Kamu yayımcılığı ve TRT tartışmaları: 10 farklı ülkede medyanın durumu nasıl?

Devlet medyasıyla kamu yayımcısı arasında epey kalın bir çizgi var

Kamu yayımcılığı artık sadece televizyon kanallarını ve radyo istasyonlarını değil, internet sitelerini de kapsıyor (Pixabay)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 14 Temmuz'da imzalayarak yayımladığı kararnameyle Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu'nun (TRT) yönetiminde değişikliğe gidilmesi, muhalif kesimlerin tepkisini çekti. Önceden tek bir kişi tarafından yürütülen Genel Müdürlük ve Yönetim Kurulu Başkanlığı görevleri iki kişiye pay edilirken Yönetim Kurulu'ndaki üye sayısı da 7'den 9'a çıkarıldı. 

Ancak burada yapısal değişikliklerden ziyade atanan isimler konuşuldu. Düşünce kuruluşu SETA'dan yolu geçmiş isimlerle birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin'in oğlu Doç. Dr. Oğuzhan Bilgin'le Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan'ın da yeni Yönetim Kurulu'na atanması, AK Parti'ye yakın isimlerin liyakatsizce ülkenin kamu yayıncılığını belirleyeceği eleştirilerine neden oldu. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Cumhurbaşkanı'nın oğlu Bilal Erdoğan'ın Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi'nden sınıf arkadaşı olan İbrahim Eren'in reyting başarılarıyla ayrıldığı söylenen kurum, tekrar kamuoyunun gündemine girdi. 

Sosyal medyada tepki gösteren pek çok kişi, televizyon ve cep telefonlarına takılan bandrollerden ve elektrik faturalarından kesilen TRT payından bu isimlere maaş verilecek olmasına karşı çıktı.

Zira faturalarda yer alan enerji tüketimi bedelinin yüzde 2’si kuruma gidiyor. Ayrıca televizyon, radyo, cep telefonu, ev sinema sistemi, akıllı kol saati, bilgisayar ve tabletlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda cihazdan yüzde 16 ila yüzde 0,01 arasında değişen oranlarda bandrol ücreti alınıyor

Viyana merkezli Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) söz konusu atamaların TRT'nin tarafsızlığını daha da zedeleme ve kamu yayıncısı kurumun tam bir devlet propagandası makinesi haline getirilme tehlikesine karşı uyarıda bulundu.

Konuyla ilgili Danıştay'a yapılan bir yasal başvuruda da TRT'yle ilgili 2954 sayılı kanundaki esaslardan biri hatırlatıldı:

Kamuoyunun sağlıklı ve serbestçe oluşabilmesi için kamuoyunu ilgilendirecek konularda yeterli yayın yapmak; tek yönlü, taraf tutan yayın yapmamak ve bir siyasi partinin, grubun, çıkar çevresinin, inanç veya düşüncenin menfaatlerine alet olmamak.

Peki Birleşik Krallık ve diğer 9 ülkede kamu yayımcılığı nasıl işliyor? Bu konuda örnek alınan BBC'nin yönetim anlayışı zaman içinde ne kadar değişti? İşin özüne dönecek olursak, kamu yayımcılığı nedir?

Kamu yayımcısı - devlet medyası farkı

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'ne (UNESCO) göre tanım şu:

Kamu tarafından kamu için yapılan, kaynak sağlanan ve kontrol edilen yayımcılık. Kamu yayımcıları ne ticareti amaçlar ne de devlet tarafından kontrol edilir, hem siyasetin hem de ticaretin müdahalesinden muaftırlar. Kamu yayımcıları yurttaşları bilgilendirdiği ve eğittiği gibi eğlendirir de. Çoğulculuk, programlardaki çeşitlilik, editoryal bağımsızlık, münasip kaynak sağlama, hesap verebilirlik ve şeffaflıkla güvence altına alındığında kamu yayımcılığı demokrasinin temel taşı olabilir.

Tabii burada şu uyarıyı da yapmak gerekiyor. Demokratik yönden sorunlu ülkelerdeki devlet medyasıyla kamu yayımcıları karıştırmamalı. Devlet medyası olarak görülen kurumlar, o ülkenin iktidar odakları tarafından hem maddi hem de editoryal yönden sıkı bir şekilde kontrol edilir. 

Liberal demokrasilerin temel örneklerini Kuzey Kore, Çin ve Rusya gibi ülkelerde gördüğü devlet medyası; iktidarı över, pek de değişmeyen yöneticileri alkışlarken muhalifleri şeytanlaştırır ya da yok sayar, çoğunlukla istikrarlı şekillerde belli bir ideolojinin belirli bir okumasının propagandasını yapar.

