Taliban, Afganistan’ı hangi şeriata göre yönetecek?

Taliban’ın 2001 yılındaki düşüşü kendisi için faydalı bir tecrübe oldu. Ancak bundan ders alıp almayacağı kesin değil. Her iki yönde de bazı göstergeler mevcut.

Fotoğraf (Arşiv - Reusters)

“Afganistan’da olan oldu”... Beyaz Saray’ın adamları böyle söyledi. Ancak bundan önce Afganistan Devlet Başkanı da dahil birçok kişi mesajı almıştı: Taliban Hareketi, ya da kendilerine verdikleri isimle ‘Afganistan İslam Emirliği’ Kabil’de başa geçti. Ancak sadece Afgan halkını değil tüm dünyayı endişelendiren soru şu:

“Taliban Hareketi ülkede yönetimi nasıl yürütecek? Ya da hangi şeriata göre yönetecek?”

Nitekim Taliban bir süre önce Afganistan geleneklerine göre İslami hükümleri uygulamak istediğini duyurmuştu.

Bu sorunun sorulmasının nedeni, bazı Batılı ve uluslararası komplo teorisyenlerinin öne sürdüğü gibi bir din olarak İslam'ın kendisinden korkulması değil. Bunun sebebi yalnızca İslami tecrübenin çok yönlü olması. Taliban’ın 1990’lı yıllarda iktidarını açıkladığı sırada seçtiği versiyon, IŞİD'in Irak ve kontrol ettiği diğer bölgelerdekinden daha kötü değil.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sosyal medya çağında bunun geri dönmesi ve her gün bununla yaşanması karşısında duyulan korku hissi, bu modelin ayrıntılarına şahit olan Afgan halkının trajedisini aşarak Arap halklarına ve bazı ülkelerdeki popülist İslam kültürlerine kadar uzanıyor. Bu ülkelerde, yakın ve uzak geçmişte hafızalara vahşeti, şiddeti ve insanlara taktığı prangaları ile kazınan tarihi doğasına rağmen Taliban’ın dönüşüne alkış tutanlar var. Halbuki bu alkış tutanlardan herhangi biri kendi ülkesinde Taliban Hareketi’nin dayattıkları ile yaşamayı deneyimleseydi mutlu olmazdı.

Ancak coşkulu duygulara veya gerçekleşmesi zor olduğu için bu kişilerin sadece düşledikleri gerçeküstü umutlara kapılması, Afgan cihadı günlerinde birçok kişinin büyüsünü yaşadığı idealist bir görüşe yol açtı. Bu görüş tıpkı yıllar önce IŞİD'in  hilafeti sırasında olduğu gibi "cihat ve ribat (dini himaye) diyarına" girdikleri gün bazı insanları pasaportlarını yakmaya veya yırtmaya itti. Kerametlerden, ilahi olaylardan, zaferden, güç kazanımından ya da apaçık fetihten bahsetmiyorum bile!

Suudi yazar Yusuf el-Kuveylit’i hayal dünyasında bir masalmış gibi “Talibancı durum” maratonuna geri dönülmesinin ardından bölgede ve Afganistan’da “en kötüsünü” beklemeye iten şey de bu.

Kuveylit bu konuda şu yorumda bulundu:

“Afganistan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler), El-Kaide, DEAŞ ve bu gibi örgütler için bir sığınak mı olacak? Geçmiş tecrübeler bu gerçeğe tanıklık ediyor. Afganistan’ın böyle bir sığınağa dönüşmesi İran ve Türkiye için bir fırsatken Rusya ve Afganistan’ın komşu ülkeleri için bir endişe kaynağı oluşturuyor. Dünyayı uyuşturucuya boğmak da dahil olmak üzere devletler ve gizli suç örgütleri tarafından yönetilecek yeni şiddet döngülerine hazırlanın.”

Olumlu işaretler ve endişeler

Taliban’ın ve radikal İslamcı kardeşlerinin yönetim tecrübesindeki geçmişlerine karşılık bu düzeydeki tüm korkuların gerekçesi olduğunu kimse iddia edemez. Ancak her ne kadar korkular umutlara baskın gelse de şu ana kadar Taliban’ın üslubunda nadir de olsa bir umut emaresi görülebilir. Zira Taliban aşırı bir şiddet göstermeden ya da kan dökmeden hükümeti ele geçirdi. Oysa ki Irak kan dökülmeden bir süreliğine “insanlar” tarafından ele geçirilinceye dek yüzyıllar boyunca kan dökmekle ve iktidar kavgaları ile ilişkilendirilmiştir.

Taliban Hareketi’nin kendisi, ne kadar güçlü olursa olsun Afganistan'a bu kadar çabuk hakim olamayacağını kabul ediyor. Bu yüzden bazı analistler Taliban’ın da şaşıranlar arasında olduğunu düşünüyor. Bu da Taliban’ın zaten işgal altında eski hükümetlerin mirası altında ezilmiş halkın ihtiyaçlarını karşılama hususunda gücün beraberinde getirdiği yükümlülükleri üstlenmeye hazır olmadığı anlamına gelebilir. Bir Afganın söylediğine göre bu, eski hükümetlerin “utanç verici” performansları şehirlerin ve bölgelerin Taliban’a hediye edilmesinin en büyük sebeplerinden biriydi. Washington’dan Afgan kadınlardan birinin söylediği gibi Allah vere de durum “yağmurdan kaçarken doluya tutulmaya” benzemesin.

Analistler her ne kadar Taliban konusunda birbirinden farklı düşüncelere sahip olsalar da izlediği yolun ister Afgan kabileleri ile ilişkisi isterse dış diplomasisi ve askeri teçhizat ile yapılmış olsun, parçalanmış bir ülkeyi yönetmek için gerekli olan deneyimin bir delili olduğu konusunda hemfikirler. Nitekim Taliban Afgan denkleminde aşılması mümkün olmayan çetin bir ceviz olduğunu kanıtladı. Bu, Afganistan'ın eski Devlet Başkanı Hamid Karzai ve emsallerinin farkına varılmasını istediği bir gerçeklikti. ABD’lilerin zorbalığı başkalarının gözlerini kör etmemiş olsaydı, sahne sert bir son ile kapanacaktı. Öyle ki özellikle Afganistan’ın komşu ülkeleri olan biteni iyice kavradıktan sonra tarafsız kalmayı sürdürmeseydi bu sahnenin kısa, orta ve uzun vadeli sıkıntılar yaşanmadan kapanması güçtü.

Bir parça iyimserlik getiren ikinci bir görüş ise Taliban Hareketi’ndeki resmi kaynakların erkenden, gizlice aralarında anlaştığı nokta. O da şu ki Taliban Hareketi geçmişteki hatalarını tekrarlamamak için eski tecrübelerinden ve dış unsurlarının deneyimlerinden yararlandı. Bu hataların başında da Afganistan’ın uluslararası arenada kovulan örgütler ve kişiler için bir platforma dönüşmesine izin vermesi geliyor. Taliban’ın bu hatası, Afganistan’ı yabancı ülkelerin çıkarlarına karşı terör eylemleri için bir başlangıç noktasına dönüştürmüştü ve tıpkı Eski Suudi İstihbarat Şefi Prens Turki el-Faysal’ın da dediği gibi sonuç trajik olmuştu. Prens Faysal görev yaptığı dönemde Taliban’ın lideri Molla Ömer’i kendisine ve Afganistan’a sorun yaratmadan önce Usame bin Ladin’i teslim etmesi için ikna etmeye çalışırken bu konuda uyarıda bulunmuştu.

Taliban’ın iki numaralı ismi Molla Birader yaptığı açıklamada Taliban Hareketi’nin insan haklarına, kadınlara ve azınlıklara saygı göstereceğini, yabancı elçiliklerin güvenliğini koruyacağını, insanların özel hayatlarına karışmayacağını, mallarına ve özgürlüklerine dokunmayacağını söyleyerek genel bir af ilan etti. Buna ilaveten hareket, yönetimi teslim almadan önce intikam almama sözü de verdi. Bu noktada şu itiraf edilmeli ki, Müslüman ve Arap bölgesinde iktidara tırmanmak için İslam'ı merdiven olarak kullanan birçok örgütün güvenilirliğinin azalmasına rağmen Taliban, geçmiş tarihinde “güvensiz” dışında her sıfatla tanımlanabilir. Bu bir nebze olsun insanları umuda sevk eden bir işaret.

“Taliban’ın şeriatının” ölçütleri ne?

Tüm bu konuşmaların ardından esas sorumuza gelelim: Taliban bu sefer Afganistan’ı hangi şeriatla yönetecek?

Tabii sloganlar atmak, şeriat her zaman ve her yer için geçerlidir demek, toplumun şeriat tarafından dikte edilen şeyleri istediğini söylemek kolay. Ancak bu hangi şeriat?

Taliban yanlıları Afgan toplumunun geleneklerine uygun şeriattan söz ediyor. Ancak Afgan toplumunun içerisinde farklı eğilimleri, istekleri ve fikirleri olanlar var. Önceki dönemde solcusu, merkezde bulunanı ve sağcısı olmak üzere tüm akımlara şahit olduk. Bir tarafta yolculuk yapan kadınlar ile kot pantolon giyen kadınlar, öbür tarafta abalarına sarınmış kadınlar gördük. Aynı şekilde sakallı erkeklerin yanında sakalsız erkeklerin de olduğuna şahit olduk. Mescitler ve zikir halkaları gördüğümüz kadar sanat galerileri, konserler ve eğlencelerin düzenlendiği partileri de gördük. İşte tam bu noktada şeriatın uygulanması, Taliban’ın söz verdiği gibi “yönetimi tekelleştirmemesi” ve uluslararası toplumun baskısının öneminin imtihanı başlıyor.

Nitekim küresel düzeyde faaliyet gösteren İhvan Örgütü’nün sorununun temelinde “İslam çözümdür” sloganını benimsemesi ve sanki Mısır halkı gayrimüslimmiş de çözümü İslam’daymış ya da toplumun sistemlerinin şeriat uygulanana kadar onunla hiçbir ilgisi yokmuş gibi şeriatı bir gereksinim olarak dayatması yatıyor. Bu yüzden Mısır Müftüsü Şevki Allam “Neredeyse hiçbir saygın Ezherli, Mısır’da şeriatın uygulanması gereksinimini desteklemiyor ve bunu teşvik etmiyor. Çünkü Mısır hiçbir döneminde şeriattan kopmamıştır” değerlendirmesinde bulundu.

Nijerya’nın kuzeyinde, Kano gibi Müslümanların ağırlıkta yaşadığı eyaletlerin şeriatı uygulama çalışmalarını haber yapmak üzere 2007 yılında Nijerya'da basınla ilgili bir göreve gitmiştim. Deneyimli Koruma Konseyi Başkanı’na şunu sormuştum:

“Uygulayacağınız şeriat modeli ne olacak? Suudi Arabistan, Mısır, Pakistan, Malezya ya da Türkiye mi yoksa başka bir ülkenin modeli mi?”

Bunun üzerine başkan bana kendinden emin bir şekilde şöyle cevap vermişti:

“Bahsettiğiniz ülkelerden şeriatı uygulayanlar varsa onların tecrübelerinden yararlanmaya çalışacağız”!

En nihayetinde işler iyi niyetli insanların kontrolünden hızla çıktı ve önce Boko Haram sonra IŞİD cesaretlenmeye başladı. Bunun kanıtı, bu sahada yapılan müzayedelerin, şeriatın genişlemesinin ve her tarafın onu temsil ettiğini iddia etmesinin, yorumlara ardına kadar kapı aralamasıdır.

Bünyesinde çok sayıda mezhebin bulunduğu İslam fıkhında bile bunun örneklerinin olduğunu belirten Iraklı düşünür Raşid Hayun, Taliban’ın önceki uygulamalarında tatbik ettiğini iddia ettiği Hanefi mezhebinin ilk dönemlerindeki teorisyenlerinin, özellikle gayrimüslimler ve muhaliflerle ilişki biçiminin nasıl olacağına dair ortaya koyduğu görüşler ile Taliban’ın uygulamalarının birbiriyle örtüşmediği görüşünde.

Afganistan’dan, bu ülkeyi kimin yöneteceğinden ve geleceğinden daha önemli olan şey “İslam’ın genel imajıdır”. Nitekim El-Kaide, müttefiki Taliban (şu ana kadar); IŞİD, onun kardeşleri, Taliban’ın seçimleri ve sağda solda konuşan bazı radikaller yüzünden İslam’ın genel imajı “terörizm, katletme ve kötülükler” ile bir tutuluyor.

Bütün bu saydıklarımdan ötürü Taliban'ın atacağı adım Afganistan ve genel olarak dünya için büyük önem taşıyor. Hikaye devam ediyor ve herkes izliyor...

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

https://www.independentarabia.com/node/251041

DAHA FAZLA HABER OKU