Biden'ın BM'ye alternatifi

Gerçek şu ki BM'in bu alternatif versiyonu yalnızca boşluğu süsleyecek ve net bir yönelimi olmayan bir yönetime bazı parlak medya manşetleri sunacak. Ancak bugün dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara bir cevap vermeyecektir

Fotoğraf: AFP

Hindistan, Irak ve Solomon Adaları arasındaki ortak nokta nedir?

Cevap: ABD Başkanı Joe Biden, diğer 106 ülke ile birlikte onlara da 9-10 Aralık'ta yapılması planlanan sanal Uluslararası Demokrasi Zirvesi'ne katılmaları için davetiye göndererek "demokratik" olduklarını onayladı.

Biden'ın bu adımı bana en sevdiğim Fransız özdeyişlerinden birini hatırlatıyor: Boşluğu süslemek.

Burada ana fikir şudur:

Bir dış politikanız olmadığında neden uluslararası bir zirve düzenleyerek bir dış politikanız varmış gibi davranmıyorsunuz?

Peki, ama zirvede neyi tartışacak?


Zirve için üç hedef belirlendi: Despotluğa karşı durmak, yolsuzlukla mücadele etmek ve insan haklarını desteklemek.

Sorun şu ki proje bütünüyle halkla ilişkiler alanında bir kandırmaca.

Aldatma şeklindeki aceleci ve berbat bir girişimden ibaret ve şimdiye kadar hiç tanımlanmamış kavramlara dayanıyor.

Biden'ın demokrasiyle ne kastettiği ile başlayalım.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Kesin bir tanım vermediği için ancak onun söylediği şekliyle bir demokrasiyi kastettiğini varsayabiliriz. Bu durumda aslında pek çok farklı biçimde ortaya çıkan bir yönetim sistemi olan demokrasi bir ideolojiye indirgeniyor ve bu da onu anti-demokratik hale getiriyor.

Bu bize kimin "gerçek sosyalist" olduğunu belirleme gücüne sahip tek kişiymiş gibi davranan Stalin'in uluslararası komünizmi (Komintern) icat etmesini hatırlatıyor.

Ancak ideolojik olmayan tanımına göre demokrasiyi, insanların kendi kendilerini yönettiği ya da en azından, bir ölçüde özgürce seçilmiş yasama organları aracılığıyla kendilerini yönetmede söz sahibi oldukları bir sistem olarak kabul edersek, bazı ülkelerin Biden'ın davet listesinin dışında kalması kafa karıştırıcı görünüyor.

Örneğin Irak dahil edilirken Kuveyt, Ürdün, Tunus, Fas ve hatta Cezayir nasıl dışlandı?


Her ikisi de ABD'nin askeri müttefiki olan Türkiye ve Macaristan'ın dışlanması, Biden'ın NATO'nun bir "demokrasi ittifakı" olduğu iddiasını zayıflatıyor.

Rusya'nın dışlanması da son derece kafa karıştırıcı görünüyor. Vladimir Putin kötü bir meslektaş olabilir; ancak Rusya'nın çok partili bir sisteme sahip olduğu, düzenli seçimler yaptığı, daha az baskıcı olduğu ve Biden tarafından zirveye katılmaya davet edilen Duterte yönetimindeki Filipinler'den daha az siyasi tutuklunun bulunduğu bir gerçektir.

Asıl ve en büyük günah otoriter olmak ise Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro şöyle dursun, neden bu kadar çok Afrikalı "güçlü adamı" davet ediyoruz?

Şili de zirveye davet edilmeyenlerden. Ancak Biden'ın zirvesinden sadece 10 gün sonra, Augustino Pinochet'nin siyasi varisi José Antonio Kast ülkenin lideri olabilir.

Tabi Çin Halk Cumhuriyeti'nin de dışlandığını söylemeye gerek yok.


Elbette Pekin'deki tek parti devleti herhangi bir şekilde demokrasi olarak kabul edilemez. Ancak kendi istatistiklerimize göre yukarıda bahsedilen Solomon Adaları da dahil olmak üzere zirveye katılmaya davet edilen ülkelerden en az 20'si Çin Halk Cumhuriyeti'nin yörüngesinde dönen devletlerden başka bir şey değiller.


Diğer yandan Biden'ın daveti, ABD'nin uzun süredir müttefiki olan en az 20 ülkeyi dışlıyor. Aslında Biden'ın zirvesi daha çok çift namlulu bir tüfeğe benziyor.

İkinci namlu sözde zirvenin üç hedefine ulaşılmasına yardımcı olmak için sivil toplum ve özel sektör temsilcilerini bir araya getirmekle ilgili. Bu kafa karıştırıcıdır.

Davet edilecekler zaten demokrasi olarak kabul edilen ülkelerden geliyorlarsa, onları demokratik hükümetlerinden ayırmanın ve özel olarak davet etmenin bir anlamı yok.

Ama dışlanmış ülkelerden geliyorlarsa Biden'ın zirvesine dahil edilmeleri onları muhalif siyasi gruplara dönüştürmek anlamına geliyor.


Biden'ın planının arkasındaki en büyük tehlike, birçok kişinin Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle sona erdiğine inandığı uluslararası ilişkilerde ideolojinin geri dönmesine yol açma ihtimalidir.

Yüzyıllarca süren din savaşlarından sonra Avrupa'nın yaklaşık üç yüzyıla yakın barış ve istikrar sağlayan Vestfalya Antlaşması aracılığıyla kurallara dayalı bir uluslararası düzeni ilk seçen taraf olduğunu belirtmekte fayda var.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, uluslararası ilişkileri ideolojiden arındırma çabalarına tanık olundu. Bu bağlamda ABD, BM Antlaşması ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi merkezli yeni bir dünya düzeni yaratma çabalarına öncülük etti.

Bu, egemen sistem, din ve ideolojiden bağımsız olarak tüm üye devletler için eşit haklar anlamına geliyordu.


Vestfalya'nın kurallara dayalı sistemi, hukuka dayalı küresel bir sisteme dönüştü. Bu sistem kesinlikle eksik olsa da sömürgeci hareketlere son verdi ve ırk, din veya sınıf savaşlarının yüceltilmesi çağrısı yapan ideolojilerin yeniden ortaya çıkmasının önüne geçti.

Amerikan liderliği onlarca yıldır, bizzat ABD'nin dünya düzenini ihlal ettiği anlarda bile bu hukuka dayalı düzenin korunmasında merkezi bir unsur olarak hizmet etti.

Şimdi Biden'ın yaklaşımı, ABD'nin küresel liderlik hedeflerinde, hukuka dayalı bir dünya düzenine liderlik etmekten Washington onaylı "demokrasilerin" bir karışımına liderlik etmek gibi radikal bir kaymaya işaret ediyor olabilir.

Biden ve ekibinin değerlerden büyük zorluklarla şekillenen uluslararası bir konsensüs sayesinde on yıllar içinde geliştirilen somut yasalar yerine öznel bir doğaya sahip bir kavram olarak bahsetmelerinin nedeni tam olarak budur.
 


Aslında BM'yi klonlama girişimi, ABD ve Batı Avrupa'daki aşırı muhafazakar grupların programının bir parçasıydı.

Ancak bu fikir Başkan Barack Obama döneminde, aşırı solun dillendirilmeyen bir emeline dönüştü.

Bu sebeple Obama, Tahran'daki Mollalar ile imzalanan "nükleer anlaşma", Suriye'deki insani felaket ve "Gezegeni Kurtar" misyonu olarak bilinen halkla ilişkiler aldatmacası da dahil birtakım meseleleri ele alırken BM ve onun ajanslarının etrafından dolanan girişimlerde bulundu.


Kendisini merkezci olarak sunan Biden, BM'nin bir versiyonunu yaratmaya çalışarak Obama'nın stratejisini tekrarlayabilir.

Bu hedefin daha az cüretkâr bir versiyonu İngiltere Başbakanı Boris Johnson tarafından kısa bir süreliğine, İngilizce konuşan ülkeler koalisyonu şeklinde pazarlanmıştı.


Aslında hiçbir zaman bir örgüt olarak BM'nin hayranı olmadım. Onlarca yıl boyunca eksiklikleri hakkında yazdım.

Ancak hukuka dayalı uluslararası ilişkiler fikrinin desteklenmesi ve uygulanmasında oynadığı ve oynamaya devam etmesi gereken rolü kimse inkâr edemez.

Burada ihtiyacımız olan şey, BM'yi değişen dünyanın taleplerini benimsemeye zorlamak için onlarca yıldır tartışılan bir dizi reform yoluyla işe yarar olanı korumak, işe yaramaz olanı da kesip atmak anlamına gelen korumacı yaklaşımdır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin iki daimi üyesi de dahil olmak üzere 80'den fazla BM üyesi ülkeyi ve dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40'ını dışlayan ideolojik nitelikte uydurma bir paralel oluşum kurulması, bunların hiçbirini gerçekleştiremez.


Gerçek şu ki BM'in bu alternatif versiyonu yalnızca boşluğu süsleyecek ve net bir yönelimi olmayan bir yönetime bazı parlak medya manşetleri sunacak.

Ancak bugün dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara bir cevap vermeyecektir. Çünkü bunlar, ideolojiye değil hukuka dayalı küresel bir sistem çerçevesinde tüm devletlerin katılımı olmadan çözülemeyecek sorunlardır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU