Yüz yüze eğitim başlıyor; Veliler: Aç kapa değil sürdürülebilir ve güvenli eğitim istiyoruz

Yüz yüze eğitim başlıyor ancak hem veliler hem de öğrenciler ile öğretmenler kaygılı. Bu kaygıların giderilmesi için de talepleri net: Eğitim için ek bütçe ayrılsın, eğitim seyreltilsin yani sınıf mevcutları düşürülsün, aşılama hızlıca tamamlansın

Milli Eğitim Bakanlığı yaklaşık iki yıllık aradan sonra, yüz yüze eğitimin 6 Eylül'de başlayacağını açıkladı. Eğitim çevreleri de yüz yüze eğitimin bir an önce, ertelenmeden başlamasını istiyor. Geçtiğimiz günlerde ortak açıklama yapan Türk Tabipleri Birliği (TTB), Eğitim Sen, Türk Eğitim-Sen, Eğitim-İş, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, Eğit-Der, Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Öğretmenleri Derneği ve Öğrenci Veli Derneği yüz yüze eğitim için gerekli önlemlerin alınmasını istedi. Fakat 6 Eylül'e günler kala; şu soruların yanıtını kimse bilmiyor: Eğitim ve bilim emekçilerinin tamamı aşılandı mı?12 yaş üstü öğrencilerin aşılanmasında ne kadar yol alındı? Kaç yeni derslik yapıldı? Yeni öğretmen ataması ve yardımcı/destek personel için yapılan çalışmalar ne durumda?

Yüz yüze eğitim konusunda en endişeli olanlar ise veliler. Öğrenci velilerinin derneği Veli Der, son birkaç gündür okulların önünde nöbet eylemi başlatmış durumda. Okullarda yeterli önlemlerin alınıp yüz yüze eğitimin başlaması talebiyle nöbete başlayan öğrenci velileri, Türkiye'nin dört bir tarafında okulların önündeler. Gerekli önlemler alınmadığı ve hazırlıkların tam anlamı ile yapılmadığı koşullarda yüz yüze eğitimin başlatılması, başlatılsa dahi sürdürülebilmesinin imkansız olduğunu söyleyen veliler; çocuklarının akademik, sosyal ve psikolojik açıdan yaşamlarının en zor dönemlerini yaşadıklarını söylüyor ve bu yüzden kaybedecek bir günleri dahi olmadığının altını çiziyorlar. Veli Der'de örgütlenen veliler taleplerini şöyle sıralıyor:

"Yüz yüze eğitimin başlamadığı her gün, çocuklarımızın eğitimden kopuşu hızlanıyor. Eşitsizlikler her geçen gün derinleşiyor. MEB; bir an önce yüz yüze eğitimin başlaması ile ilgili kararlılığını kamuoyuna açıklamalı, gerekli önlemler konusunda hazırlık yapmalı ve süreci bize rağmen değil, alanın özneleri ile birlikte yürütmelidir."

11 Ağustos 2021 tarihinde MEB' in okullara gönderdiği yazı ile yüz yüze eğitim için alınması gereken tek önlem olarak okul binaların girişlerinde kirli-temiz maske dolaplarının olacağının belirtildiğini söyleyen veliler, "Yüz yüze eğitimin gerçekleştirilebilir olması için tüm çocuklarımızın eğitim hakkından sorumlu olan MEB' in alacağı tek önlem bu mudur?" diye soruyor.

veli eylemi-kadikoy.jpg
Veli eylemi (Kadıköy)

 

Biz de Independent Türkçe olarak çocukları ilk ve orta eğitimde öğrenci olan beş veli ile hem pandemi sürecini hem de yüz yüze eğitimi konuşmak üzere bir araya geldik.

Veliler sahiden dertli. Çünkü yaklaşık iki yıldır yaşadığımız pandemi sürecinde çocukların ve gençlerin eğitimden uzak kalmasının verdiği zararı en çok onlar gözlemliyor ve en çok onlar etkileniyor. Yüz yüze eğitime geçmeden önce velilerden pandemide evlerde neler yaşandığını da dinlemek istedik.

 

Psikolojileri bozulan, sınavlara ağlayarak giren çocuklar

Ali Aluç bir makine mühendisi, lise son sınıfta okuyan bir çocuğu var. Veli Der'de olma gerekçesini, Türkiye'deki eğitim sistemine velilerin de müdahil olması gerektiğine inandığı için katıldığını söylüyor ve pandemide çok zorlu bir süreç yaşandığını söyleyerek sözlerine başlıyor:

"Bu işin sadece eğitim değil psikolojik kısmı bizim açımızdan sıkıntılı geçti. Daha önce defalarca çocuklarımıza telefonla, bilgisayarla bu kadar haşır neşir olmayın derken, sonrasında biz çocuklarımıza bilgisayardan veya telefondan derse girin demek durumunda kaldık. Yaşam alanlarımızın toplu konutlar olması nedeniyle, çocuklar oyundan da uzak kaldı ve eve hapsoldular. Ve hiç doğru eğitim alınamadı. Yine biz İstanbul'da bulunan veliler bir nebze şanslıydık, ama kırsalda yaşayanlar ya da şehir merkezlerindeki kırsal bölgelerde yaşayanlar tablete, bilgisayara, internete erişemedikleri için doğru düzgün eğitim alınamadı. Evet bir pandemi süreciydi, ama devletin büyüklüğünü göstererek bütün öğrencilerin eşit eğitim hakkını elde edebileceği ortamı yaratması gerekiyordu ama bu yapılmadı. Bu yapılmayınca da eşit eğitim alınmadığı için, sınavlarda da adil olmayan sonuçlara yol açtı. Dostlar alışverişte modunda bir yaklaşımla ‘eğitim yılını tamamladık' dedi Milli Eğitim Bakanlığı. Zaten eğitim sistemimiz gerideydi, pandemi bu geriliği artırdı."

"Benim kızım yüz yüze eğitimde başarılı bir öğrenciydi ama online eğitim onu tepe taklak yaptı"

Seval Keleş de bir veli, bir kamu emeklisi. İki çocuğu var, oğlu liseden mezun olmuş, tekrar üniversiteye hazırlanacak, kızı ise 10'uncu sınıfa geçmiş. Keleş, bir veli olarak çocukların psikolojisinin ihmal edildiğini anlatarak sözlerine başlıyor. Çünkü kızı LGS sınavlarına hazırlanırken pandemi sürecinin başladığını ve zaten yapı olarak hassas bir çocuk olduğu için kapanma sürecinde panik atağa yakalandığını dile getiriyor:

"Pandemi sürecinde kafasını bile dışarı çıkarmak istemedi. Babası çalıştığı için, babayı görmek istemedi. Tamamen odasına hapsoldu desem abartmış olmam. Panikleme sürecinde destek alma şansımız da olmadı. Günümüz çocuklarının zaten bir odaklanma sorunu var, benim kızım yüz yüze eğitimde başarılı bir öğrenciydi ama online eğitim onu tepe taklak yaptı diyebilirim. Sınav yapılmasını kabul etmedi, hatta bana derneğiniz niye sınavların ertelenmesini istemiyor diye baskı yaptı. Sınava maske ile katılmak istemedi. Sınavlara çalışmadı, biz baskı yaptık, çocuk anne-baba ilişkimiz tamamen bozuldu."

Seval Keleş.jpeg
Seval Keleş

 

"Belki sadece yüzde 1'lik bir dilime denk gelen öğrenci grubu derslerine odaklanıp, bir şeyler öğrenebildiler"

Eğitim sisteminin online aşamada sınıfta kaldığını söyleyen Keleş, normal eğitimde onlarca donanım eksikliği olan bir sistemin online olarak doğru düzgün eğitim vermesinin zaten mümkün olmadığını savunuyor:

"Milyonlarca öğrenci hiçbir şekilde online eğitime erişemedi. Ama bizim gibi imkanı olanlar da psikolojik olarak bunu kabul etmediler, belki sadece yüzde 1'lik bir dilime denk gelen öğrenci grubu derslerine odaklanıp, bir şeyler öğrenebildiler. Bizim evde tamamen bir kaos yaşandı, biz sınavı bıraktık. Kızım sınava ağlayarak girdi, ağlayarak soru çözmeye çalıştı, zaten de istediğimiz sonucu da alamadık, soru kitapçığı geldiğinde gördük ki soru cetveline neredeyse hiç bakmamıştı. Biz bunu yaşadık. Daha sonra, o süreçte kendini çok değersiz hissettiğini bizimle paylaştı."

Online sistemde derslerin erken saatte başladığını hatırlatan Keleş; çocukların sadece derse katılmış olmak için sisteme girdiklerini söylüyor ve "Bu bir buçuk-iki yıl tamamen kayıp yıllar ve bu kayıp yılların bir şekilde telafi edilmesi gerekiyor. Bu çocuklar şu anda hiçbir şey bilmiyorlar, zaten bildiklerini de unuttular" diyor.

 

‘Çocuklar online eğitimden akademik olarak çok az şey öğrendi'

Aynı zamanda bir öğretmen olan Mehmet Aydoğan'ın 12'inci sınıfa bu sene başlayacak bir çocuğu var. Mehmet Aydoğan pandeminin başında eğitim sisteminde bir kaosun yaşanmasının doğal olduğunu ancak daha sonra bu kaos ve belirsizlik ortamının sür git devam ettiğine dikkat çekiyor:

"Başlangıçta birtakım eksiklerin olması doğaldı ama sonrasında özellikle öğrencilerin katılımına yönelik büyük eksikler yaşandı. Örneğin bizim evimizde büyük eksikler vardı, üç kişi internete girmek durumundaydık. Ama evde bir bilgisayar vardı. Öğretmenler açısından, öğrencinin katılımı başlangıçtan itibaren çok düşüktü, sınıfın ancak yüzde 20'si katıldı diyebilirim. Bu ilerleyen zamanlarda giderek düştü. İnteraktif bir sürecin olmaması, katılımı, motivasyonu ve öğrenmeyi etkiledi. Yani çocukların akademik gelişiminde dahi çok alt seviyelerde bir sistem söz konusuydu. Giderek dersler monoloğa dönüştü. Soru soruyorduk, cevap bile gelmiyordu. Yöntem çocuklar açısından o kadar monotonlaştı ki, pek bir şey öğrenemediler."

 

Sibel Yılmaz da bir öğretmen, Türkçe öğretmeni ve aynı zamanda bir veli, bu yıl beşinci sınıfa başlayacak bir oğlu var. Kocaeli'nde yaşıyor ve orada çalışıyor. Peki bu yaşanmışlıklardan sonra yüz yüze eğitim nasıl olacak? Sibel Yılmaz, okullarda ve eğitim bileşenlerine dair hangi önlemlerin alındığına dair Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir açıklama yapmadığını söyleyerek, bunun büyük bir eksiklik olduğunu belirtiyor:

"Yüz yüze eğitime başlayan Avrupa ülkelerine baktığımızda bu ülkelerde alınan önlemlerin eğitimin tüm bileşenleriyle paylaşıldığını görüyoruz. Bir diğer eksiklik, aşılama ile ilgili. Hem eğitim ve bilim emekçilerinin aşılanması ile ilgili hem de başta kronik rahatsızlıkları olan 12 yaş üstü çocukların aşılanmasıyla tamamlanmış değil. Ayrıca okulların ne kadar hazır olduğunu bilmiyoruz. Geçen hafta görev yaptığım ve çocuğumun da devam edeceği okula gittim. Duvar boyama, birtakım tamiratlar dışında pandemiyle ilgili sağlığa dair herhangi bir önlemin alındığını görmedim. Başka velilerle de konuştuğumuzda aynı manzaraların oralarda da olduğunu duyuyoruz. Mesela Kocaeli'nde temizlik malzemeleriyle ilgili ciddi sıkıntıların olduğunu biliyoruz. Keza temizlik personelinin yeterli olmadığını görüyoruz. Aynı zamanda öğretmen açığının da ciddi boyutla olduğunu ve sözleşmeli öğretmen gibi güvencesiz öğretmen alımının söz konusu olduğu bir durumda, yüz yüze eğitime bu şartlarda geçilecek olması bizim açımızdan hem bir öğretmen hem veli olarak ciddi kaygılara sebebiyet veriyor."

