim, bu kimlik siyasetini -her zaman solun sloganı olan- kapsamadan dışlamaya doğru kaydırdı.

Siyah, Latin ve Asyalı Amerikalıları alt kimliklerinin içine çekilmeye ittiği gibi beyazlar arasında da ırksal üstünlük duygusunu uyandırdı.

Amerikan solunun bu yeni ideolojik eğilimleri bir yandan Demokrat Parti'de bir zihin karışıklığı yaratırken diğer yandan da hem ılımlı hem de aşırı sağda şiddetli tepkilere yol açtı.

Bu da ABD'nin bugünlerde yaşadığı keskin gerilimi tetikledi.


İster koronavirüs pandemisinden kaynaklanan koşullara bağlı olarak anlık, ister derin entelektüel ve sosyal dönüşümlerden kaynaklanan daha sürdürülebilir yanıyla olsun bu değişiklikler, ABD'nin dış politikasını anlamakta daha fazla yardımcı oluyor.

Özellikle de Barack Obama'nın görev süresinden bu yana ana başlığı caydırıcılık politikasının çöküşü olan Ortadoğu ile ilgili politikasını...

Caydırıcılık politikasının çöküşü, birçoklarına aceleyle ve hızla Amerikan döneminin sonunun, hatta ABD'nin parçalanması ve çöküşünün başlangıcını müjdeleme kapısını araladı.


Caydırıcılık politikasının çöküşüne, perde arkasından liderlik politikası, geri çekilme politikası ve ardından da terk etme politikası eşlik etti.

Öyle ki ABD'nin sadece müttefiklerine karşı zafer kazandığı bile söylenir oldu.

Buna kanıt olarak ABD'nin bölgedeki büyük hatalarını değil, dostları ve düşmanlarıyla olan ilişkilerindeki kusurlarını saymak yeterli.

Bunlar; Suriye'de, Yemen'de ve Lübnan'da yaşananlara göz yumması, Afganistan'dan çekilmesi ve daha önce Irak'ı İran'a gümüş bir tepside sunması gibi ülkeyi Taliban'a sunması, İran nükleer dosyasına ilişkin müzakereleri, Obama'nın hatalarını tekrarlayarak (küçük bir farkla) ve en hafif tabirle dar görüşlü bir biçimde yönetme şeklidir.

Küçük farka gelince...

Obama, ilk müzakerelerin sonucunu bölgedeki müttefikleriyle paylaşmıyordu. Joe Biden yönetimi ise onlarla paylaşıyor.

Ancak daha ziyade endişelerini ciddi bir şekilde ele almadan anlaşmaya dönülmesini kabul etmeleri için baskı yaparak.


ABD açısından en önemli kaygı, Rusya-Putin dosyasında, özellikle de ABD'nin kafa karışıklığı olarak algıladığı durumdan yararlanarak Putin'in Ukrayna'da askeri bir maceraya atılması halinde dünyayı neler beklediğidir.

Bu maceranın nasıl başlayacağını biliyor olabiliriz. Ama nasıl biteceğini, dünyanın birden fazla yerinde ne tür sarsıcı kargaşalara, uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerde ne gibi krizlere yol açacağını bilmiyoruz.

Putin bu maceraya atılır ve ABD'nin tepkisi bu yönetimden beklendiği gibi ekonomik yaptırımlarla sınırlı kalırsa bu durum, Çin'i Tayvan'a karşı askeri eylemde bulunmaya teşvik edebilir.

Ekonomik yaptırımlar, kamuoyunu dert eden ve halkının çıkarlarını önceleyen bir hükümet sistemi olduğunda faydalıdır.

Ancak halkının refahı, en son derdi ve kaygısı olan despot bir rejime karşı fayda sağlamaz.

İran'a yönelik yaptırımlar nasıl icraatlarını değiştirmediyse Moskova'ya yönelik yaptırımlar da rejiminin icraatlarını ve uygulamalarını değiştirmeyecek.

Ortaya çıkacak tek yeni şey, Amerikan jandarmasının görevinden istifa ettiğinin bir gerçek olduğunun teyidi olacak.
 


Dünyanın sorunları ve krizleri için yalnızca ABD'yi suçlamak biraz adaletsizlik ve haksızlıktır.

Çünkü Atlantik'in Avrupa yakası da ülkelerinin zayıflığı, isteksizliği ve ABD için bir yüke dönüşmeleri nedeniyle çok fazla sorumluluk taşıyor.

NATO ittifakının içinin boşalması ve rolünün dumura uğraması da buna ekleniyor. Ama bunun sorumlusu da sadece ABD değil.

Aynı zamanda Avrupalıların korkaklığı, şımarıklığı ve herhangi bir siyasi veya ekonomik vizyondan yoksun olmalarıdır.


En çok korktuğumuz konu, Amerikan süper gücünün Kızılhaç'a veya dünyaya katkıları ihtiyaç sahiplerine yardım sağlamakla sınırlı olan bir yardım örgütüne dönüşmesidir.

Bunun sembolik kanıtı olarak Başkan Joe Biden, Beyaz Saray'da başkan Franklin Roosevelt'in tablosunu başkan George Washington'un tablosuyla değiştirdi.

Bu, Washington'ın içişlerini yönetmekteki sosyal boyutun önemini ve bir süper güç olarak ABD'nin diğer rollerine göre önceliğine ilişkin görüşünü öne çıkardığının bir işaretidir. Umarız bundan bir ders çıkarırız!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU