Kurtuluş hükümeti Lübnan'dan geriye kalanları da sildi

Tarih şüphesiz Hizbullah-İran ile iş birliği yapanları lanetleyecektir. Lübnan kansere yakalanmış durumda ve bu durum ancak ya hastalığın ya da hastanın ölümüyle sona erecek. Lübnanlılar hayatlarını savunmalı ve kanseri yenmeliler

Fotoğraf: AA

Lübnan'a ne yaptınız ve halkına daha ne yapmak istiyorsunuz?

Yeni hükümetin sloganı "Birlikte Kurtuluşa" özellikle de tam çöküş gerçekleştiğinden aslında bu slogan "Tek başınıza çıkmaz yoldasınız" olmalıydı.

Özgür dünya ülkelerinde bir bakan hata yaptığında istifa eder veya hemen o saatte görevden alınır.

Özgür ülkelerde bakanları kollayan referansları yoktur,  tek referansları yetenekleri ve vasıflarıdır.

Asıl sürpriz şu;

Lübnan Enformasyon Bakanı George Kordahi'nin arkasında ne kadar referans var?

Kordahi, neden olduğu krizden sonra meydan okurcasına 'Lübnan'ın bağımsız ve egemen bir devlet olduğunu' -bu ifadeye daha sonra döneceğiz- söyledi?


Ayrıca yayımlanan kayıtta, hükümette görev almadan önce Suudi Arabistan ve BAE'nin saldırılarına uğrayan(!) Yemen halkıyla kardeşçe dayanışmasını ifade ettiğini kaydetti.

Tabi kendisinden geçmişte Esad rejiminin saldırılarına, bugün de vekili Hizbullah milisleri aracılığıyla İran'ın saldırılarına maruz kalan Lübnan halkıyla dayanışmasını dile getirdiğini hiç duymadık!

Bakan olduktan sonra günümüzde ise (hazırlayanı olduğu!) hükümet programına bağlı kaldığını ve pozisyonlarını benimsediğini de ekledi.

Bu ifade Kordahi'nin ilkesiz olduğunu bilmek için yeterli.

Çünkü şimdi hükümette olduğu için sayesinde zenginleştiği Suudi Arabistan'ın ve Lübnan'ın çıkarları karşısında duran bir duruş sergiliyor.

Şu beyit adeta onu anlatıyor:

Dönek bir kişinin sevgisinden hayır gelmez
Rüzgar nereden eserse oraya döner

Kordahi bu beyitin doğruluğunu kanıtladı.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Husiler, Yemen sokaklarında kendisinin posterlerini taşıdıktan sonra hepten mest olmuştur.

Ama biraz bekleselerdi posterlerini yırtmaya başlarlardı!

Asıl ilginç olan Lübnan'daki hükümetin saçmalığıdır.

Komplo teorileri destekçilerinden değilim ama 1982'den bu yana Hizbullah, Lübnan'a karşı komplolar kuruyor.

Kordahi'nin destekçisinin, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esadıin adamı sayılan Süleyman Franjiye olduğu söyleniyor ve bu bilinen bir şey.


Lübnan'da ise Franjiye, Hizbullah ile birlikte, dolayısıyla Kasravanlı Franjiye'nin kendisine dikte edileni uygulayan bir bakan seçmesinde Suriye ve Hizbullah'ın bir parmağı olduğu söylenebilir.

Kaldı ki Kordahi de basın toplantısına Suriye'nin Lübnan'daki en önde gelen adamlarından biriyle geldi ve özgür bir ülkede insanların mallarını çalmakta dahi özgür biri olduğunu ve diğer ülkelerin Lübnan'ın egemenliğine saygı duymaları gerektiğini tekrarladı.

Bu sözler, Hizbullah'tan istifa etmeme direktifi aldığını ele veriyor.


Hizbullah'ın kaçakçılığa tahsis ettiği yasal ve yasadışı geçişlerin varlığında özgürlük, dahası egemenlik nerede?