Sibel Yılmaz.jpeg
Sibel Yılmaz

 

Bu kaygılara rağmen yüz yüze eğitime karşı olmadıklarını, hatta bir an önce başlaması gerektiğine inandıklarını söyleyen Sibel Yılmaz; "Gerekli şartlar sağlanarak tabii ki yüz yüze eğitime geçilmeli. Çünkü okul sadece akademik eğitimin alındığı bir ortam değildir. Aynı zamanda çocukların bir arada oldukları bir sosyal ortamdır, dayanışmayı-paylaşmayı-arkadaşlığı tattıkları ve psikolojik olarak sağlıklı büyümelerini sağlayan bir yerdir" diye konuşuyor.

Okullar 6 Eylül'de açılıp, 30 Eylül'de kapanacak korkusu

Ali Aluç da, iki bakanlığın yani Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının yüz yüze eğitimin başlatılacağına dair açıklamalarını hatırlatarak, "Ama nasıl, hangi koşulda yüz yüze eğitim, sorusuna yanıt vermiyorlar" diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:

"Peki amaç okulları sırf ticari hayatı biraz daha şekillendirebilmek maksadıyla  6 Eylül'de açıp mesela 30 Eylül'de kapatmak mıdır? Çünkü toplumda böyle kaotik bir beklenti de var. Yani topluda; kırtasiyeler, giysi satanlar mallarını satsınlar sonra da okullar tekrar kapanabilir diye bir kaygı ve korku da var. Avrupa'da ve gelişmiş ülkelerde sürdürülebilir eğitimin bütün planlaması yapılmış, buna ek bütçeler ayrılmış, okullarla ilgili bütün donanımlar yerine getirilmiş ve 12 yaş üstü çocuklar ile eğitim emekçilerinin aşılanması tamamlanmış durumda. Sınıfların daha küçük kapasiteyle kullanılması için ek atamalar yapılmış ve bu ek atamalarla yeni sınıflar oluşturulmuş. Bizim okullarda böyle bir durum yok. Hem aşılanma tamamlanmamış hem de sınıflar çok kalabalık."

Kendilerinin Veli Der olarak yüz yüze eğitimin sürdürülebilir bir şekilde başlamasını savunduklarını yani aç-kapa şekilde bir eğitim dönemini yeniden yaşamak istemediklerini belirten Ali Aluç; kendi çocuğunun yüz yüze eğitime gitmek istediğini söylüyor: "Evde bunaldılar çocuklar, tabii ki istiyorlar. Artık açılsın okullar demeye başladılar. Ama hem biz hem çocuklarımız okulları sırf açmış olmak için değil, açınca eğitimin sürdürülebilirliği sağlansın istiyoruz." Aluç son olarak, 2. Meşrutiyet'in Eğitim Bakanı Emrullah Efendi'nin "Şu okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" sözünün şimdilerde yine geçerli olduğunu öne sürüyor.

Ali Aluç.jpg
Ali Aluç

 

‘Müfredat seyreltilmeli, çocuklar yeniden okullara uyum sağlamalı'

Mehmet Aydoğan, Milli Eğitim Bakanı'nın en son okul müdürleriyle yaptığı zoom görüşmesinde yine birtakım önlemlerden bahsettiğini ama önlemlerin ne olduğunu açıklamadığını belirterek, aynı zamanda 6 Eylül tarihinin de henüz netleşmediği bilgisini veriyor. Aydoğan sözlerini şöyle sürdürüyor: "Hepimizin isteği yüz yüze eğitimin başlaması ve okulların açık tutulması. Yani göz boyamak için yapılmaması. Birtakım çevrelerin çıkarları için, dersanelerin ve özel okulların öğrenci kayıtları için yapılmaması. Bu çocukların akademik olarak büyük kayıpları var ama bu kayıplar bir şekilde giderilebilir. Ama psikolojik kayıplar, sosyal kayıplar, kişilik gelişimini destekleyen kayıpların giderilebilmesi mümkün değil. Bunların giderilebilmesi için özel programlara ihtiyaç var. Yani geçmişte hiçbir şey olmamış gibi bir müfredat yerine, müfredatın en azından bir kısmının yenilenmesine, seyreltilmesine, özellikle de psikolojik-sosyal gelişimini destekleyecek, yani okula tekrar uyumu sağlayacak müfredatlara-programlara ihtiyaç var. Bu programlar üç aylık olabilir, beş aylık olabilir. Belki dersler 20'şer dakikaya düşürülebilir, daha fazla oyun-drama gibi etkinliklerle çocukların uyumu hızlandırılabilir. Bunlara ilişkin de Milli Eğitim Bakanlığı'nın hiçbir hazırlığı yok."

Özellikle LGS'ye hazırlanan öğrencilerin, kontenjanları artırılan düz lise ya da Anadolu liselerine gittiğini ve bu sınıfların sayısının 40'ı bulduğunu anlatan Mehmet Aydoğan; "Yeni virüs varyantlarının ortaya çıktığı bu dönemde, 40 kişinin havalandırması bile yeterli olmayan sınıflarda 40 dakika ders yapmasının sonuçlarını kimse düşünmüyor" diyerek önemli bir eksikliğe de dikkat çekiyor:

"Şu ana kadar okullara temizlik görevlisi atanmış değil. Yani iki bidon dezenfektan göndererek okullar açılmaz, bu hem çocuklarımızın sağlığı hem de toplum sağlığı açısından doğru değil."

mehmet aydoğan.jpeg
Mehmet Aydoğan

 

‘Çocuğuma sahip çıkmak için nöbetteyim'

Peki Veli Der niye okulların önünde nöbet tutuyor? Velilerden Seval Keleş, Milli Eğitim Bakanlığı'nın yüz yüze eğitim sürecini takip etmek için okulların önünde nöbete başladıklarını söylüyor. Aynı zamanda nöbetlerde pandemi önlemleri konusunda bilgi edinmeyi amaçladıklarını, çocuklarının sağlığı konusunda endişeli oldukları için bunu takip etmek istediklerini de belirtiyor: "Varlığımızı orada hissettirmek zorundayız. Çünkü velinin olmadığı yerde öğrenci devletin insafına terk ediliyor. Biz anne baba olarak çocuklarımızın zamanlarını en çok geçirdikleri okullarda güvenli bir şekilde eğitim görmelerini istiyoruz ve bu isteğimiz gayet doğal. Artık eti senin-kemiği benim anlayışı yok, ben çocuğuma sahip çıkmak için okulun önünde nöbet tutuyorum."

Sibel Yalçın bir öğretmen olarak bu koşullarda yüz yüze eğitim başlarsa kendini güvende hissetmeyeceğini söylüyor. Önceki yüz yüze eğitim sırasında okulda Covid kaptığını ve ailecek hastalandıklarını söyleyen Yalçın, "Bu koşullarda hem kendi adıma hem çocuğum adına rahat değilim. Ve bu yeni varyantların daha küçük yaş grupları etkilediğini okuyoruz, bu da kaygı seviyemi artıran bir durum" diyor.

Mehmet Aydoğan da bir öğretmen olarak, Sibel Yalçın'ın kaygılarına katılıyor ve aşı karşıtlığının çok absürt bir noktaya ulaştığını ve bunun eğitim sürecini de etkileyeceğini vurguluyor: "Ama yüz yüze eğitimde bile, öğrencinin gönderilmesi zorunlu değil ifadesi kullanılıyor. Yani karar veliye bırakılıyor. Oysa devletin görevi aileye o güveni vermektir. Devletin öğrenciye, veliye, öğretmene şunu demesi lazım: Okula gelin, okula sizin başınıza bir şey gelmez. Sorumluluktan kaçıp bütün sorumluluğu veliye bırakırsanız, devlet olarak anayasal görevinizi de yerine getirmemiş oluyorsunuz. Eğitimin sürdürülebilirliği ve çocukların aşılanması devletin sorumluluğudur, velilerin değil."

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU