Beethoven'ın duyma kaybı müziğine nasıl yansıdı?

İleri-orta derece işitme kaybıyla doğan besteci ve piyanist Gabriela Lena Frank, kendi yaratım deneyimini anlatıyor

Alman besteci, 20'li yaşlarında işitme sorunları yaşamaya başlamış ve hayatının son döneminde neredeyse tamamen sağır olmuştur (AFP)

Küçüklüğümden beri duyma kaybının Beethoven'ı etkileme biçimi beni büyülemiştir. Onun piyano sonatlarına bakarsanız, ilk olarak Fa Minörde ellerin pozisyonunun birbirine çok yakın olduğunu ve sol elle sağ elin fiziksel koreografilerinin birbirinden çok farklı olmadığını görürsünüz. Yaşı ilerledikçe piyano parçalarında ellerin hareketi giderek farklılaşmış ve mesafeleri açılmış.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Hayal gücünüzü ne kadar zorlarsanız zorlayın, yazdığı sonatların gösterdiği değişimin (ki bu ilerleyen işitme kaybının müzikal bir belgesidir) kusursuz bir doğrusallık gösterdiğini söyleyemezsiniz ama yine de bu inkar edilemez bir değişimdir. "Waldstein" Sonatı'nı yazdığı sıralar artık ellerin mesafesinin açılmasına ek olarak, birbirinden çok farklı şeyler yaptıklarını görürüz: Örneğin, sol el kalın akorlar basarken sağ el küçük adımlarla en ince basamakları tırmanmaktadır.

İşitme güçlüğü yaşayan çocuklar için verilen terapi sınıflarına katıldığım zamanlar kalın akordu inceden ayırt etmenin bana öğretildiğini anımsıyorum. Terapistim bana gözlerimi kapattırır ve gürleyen bir davulla yüksek perdeden bir ıslık aynı anda çalınırken davulun ne tarafta olduğunu elimle göstermemi isterdi. Onları gerçek anlamda duyamazdım ama hissedebilir, birbirine zıt enerjilerini duyumsayabilirdim.

Beethoven'ın da elleri daha yüksek ve alçak notalara doğru açıldıkça piyanolara daha fazla nota eklenerek klavyenin perde genişliğinin artırılmasını talep etmesini büyüleyici buluyorum. Daha fazla titreşimle tınlayan, fiziksel olarak daha ağır enstrümanlar istemişti. Perde aralığıyla çeşitliliğin artması ve daha fazla titreşimle yankı işitme kaybı olan biri için bir mutluluğun formülünü ortaya çıkarıyor, inanın bana. Daha az ahenkli ve çakışan frekanslar içeren daha kalın bir dil aynı zamanda daha fazla titreşim yaratıyor, böylece dil fiziksel anlamda da daha duyumsanabilir hale geliyor.

Bununla birlikte işitme cihazlarımı birkaç günlüğüne takmadığımda beste fikirlerim daha içe dönük hale gelmeye başlıyor. Bu daha düşünsel, bu sanata özgü, içsel, daha derin, daha tinsel, zihinsel olarak daha yoğun bir müzik ortaya çıkarabiliyor. Bence Beethoven'ın geç dönem müziğinin alamet-i farikası da bu özellikler ve bu sadece piyano parçalarına has değil.

Kendi deneyimimden biraz daha bahsedeyim: Teslim tarihi baskısı altındaysam ve kısa sürede yeni fikirler üretmem gerekiyorsa bazı bestecilerin aksine genelde müzik dinlemem. Hatta tam tersini yaparım: İşitme cihazımı çıkarıp birkaç günlüğüne sessizlikte kalırım. Sesin yokluğunda hayal gücüm farklı yerlere gider. Bu olağandışı hatta çoğunlukla imkansız olayların bir araya geldiği bir rüya görmeye biraz benziyor, beste yapmak için mükemmel bir alan... İşitme cihazımı yeniden taktığımdaysa tüm o müthiş fikirlerin ve bağların uçup gittiğini hissedebiliyorum, aynı rüyanın uykudan uyanırken kaybolması gibi.

Merak ediyorum: Beethoven'dan sonra yaşamış, büyük çoğunluğu duyma sorunu çekmemiş bestecilerin dünyalarının sağır bir estetikle geri dönülemez bir değişim geçirdiğini söylemek abartı olur mu? Ya modern piyano? Sağır biri onun varlığını talep etmemiş olsa bugün böyle bir enstrümana sahip olur muyduk? Bu benim uzmanlığımı aşıyor ama işaret dili üzerine de düşündüm. Acaba dilde belirli tip müziklerin koreografi performansında da görülen, uzamsal beden hareketleri var mı? Varsa da bu, sağır duyusallığının, duyan bir dünyanın müzik yapma biçimine nüfuz ettiği daha da fazla katman olduğunun ipucu olabilir mi?
 


Zamanının kulak trompetlerinden duyduğu yılgınlık göz önüne alınınca Beethoven günümüzün işitme cihazlarına nasıl tepki verirdi diye sıkça düşünüyorum. Şahsen ben, çocukluğumdaki analog makinelerin sadeliğini özlüyorum. Günümüzün yamalı bohça işitme cihazları karşısında baygınlık geçirmemek için biraz uğraşmak gerekiyor. İnsanın başını döndüren çeşitli biyonik çan ve düdüklere ilaveten bu cihazların tasarımı, duyma kaybı yaşamlarının ileri evrelerinde başlamış insanların istediği türden olduğu varsayılan destek cihazları: Yani konuşma tanımaya destek olmak için tasarlanmış yüksek frekanslı sinyaller ve uzamsal yön bulma... İnsanın sevdikleriyle iletişim kurma kabiliyetini kaybetmesi berbat ve moral bozan bir deneyim olduğu için bu tamamen anlaşılabilir bir talep.

İşitme kaybıyla doğmuş olanlarımızsa çoğunlukla dudak okumada (benim gibi) veya işaret dilinde ustalaşıyor. Müziğe yatkın olalım veya olmayalım, sesin güzelliğine, değiştirilmemiş perdeden ve tınıdan duymaya ve doğallığa öncelik vererek orta ve düşük frekansların ve uzamsallaştırmanın ağırlığını daha dengeli şekilde kuran işitme cihazlarına olan arzumuzda, çeşitli derecelerde işitme kaybı yaşayan müzisyenlerle ortaklaşıyoruz. Ses dünyamızı bariz yapaylıkla döşeyen, takıntılı bir ses mühendisinin didik didik ettiği sözüm ona "akustik" albümü andıran işitme cihazları istemiyoruz.

Bu minvalde sanırım Beethoven günümüzdeki modeller arasında kullanıcının duyumuna türlü süreçler yamayan işitme cihazlarının bu denli çok olmasından hoşlanmazdı. Yaratıcı ve duyarlı, tercihen icracılar ve bestecilerle deneyimi bulunan teknisyenlerle çalışmanın yardımı dokunuyor. Müzisyenin nefes almasına olanak veren iyi bir tertibat kurabilmek ciddi bir zanaat.

Piyano başına geçtiğimde çalışmaya genelde işitme cihazlarım olmadan başlıyorum. Henüz cihaz kullanmaya başlamamış olduğum yıllardan aşina olduğum, derin bir sessizlik dünyasına giriyorum. Başta müziği kafamda duymaya devam ediyorum ama bir süre sonra koreografinin, bunun ellerime yaptığı dans benzeri etkinin farkındalığı artıyor. İyi ve sağlıklı hissettiren fiziksel bir deneyime odaklanmak, sadece sesi dinlediğinizde ortaya çıkan kötü alışkanlıkları dengeleyebiliyor.

Örneğin 8 notadan oluşan büyük bir akor çalıyorsanız, meyliniz en yüksek ve en alçak iki notayı (bas ve melodiyi) öne çıkarmak olacaktır ki duyulabilirliği ve vurguyu artırabilesiniz. Ellerin yapısı nedeniyle bu, en zayıf iki parmağın (serçe parmaklarınızın) en önemli notaları aksettirmesi anlamına geliyor. Bu zavallı parmaklara destek olmak için eller dışa doğru açılmaya meylediyor: Sol el basa, sağ else melodiye doğru yöneliyor.

Bu elleriniz için epey anormal bir pozisyon ve hatta dövüş okullarında öğretilen, sakatlığa davetiye çıkaran, bilek kıran karate hareketlerini andırıyor. Şimdi böyle bir dizi akordun klavye boyunca, bu denli anormal pozisyonlarda sıralandığını hayal edin. Bu 8 notalı akordan tam dolgunlukta bir ses elde etmeye çalıştığınız ve fiziksel boyutuna dikkat etmediğiniz için de tehlikeli şeyler yapmaya başlarsınız. Sesi denklemin dışına çıkarabilme kabiliyeti sayesinde ben, hisse odaklanabiliyorum. Öncelikle iyi tekniği pekiştiriyorum ve bunun farkındalığını oluşturuyorum. Farkındalığı edindiğim için işitme cihazımı yeniden taktığımda bu tekniği koruyabiliyorum ve ses üzerinde çalışmayı bu temelde inşa ediyorum.

Dolayısıyla tuhaf şekilde, sesle ilgili bir sanat biçiminden bahsetsek de ses dikkat dağıtıcı olabiliyor. Ses, odağınızı kaydırıp müzik yapmanın parçası olan başka pek çok etkenin dikkatinizden kaçmasına neden olabiliyor. Neticede, müzik ses hacminden çok daha fazlası. Şahsen benim kaçırdığım tek şey ses hacmi. İnsanın müzik yapmasını veya müziği keyifle dinlemesini sağlayan başka herhangi bir şeyden geri kalmıyorum. Hatta absolut kulağım var, dolayısıyla bazı açılardan duyma sorunu olmayan insanlardan daha iyi duyuyorum.

Beethoven'ın durumu da mutlaka böyleydi diye düşünüyorum. Zorunlu da olsa müziği ses olmadan üretmeyi öğrendi. Kendini toplumdan giderek soyutlamış ve engeliyle ilgili konuşmaktan kaçınmış olsa da kulakları kötüleştikçe, muhtemelen 20'li yaşlarının ortalarıyla sonları arasında başlamış kademeli duyma kaybının yaşayan belgesini bize bıraktı. Başka bir deyişle sağırlığını müziğine yansıttı. Söylediğim gibi, müziğinin gösterdiği değişim kusursuz bir doğrusallığa sahip değildi, yine kusursuz bir doğrusallık arz etmemiş olması muhtemel olan sağır olma süreci gibi. Nitekim değişimin gerçekleştiği bir seyir olduğunu bariz şekilde görüyorsunuz.



* İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

nytimes.com/arts/music

Independent Türkçe için çeviren: Şafak Küçüksezer

DAHA FAZLA HABER OKU