Hizbullah unsurları dışında herhangi birinin yaklaşması yasak olan 12 numaralı hangarda yıllardır muhafaza ettiği amonyum nitrat sebebiyle başkentin üçte biriyle birlikte Beyrut Limanı tahrip olurken egemenlik neredeydi?


Anlatıldığına göre Hizbullah ve Esad rejimi, Rus, ABD ve İsrail hava saldırılarının gerçekleştiği Suriye'de muhafaza edilmesi halinde bu maddenin patlamasından, depolandığı mekanın vurulmasından ve felaketin orada yaşanmasından korktukları için Lübnan'da depoladılar.

Böylece patlama Beyrut'ta yaşandı ki arzu edilen de buydu.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Lübnan Dışişleri Bakanı Abdullah Buhabib, Suudi Arabistan'ın diyalogu reddettiğini açıkladı.

Başbakan Necip Mikati, Kordahi'nin bu sözleri bakan olmadan önce söylediğini belirtti. Ama Mikati bize Kordahi'yi neden ve hangi kabiliyeti için seçtiğini söylemedi.

Kordahi, Yemen Savaşı boyunca Husilerin Yemenlileri nasıl öldürdüklerini, Hizbullah unsurlarının onları nasıl eğittiklerini kendi gözüyle görmek için neden gazeteciliğini kuşanıp oraya gitmedi?

Gitseydi, hayalet adam lakabıyla bilinen ve İran Devrim Muhafızlarının en tehlikeli unsurlarından biri olan İranlı albay Abdurrıza Şehlani ile görüşebilirdi.

Kordahi bu haberciliği yapsaydı, ABD kuvvetleri tarafından öldürülmeden önce Şehlani ile görüşen son kişi olabilirdi.


Son olarak Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a gelince, bazılarının düşünce ve davranışlarının Suudi Arabistan ile ilişkileri etkilememesi gerektiği açıklamalarını görüyoruz.

Avn için işler ne kadar basit!

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı "Hizbullah'ın hegemonyası Lübnan ile ilişkileri yararsız hale getiriyor" açıklaması ile gerçeği özetledi.

Lübnanlı yetkililer, Hizbullah lideri Nasrallah'ın, Lübnanlıları (dağları kaldırmaları istense bunu yapacak) 100 bin savaşçı ile nasıl tehdit ettiğini duymadılar mı?

Başı olduğu milisler dahi bu tehdidi çok kötü buldular.

Mevlid-i Şerif gecesinde, Hizbullah Merkez Konseyi Üyesi Şeyh Nebil Kavuk, şöyle dedi:

Lübnan düşmanlarına, düşman İsrail'e karşı mücadele için 100 bin kişiyi eğiten Hizbullah'ın pusulayı şaşırmayacağını belirtmek isteriz. Hizbullah bu kadar sayıda savaşçıyı Lübnan'ı korumak ve Celil'e girmek için hazırladı, donattı ve silahlandırdı.


Dahası Cumhurbaşkanlığı -tabi Cumhuriyet diye bir şey kaldıysa- makamına göz dikmiş ve Hizbullah'ın desteği ile bu makama ulaşmak isteyen Cumhurbaşkanı'nın damadının "Bugün bir dosttan yardım almak istiyorum! Hasan Nasrallah hakem olsun çünkü hepimiz hedef tahtasındayız" sözlerini unutabilir miyiz?

Burada Hristiyanları kastediliyor. Cibran Basil kendi anlayışına göre bir İslam devletinden bahsederken Nasrallah'ı dinlememiş mi?

Nasrallah; "Bazıları kantonlar kursalar da Doğu bölgesi, Cubeyl ve Kasravan'da Hristiyan kantonu kuranları affetmeyeceğiz. Çünkü buralar Müslümanların bölgesidir, Hristiyanlar ise işgalcidir?!." demişti.


Lübnan hükümeti, Hizbullah'a karşı hiçbir şey yapamayacağını öne sürüyor, çünkü Hizbullah Lübnan'ı alenen ve yetkililerin gözleri önünde gasp eden Lübnanlı bir grup.