BBC'nin yönetimi 

indir.jpg

BBC, televizyon izleyen her haneden her yıl 159 pound (yaklaşık 1900 lira) lisans parası alıyor (Reuters)


Kamu yayımcılığı iddiasındaki her ülkede temel çerçeve editoryal bağımsızlık üzerinden tarif edilirken en çok örnek alınan kurum da BBC oluyor. Diğer yandan orada da bitmek bilmez tartışmalar söz konusu. 

1927'den 2007'ye kadar ağı yöneten Board of Governors of the BBC, kamunun çıkarlarını temsil ettiği belirtilen 12 kişiden oluşuyordu. Ağın işleyişini yürüten ekipten ve Yönetim Kurulu Başkanı'ndan bağımsız olan bu 12 kişinin programlar üzerinde doğrudan söz hakkı yoktu. Ancak Parlamento'ya ve kanal için ücret ödeyenlere karşı onlar sorumluydu. Yönetim Kurulu Başkanı'nı seçmek gibi bir yetkileri; kanalın stratejisini, performansını, hedeflerini ve şikayetlerini belirlemek gibi de görevleri vardı. 

Birleşik Krallık'ın İskoçya, Galler, Kuzey İrlanda ve İngiltere bölgeleri için birer sorumlu Board of Governors'ta bulunuyordu. 

Her ne kadar usulen Kraliyet Ailesi'nin başındaki isim bu 12 kişiyi seçiyor gibi görünse de atamalarda hükümet kimse o belirleyici oluyordu. Bu da özellikle Margaret Thatcher döneminde tartışmalara neden oldu.

2007'de bu yapı değiştirildi ve ağın yönetimi Kraliyet fermanıyla BBC Trust'a bırakıldı. Fermanın 10 yıllık süresi dolunca İşçi Partisi'nin de zayıflamasıyla bu yapı da terk edilerek BBC Board oluşturuldu. Ancak Board of Governors'taki temel işleyişin hala geçerli olduğu söylenebilir.

Bütün bu yapılarda gördüğümüz durum, Kraliyet'in o dönemki hükümetlerin etkisiyle seçim yapması. Ancak durmak bilmeyen tartışmalarla kurumun bağımsızlığı da bir şekilde korunuyor. Diğer ülkelerin aksine tek bir anayasal metinin bulunmadığı Birleşik Krallık, belki de kurumlarla değil de, bu tartışma geleneğiyle BBC'nin kerteriz noktası olarak görülmesini koruyabiliyor.

Kısacası pek çok ülke kamu yayıncılığında BBC'yi örnek alsa da Birleşik Krallık'ta da mücadele hep sürüyor. Tartışmalar da genellikle "Hükümet kamu yayıncısını propaganda aygıtına mı çevirmeye çalışıyor?" sorusuna bir noktada dönüyor.

BBC'yle ilgili şu temel kanunun pek çok ülkede görüldüğü gibi sıklıkla ağır ihlallere maruz kaldığını söylemek pek de mümkün olmuyor:

Kurum yayınıyla ilgili tüm meselelerde, bu yayımların ne zaman ve ne şekilde verileceğiyle ve işleyişinin yönetiminde bağımsız olmalı.

Kamu, yayımcılık için para vermek zorunda mı?

2018'de İsviçre'de kamu yayımcılığı referanduma sunuldu. Artık buna para ödemek istemediğini belirten kişilerden oluşan "No Billag" girişimi, İsviçre'nin Avrupa'da kamu yayımcılığını kaldırmak isteyen ilk ülke olması için propaganda yapsa da istekleri oy kullananların yüzde 71,6'sı tarafından reddedildi.

Her ne kadar "ideal" durumda kamu yayımcılığı halkın haber alma hakkı açısından elzem bir şey olsa da, halkın bunun için para verme zorunluluğu hala bir tartışma konusu. Halkın kendi çıkarları için mi, sansür ve propagandaya maruz kalmak için mi para verdiği sorusu özellikle demokratik yönden sıkıntılı ülkelerde daha da sık soruluyor.

Dokuz farklı ülkede medyanın durumu

Referandum döneminde İsviçre'nin kamu yayımcısı Swissinfo, ülke ülke kamu yayımcılığı veya devlet medyası anlayışlarını her ülkede farklı bir gazeteciyle derledi. İşte Çin, Brezilya, Hindistan, Rusya, İtalya, Japonya, Fransa, Almanya ve ABD'deki durum...

afp-cin.jpg

Çin'deki yabancı gazeteciler, en az 20 meslektaşlarının ülkeden kovulduğunu ya da ayrılmak zorunda kaldığını yaklaşık 4 ay önce bildirmişti (AFP)


Çin ve devlete bağlı medya

Çin medyası, habercilik ve içerik konusunda devlete bağlı olduğu için bu ülkede kamu yayımcılığından bahsetmek pek mümkün değil.

Sina, Sohu ve Netease gibi internet portallarının çıktığı 1990'lı yılların sonuna kadar ülkedeki bütün medya organizasyonları devlet mülkiyetinde ya da kontrolündeydi.

Çin medyası için Komünist Parti'nin "gözleri, kulakları, ağzı ve dili" yakıştırması yapılıyor. Piramitin tepesindeki ulusal yayıncı CCTV, uluslararası alanda da etkili olmak için diğer ülkelerle işbirliği yapmaya hevesli görülüyor.

Komünist Parti medyadan sadakat, "doğru kamuoyu oluşturma konusunda liderlik" ve "sosyalizmin temel hedeflerinin özendirilmesini" bekliyor.

Finansman konusundaysa 1970'lerin sonunda görülen liberalleşmeden bahsetmek gerek. Yayın mecraları, o tarihten bu yana reklamlar ve diğer ticari çıkarlarla fonlansa da devlet kontrolünden çıkmış değiller.

Brezilya'daki güçlü medya oligarkları

Globo_Internacional_2015.jpg

Globo'nun sahibi olan Marino ailesinin üyeleri, ülkenin en zenginleri arasında (Globo)


Güney Amerika ülkesindeki ulusal TV kanallarının yüzde 70'inden fazlası dört tane büyük medya grubuna ait. Doğrudan halktan para almayan devlet televizyonu TV Brasil ise kültür ve eğitim ağırlıklı programlarıyla seyircilerin yalnızca yüzde 2'sini yakalayabiliyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün bir araştırmasına göre, en fazla kişiye ulaşan 50 televizyon yayımcısı yalnızca 5 ailenin kontrolünde.

Ülkedeki en büyük kanalların sahibi Globo, medya ve ülke üzerinde büyük etkisi olduğu için eleştiri toplarken şirketi "ülkeyi birleştiren güç" olarak tanımlayanlar da var.

Dev Hindistan'ın yaygın ağı

hh.jpg

Geçen günlerde Modi yönetiminde muhalif Dainik Bhaskar gazetesi ve Bharat Samachar televizyon kanalına vergi gerekçesiyle baskın yapılması tepki topladı (AFP)​​​​​​


1 milyar 400 milyona yaklaşan nüfusuyla Çin'e yaklaşan Hindistan'ın kamu yayıncısı Prasar Bharati, 67 televizyon ve 429 radyo kanalını kontrol ediyor.

Otonom yapıdaki ağ, bir yandan ulusal bütünlüğü sağlamaya çalışırken diğer yandan halka eğitim ve eğlence sunuyor.

Prasar Bharati'ye bağlı kanallar, toplumun en köşede kalmış kesimlerine dahi ulaşarak özel şebekelerin giremediği yerlere giriyor.

Finansmanın çoğunu doğrudan devletten alan Prasar Bharati, zaman zaman hükümetin etkisi altında kaldığına yönelik suçlamalara hedef oluyor.

Devletin her yerde olduğu Rus medyası

afp-rusya.jpg

Ülkedeki TV kanalları, zaman zaman "kötü" haberleri görmemekle suçlanıyor (AFP)​​​​​​


Özel medya kuruluşlarının dahi devlet etkisinde olduğu Rusya da "kamu yayımcılığı" kavramını görmenin zor olduğu yerlerden.

Kanallar ya doğrudan ya da dolaylı olarak hükümetin kontrolünde görülüyor.

Vatandaşlar devlet kanallarını izledikleri için doğrudan para vermese de maliyetler hükümetin vergilerle denkleştirdiği bütçeden karşılanıyor.

Yapılan bir ankette halka doğrudan para vererek medyanın daha demokratik olmasını isteyip istemedikleri sorulduğunda neredeyse hepsi "Tabii ki hayır" demiş.

İtalya'da kamu yayımcılığı baskı altında

_59171180_italy-media-afp.jpg

Silvio Berlusconi sahip olduğu medya gücüyle yıllarca İtalya'ya hükmetmeyi başarmıştı (AFP)


Çizme'de de kamu yayımcılığı karşılığı her yıl ödenen lisans ücreti tartışma konusu. 2016'da bu ücret elektrik faturalarına aktarılınca halkın bir kısmı artık para ödemedikleri illüzyonuna kapılmıştı ancak sonrasında siyasetçiler bu tartışmanın fitilini yeniden ateşledi.

İtalya'da her hanenin yılda 90 euro (yaklaşık 900 lira) lisans ücreti ödemesi gerekirken bu para elektrik faturalarıyla tehsil ediliyor.

Kamu yayımcısı RAI bilgilendirici, kültürel ve eğlenceli yayınlarıyla ilgi toplasa da bütçesinin yüzde 70'inin doğrudan halktan alınması da tepki doğuruyor.

Japonya'da reklama izin yok

afp-japonya.jpg

Şarkı sözlerinde "kırmızı Porsche" kelimesi geçen bir şarkıcı, onu NHK'da "kırmızı araba" diye söylemek zorunda kalmıştı (AFP)


Asya devinde kamu yayımcılığı yapan tek kurum NHK. Pek çok radyo istasyonu ve TV kanalını kontrol eden şebeke, yurtdışında da NHK World ile etkin.

NHK, Japonya'daki piyasa payının yüzde 30'una sahipken geriye kalan oranı paylaşan 127 yayımcının 118'i 5 Tokyo merkezli ağa ait.

Finansmanının yüzde 95'ini lisans ücretiyle sağlayan NHK'da reklama izin yok çünkü kâr amaçlı reklam yasak.

Karasal yayın için hane başına 1260 yen, yani yaklaşık 100 TL aylık ödeme yapılması gerekiyor. Uydu yayını için bu fiyat iki katına çıkarken şirketler de bu ücretleri ödüyor.

Ödemeyenler neredeyse hiçbir ceza almadığı halde, ülkenin yalnızca dörtte biri para vermekten kaçınıyor.

Paris'in BBC rüyası

fransa-reuters.jpg

Özelleştirilen TF1, kamu yayımcısı France 2 ile rekabet halinde (Reuters)


Fransa'da kamu yayıncılarına yönelik meydan okuma halktan değil, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'dan geliyor. Ülkedeki kuruluşları "Cumhuriyet için bir utanç" diye tanımladığı aktarılan Macron, BBC'yi örnek alarak güçlü bir atılım yapmak istiyor.

Kamu yayıncısı televizyon ve radyo kanallarını birleştirerek 17 bin çalışanlı ve yaklaşık 4 milyar euro bütçeli dev bir kuruma döndürme planları konuşuluyor.

Bu hizmet için yılda 138 euro (yaklaşık 1400 TL) lisans ücreti alınan ülkede, internet kullanıcılarından da benzer bir paranın istenmesi gündemde.

2006'da özel TF1 ve devlet ortaklığıyla kurulan France 24, 2008'de hükümetin kalan hisseleri de almasıyla tamamen devletin eline geçti. Pek çok dillerde yayın yapan kanal, ülke dışındaki izleyicileri hedefliyor.

Almanya'da kamu yayımcılığı

almanya-reuters.jpg

Avrupa'nın güçlü ülkesinde her hanenin ayda 17,50 euro (yaklaşık 175 TL) lisans ücreti ödemesi gerekiyor (Reuters)


ARD ve ZDF gibi güçlü kamu yayımcılarının olduğu Almanya'da rekabet de kuvvetli. Sat.1 ve RTLplus gibi özel kanallar, reklam ve reyting almak için seyirci ne istiyorsa onu vermeye çalışıyor.

Kamu yayımcılarıysa kültürel içerikleri ve haberleriyle Almanlar tarafından en güvenilir kurumlar arasında görülüyor.

ARD ve ZDF yılda 8 milyar doları halktan lisans ücretiyle topluyor.

ABD'de yerel kuruluşlara merkezi dağıtım

ap.jpg

Yeni kıtadaki sistem, diğerlerinden daha değişik (AP)​​​​​​


Kamu yayımcılığı bu ülkede hem karasal hem de dijital olarak sağlanıyor. Servisi verenlerse hükümet kurumları değil; federal fonlar, bireysel destekçiler ve şirketlerle vakıflar tarafından desteklenen yerel kuruluşlar oluyor.

Televizyon kanalı olarak PBS, radyo istasyonu olarak da NPR yerel kuruluşlara içerik sağlıyor. Bu içerikler arasında haberler, çocuk programları, belgeseller, diziler ve komedi yayınları var.

Pek çok kişi bu sisteme artık gerek kalmadığını savunsa da anketler halkın yüzde 70'inin PBS ve NPR'a yönelik devlet desteğine arka çıktığını ortaya koyuyor.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU