Cumhurbaşkanı Reisi ve İran’a bağlı Arap manda devletleri

Güney Lübnan ve Güney Suriye'de İran-İsrail arasındaki birlikte yaşama, “angajman kuralları üzerinde uzlaşı” adı altında tam anlamıyla daha yüksek ve geniş bir düzeyde “bir arada yaşamayı” ifade ediyor

İran'ın yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin yemin etme töreninde olduğu gibi, BM üyesi bir devletin yeni devlet başkanının yemin törenine yabancı yetkililerin katılması anlaşılabilir bir durum. Bu, yabancı yetkililerin müttefik ülkelerden olup olmadığına bakılmaksızın normal ve alışılmış bir protokol uygulaması. Ancak, Reisi'nin yemin töreninde göz ardı edilmemesi gereken üç husus dikkat çekiyordu.  Birincisi, Reisi yalnızca selefleri Muhammed Hatemi, Mahmud Ahmedinejad ve Hasan Ruhani gibi Dini Lider ve otoritesinin meşruiyeti altında görev yapacak bir cumhurbaşkanı değil, aynı zamanda iktidardaki muhafazakar akımın yanı sıra Devrim Muhafızlarının bizzat Dini Liderin pozisyonu için en öne çıkan adayı. Dolayısıyla Reisi, cumhurbaşkanlığı makamına seleflerinin sahip olmadığı bir şeyle donanmış olarak geldi. Burada, beklendiği gibi, hatta kaçınılmaz olarak Reisi'nin zaferiyle sonuçlanan seçimlere Ahmedinejad'ın kendisinin de katılmasının engellendiğini belirtmekte fayda var.

İkincisi, Reisi, Viyana'da İran'ın nükleer programıyla ilgili müzakerelerin devam ettiği bir zamanda cumhurbaşkanlığı görevini üstleniyor. Buna ilaveten, müzakereler, eski ABD başkanı Donald Trump'ın anlaşmanın aleyhine dönmesinden 4 yıl sonra, Tahran ile dostane ve güvene dayalı ilişkiler kurmaya önem veren Amerikan ve Fransız başkanları döneminde gerçekleşiyor. Hatta eski başkan Barack Obama'nın Ortadoğu politikalarının geniş hatlarına bağlılığa geri döndüğü görülen bir Demokrat yönetimle birlikte yürütülüyor. Washington'da İran dosyasının  çeşitli bölgesel konularda Tahran ile uzlaşı ve iş birliğinin önde gelen savunucularından biri olan Robert Malley'e verilmesi bunun delili.

Üçüncüsü, İran liderliği, örgütlenme, finansman, silahlanma ve siyasi tabiiyet açısından kendisine bağlı grupların temsilcilerini yemin töreninde ön saflarda toplayarak, özellikle Ortadoğu'daki gerçek konumunu tüm dünyanın gözleri önünde vurgulamaya önem veriyor gibiydi. Takipçi ve destekçilerinin bu aleni gösterimi, Tahran'ın fiili olarak en az 4 Arap başkentini kontrol ettiğine dair ilgililere açık bir mesaj taşıyordu. İsrail'e karşı direniş, karşı çıkma ve Filistin'in kurtarılması argümanlarıyla bölgedeki İran hegemonyasında hiçbir beis görmeyen diğer Arap başkentleri ile dostluk ilişkilerine dair işaretlerinden bahsetmeye bile gerek yok.

Bu noktada, bilhassa bu takipçi ve destekçileri sergileme eyleminin, Batı ve aynı zamanda iki taktiksel müttefik Çin ve Rusya'nın temsil ettiği Doğu'nun, İran'ın birinci bölgesel karar alma merkezi olduğunu anlamasını sağlamanın önemli bir parçası olduğuna değinmeliyiz. Bu nedenle, Ortadoğu'ya dokunan, zenginliği, toprakları, suları ve uluslararası koridorlarıyla bağlantılı herhangi bir uluslararası strateji, mutlaka Tahran'dan geçmeli.

Tahran, Doğu ve Batıya gönderdiği mesajda, bugün Maşrık bölgesi (Irak, Suriye, Lübnan ve Gazze) ve aynı şekilde Yemen'de birinci karar verici konumunda olduğunun, ayrıca Körfez ve bazı Kuzey Afrika ülkelerinde de varlık gösterdiğinin unutulmaması gerektiğini söylüyor. Büyük ekonomik sıkıntılara rağmen, İran, ileri kaçmaya ve Washington'daki ortak düşmana karşı Moskova ve Pekin ile çıkarlarının kesişmesine ve iç içe geçmesine bahis oynamaya alışkın. Dahası, kendisini gizli ve her zaman istihdam edilebilir bir “azınlıklar ittifakı”nın güvenilir bir ortağı olarak sunuyor. Şu ve bu faktöre ek olarak ve tüm sözlü kabadayılıklara ve yüksek tonlu söylemlerin aksine, Lübnan, Suriye ve Filistin topraklarındaki deneyimler, Tahran'ın İsrail ile angajman kurallarına tamamen bağlı olduğunu ispatlıyor. Bu artık herkesin bildiği bir gerçek ve dün Güney Lübnan'da yaşananlar, mutabık kalınan "Mavi Hat" boyunca çıtanın altında kalan karşılıklı "dostça" bombardımanlar bunu yeterince kanıtlıyor.

Dün Güney Lübnan'da olanlar ve bir süredir Suriye'de - özellikle de güneyinde - olup bitenler, ateşkes hatları boyunca garantili bir Hizbullah varlığı ile fiili ve gerçekçi bir "bir arada yaşama"nın var olduğunu doğruluyor. Hizbullah ve Şam rejimini destekleyen diğer İranlı milislere aktarılan silah ve mühimmat sevkiyatlarına karşı İsrail hava saldırıları neredeyse haftalık bir rutin uygulama haline gelse de, bu saldırıların amacı, bizzat İran'ın varlığını hedef almaktan ziyade, bu varlığının İsrail için kabul edilebilir sınırlarının belirlenmesidir. Kuzeyde Halep'ten güneydeki Kuneytra ve Dera (Sünni çoğunluklu) ile Suveyda'ya (Dürzi çoğunluklu) kadarki bölgede Hizbullah ve İran milislerinin dağılım yoğunluğunu gösteren güvenilir ve dolaşımda olan haritalara bakmak bunu görmek için yeterli. Lübnan'a gelince, İsrail sınırları içinde “açık arazilerin” bombalanması ve ardından Lübnan'ın güneyindeki Hasbaya ilçesine bağlı küçük Şuveyya kasabasında yaşananlar, öne çıkan çeşitli nedenlerle dikkat çekiciydi. Bu nedenlerin ilki, geçen yıl Ağustos ayında meydana gelen Beyrut Limanı patlamasının (veya sabotajının) koşullarıyla ilgili yükselen tartışma ve gürültü, nitrat kargosunun sahipleri ve taşıyıcılarının kimliğinin yanı sıra resmi Lübnanlı tarafların konuyu örtbas etmekteki rollerine yönelik imaların artması. İkincisi, Hizbullah'ın desteklediği mevcut Cumhurbaşkanı'nın da tarafı olduğu hükümet açmazının devam ettiği bir ortamda, Lübnanlıların dikkatini acilen siyasal ve güvenlik açısından zorda bırakan bu meseleden başka yöne çevirme ihtiyacı.

Patlamanın birinci yıldönümü ve bazı isimlere yapılan atıflar üzerine çıkan kargaşa ve gürültünün ortasında, nüfusun çoğunluğunun Şii olmadığı yani Hizbullah yapısının dışında kaldığı sınır çizgisinin “Doğu Şeridi”nde kalan cephe, Lübnan topraklarından atılan “kaynağı belirsiz” füzelerle ısıtıldı. İsrail'in buna yanıtı, “füzelerin ya Demir Kubbe tarafından durdurulması, boş arazilere ya da Lübnan topraklarının içine düşmesi nedeniyle” çatışma çemberinin genişletilmesini gerektiren herhangi bir kayıp olmadığı gerekçesiyle hesaplı ve sınırlı oldu.

Şuveyya kasabasından vatandaşlar, Hizbullah'a ait olduğu ortaya çıkan ve füze rampası olarak kullanılan aracın önünü kesmeselerdi, bu kamufle edilmiş oyun hiçbir şey olmamış gibi geçip gidecekti. Ama kasaba sakinlerinin bu eylemi, Hizbullah ve müttefikleri tarafından ihanet suçlamaları kampanyasına ve sivillere yönelik suistimallere, mezhepsel ve güvenlik temelli gerginliklere yol açtı.

Özetle, Güney Lübnan ve Güney Suriye'de İran-İsrail arasındaki birlikte yaşama, “angajman kuralları üzerinde uzlaşı” adı altında tam anlamıyla daha yüksek ve geniş bir düzeyde “bir arada yaşamayı” ifade ediyor. İsrail, Hizbullah'ın sözlüğündeki "direniş"in, tıpkı Şam rejiminin sözlüğündeki "karşı çıkış" gibi, kendisine yönelik olmadığını, onu etkilemediğini ve çıkarlarını tehdit etmediğini uzun zamandır çok iyi biliyor. Aslında tüm mesele, Tahran'ın isimler değişse de kendisi değişmeyen uluslararası rıza ile bölgenin oluşumlarına el koymasından ibaret. Viyana müzakereleri ile eş zamanlı olarak yapılan Reisi'nin yemin törenine katılan Tahran'ın dostlarından önemli katılımcıların görüntüsü, bu gerçeğin doğrulamasından başka bir şey değil.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

DAHA FAZLA HABER OKU