İsrail'e karşı savaş bahanesiyle 100 bin kaçak füzeyi ülkeye soktu ve devlet bunu sadece izledi.

Ama Hizbullah'ın Lübnanlı olduğu bir yalan, Hizbullah'ın Meclis Bloğu'nun Başkanı Muhammed Raad, bazı Lübnanlıların onları "İran toplumu" saydıklarını söylerken haklıydı. Bu doğru çünkü öyleler.

Hizbullah'ın Lübnanlı olduğunu, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin zayıflıklarını takdir etmesi gerektiğini savunan Lübnanlı yetkililer, asıl Nasrallah'ın söylemlerini gözden geçirmeli:

- Biz Lübnan adında bir anavatandan ziyade büyük İslam anavatanına inanıyoruz.

(Nahar gazetesi- Eylül 1986)


- Lübnan'da hepimiz, İran'daki devrimin güçlü ve tutarlı kalması için kendimizi, çıkarlarımızı, güvenliğimizi, emniyetimizi ve her şeyi feda etmeye hazırız.

(Nahar, 9 Mart 1987)


- Hizbullah, tutsaklar, Şebaa Çiftlikleri, hatta ne olursa olsun Arap davaları için değil,  her zaman İran için savaşır.

(Sefir, 16 Haziran 1986)


- Projemiz Lübnan'da bir direniş ve savaş toplumu kurmaktır.

(Sefir, Kasım 1987)


- Hizbullah ulusunun evlatları olarak bizler, tüm şartlara haiz Veliyyi el-Fakih tarafından temsil edilen tek bir bilge liderliğin emirlerine bağlıyız. Lübnan'da kendimizi İran'daki devrimden bağımsız görmüyoruz.

(Sefir, 16 Eylül 1986)


Dolayısıyla Suudi Arabistan ile yaşanan kriz, Lübnan'da dönekliği sayesinde bakan olan bir eğlence programı sunucusu tarafından yapılan yüzeysel bir açıklama meselesinden daha derin.


Peki, gerçekte ne oldu da tarihi boyunca sakin ve otoriter bir diplomasiyle hareket eden Suudi Arabistan kendisini kaybetti?

Tabii ki, Riyad'daki yetkililer, Kordahi'nin sözlerinden dolayı kızgınlar ve kendisinin özür de dilememesi bu kızgınlıklarını artırdı.

Ama daha da önemlisi ve kızdırıcı olanı, Lübnan'da 3 Başkan (Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı) tarafından temsil edilen Lübnan devletinin bakanı görevden almak yerine kararsız ve bocalayan duruşuydu.

Suudi Arabistan, Lübnan'ı tamamen terörist bir parti tarafından kontrol edilen İran'ın pençesindeki bir ülke olarak görüyor ve bu nedenle ona karşı yükümlülüklerinden vazgeçiyor.


Lübnan devletinin sorumsuz ve tamamen İran'ın tarafında yer alan davranışları Suudi Arabistan'ın sabrını taşırdı, Cibran Basil'in Tahran'daki Suudi Arabistan Büyükelçiliğine yapılan saldırının ardından kendisini Suudi Arabistan-İran çatışmasının dışında tutan bir pozisyon benimsemesi, Hizbullah Genel Sekreteri'nin Suudi Arabistan'a yönelik devam eden saldırıları, büyük miktarlarda uyuşturucunun Suudi Arabistan'a ihracı ve Lübnan'ın en azından kaçakçılık operasyonlarını tespit etmek için gereken cihazı almak dahil bunu önlemek için ciddi bir önlem almaması ve elbette, Hizbullah'ın Husileri Suudi Arabistan'ın petrol ve sivil tesislerini hedef alan roketlerin kullanımı için eğittiğine dair Suudi Arabistan'ın sahip olduğu bilgiler, Suudi Arabistan'ın sabrını sonuna kadar zorlamıştı.

George Kordahi'nin saçma sapan açıklaması da bardağı taşıran son damla oldu.

Suudi Arabistan, BAE ve Kuveyt'te çalışan, sayıları 400 bini aşan, anavatandaki ailelerine 5 milyar dolardan fazla para gönderen Lübnanlılar bu durumdan hoşnut değiller.

Yurtdışındaki Lübnanlıların gönderdiği paralar, bankacılık sisteminin çökmesiyle birlikte Lübnan içinde bu paraya son derece muhtaç olan 2 milyon Lübnanlıyı geçindiriyor.

Suudi Arabistan ve BAE'nin ülkelerindeki yerleşik Lübnanlıların bundan etkilenmeyeceğini vurgulasalar da, bu ülkelerdeki Lübnanlıların hepsi endişe içinde ve onları bu duruma ulaştıran Avn yönetimi ve arkasındaki güçlere, özellikle de Hizbullah'a düşman kesildiler.

Kriz sonucunda Körfez'deki bankalara getirilen kısıtlamalar nedeniyle Lübnan'a yapılan para transferleri daha zor ve maliyetli hale gelecek. Lübnan'dan ithalat duracak ki sadece Suudi Arabistan'ın ithalatı 375 milyon dolardı.

Bu da çok sayıda işletmenin kapısına kilit vurup çalışanlarını işten çıkarmasına neden olacak.
 

 

Suudi Arabistan ile yaşanan kriz, Mikati hükümetinin kapsamlı bir kurtarma planı için müzakerelere girmeyi planladığı IMF'ye (Uluslararası Para Fonu) bağlanan umutlara da set çekecek, çünkü IMF'nin önereceği herhangi bir plana bağış yapacak ülkelerin başında Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Kuveyt geliyor ve bu koşullarda elbette böyle bir şey mümkün değil. 

Tarih, Hristiyan topluluğunu, güvenliğinin uzak İranlılarla birlikte olduğuna ikna eden, kendisini ülke başkanlığına getiren kolu Hizbullah ile bir anlaşma yapan Mişel Avn'ın devrini kesinlikle lanetleyecektir.

Hastalıklı düşünceleri nedeniyle İranlının evinin içinde olduğu ve ülkedeki küçük büyük her şeyi yöneten tek karar verici haline geldiğini gözden kaçırdı. Tıpkı Saddam ile ittifak kurduğunda, ABD liderliğindeki tüm dünyanın onu alaşağı etmek için ittifak ettiğini gözden kaçırdığı gibi.


Son olarak, Suudi Arabistan için birkaç vefalı söz söylemek istiyorum. Çünkü Lübnan'ın modern tarihinde Suudi Arabistan, Lübnan'ın güvenliğinin karşılıksız destekçisi, koruyucusu ve kucaklayıcısı oldu.

1976'daki Riyad Konferansı sponsorluğunda, Lübnan İç Savaşı'nın "İki Yıllık Savaş" olarak adlandırılan dönemindeki kan banyosuna son verdi. 1982 İsrail işgalinde, İsrail'in geri çekilmesi ve onun yerine uluslararası bir gücün konuşlanması için tüm ilişkilerini kullandı.

Lübnanlıların acısını dindirmek ve yıkıntılar içindeki ülkeyi yeniden inşa etmek için para akıttı.

Lozan'dan Saint-Cloud ve ülke için yeni bir anayasa oluşturan Taif'e kadar çatışan taraflar arasındaki tüm barış konferanslarının merkezindeydi. İnsani yardımlarından bahsetmiyoruz bile.  Lübnanlılar bu yapıcı rolden uzun bir süre mahrum kalacaklar.

Onlara sadece ölüm, kaos, sefalet, yalan, yoksulluk ve baskı kültürünü yayan İran'ın rolü kalacak.

Tarih şüphesiz Hizbullah-İran ile iş birliği yapanları lanetleyecektir.

Lübnan kansere yakalanmış durumda ve bu durum ancak ya hastalığın ya da hastanın ölümüyle sona erecek.

Lübnanlılar hayatlarını savunmalı ve kanseri yenmeliler.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU