Sinema ödülü almak için solcu olmak şart mı? Kültürel iktidarın sinema kalesi neden "düşmüyor"? Sinema yazarları ve yönetmenler yanıtladı

Oyuncu Hakan Boyav, sinema ödülü almak için solcu olmak gerektiğine yönelik sözleri yıllardır devam eden tartışmayı alevlendirdi. Sinema yazarları Boyav'ın sözlerini haklı bulsa da 'ama' diye devam ediyor...

Fotoğaf: Pixabay

Oyuncu Hakan Boyav'ın TV Net'te Suat Köçer'e söyledikleri, sinema dünyasında yıllara varan tartışmanın küllerini tekrar alevlendirdi. 

Programda "Türkiye'de ödül alabilmek için solcu olmak ya da yaşam biçimi olarak solculara yakın olmak gerekir" diyen Boyav, jürilerin sanat normlarına göre değil kendi normlarına göre davrandıklarını söyledi ve Türkiye'nin bu konuda adil ve nesnel bir değerlendirmeden uzak olduğunu savundu.

 

resized_dc854-b0684b06ysvideo1920.jpg
Birçok dizi ve sinema filminde rol alan Hakan Boyav'ın sözleri tartışmaya yol açtı

 

Sinema eleştirmeni Murat Tolga Şen, Türkiye'de sinema ödüllerinin bazı ideolojiler ya da kulüpler gözetilerek verildiğini, Yavuz Turgul'un 1990'da çektiği ve başrolünde Şener Şen'in oynadığı "Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni" filminden bir sahneyle anlattı.

Dışarıda olanlar, içeride olanlar...

Sahnede, yönetmen Haşmet Asilkan, hoşlandığı bir oyuncu olan Jeyan'a şunları söyler:

-Onların gözüne girebilmem için daha ne yapmam lazımdı? Hapishaneye girmem lazımdı. İşkenceden geçmem lazımdı. En azından gözaltında olmam lazımdı (...) Ben iyi bir film yaptım, ben taş gibi bir film yaptım (…) Saçlarım beyazlaştıktan sonra içimi bir korku aldı. Ölüm korkusu. Düşünebiliyor musun, 100'den fazla film çektim ben ama kimse ne aradı ne de sordu. Tek bir satır yazan olmadı. Adam yerine koymadılar beni. Yok farz ettiler. Onlar için böyle bir adam yaşamadı. Bir kere bile ödül vermediler. Kiraz Festivali ödülüne bile razıydım. İstedim ki ben öldükten sonra bile ‘A o mu? Filanca filmin yönetmeniydi' desinler. Ama yine gelmediler. Gelenler güldü, dalga geçti…. Kıvıramayan başkalarının yaptıkları göklere çıkarılıyor, alkışlanıyor, el veriliyor. O el bana niye uzanmadı? 

Jeyan ise, yönetmen Asilkan'a şu sözlerle yanıt verir:

-Sen dışarıdasın…

Şen'e göre Türk sinemasında, edebiyatında, tiyatrosunda, televizyonunda… Türkiye'deki her şeyde olduğu gibi "içeride" ve "dışarıda" olanlar var ve bu kulüpler çok uzun yıllar önce kuruldu. 

Sinema yazarlığında da böyle bir kulübün olduğunu belirten Şen, "O yüzden ben SİYAD üyesi değilim, Online Film Critics Society üyesiyim. Çünkü SİYAD'ın ideolojik yapılanmasına inanmadığım, politikayı sinemanın önünde tuttuklarını gördüğüm için istemedim" diyor.

Boyav'ın sitemi doğru ama...

Hakan Boyav'ın sözlerinin ve siteminin doğru olduğunu belirten Şen, sözlerine şu şerhle devam ediyor:

"Ama bir süre sonra bakıyorsun ki egoyla ilgili bir sıkıntı geliyor. 2007'de ödül kazanamadığına çok içerlemiş ve 13 yıl sonra hala çok yedikten sonra soda içmemiş biri gibi bunun gazını çıkarmaya çalışıyor. Bu biraz sıkıntılı bir söylem. Ben o yılı da, Sis ve Gece'de İlyas Salman'ın rolünü de hatırlıyorum. İlyas Salman, Hakan Boyav'dan çok daha iyi oynuyordu. Hakan Boyav'ın Barda filminde oynadığı psikopat karakteri bizim sinemamız için çok yeni olsa da üçüncü sınıf Hollywood filmlerinde bile karşımıza çıkan, seyircinin daha önce rastladığı bir şeydi. Kesinlikle iyi bir oyuncu ama ben daha iyi oynuyordum diye kimse kendi kendine ödül veremez."

"Türk sinemasında ödül verilirken politik duruşlar gözetiliyor"

"'Türkiye'de ödüller politik duruşlar gözetilerek mi veriliyor' tartışması açıldığında bu soruya 'Evet' diyebiliriz" ifadelerini kullanan Şen, "Bu sene Altın Portakal'da neredeyse büyün ödülleri toplayan Hayaletler filmi, festivalde gösterilen en kötü filmlerden biriydi. Ama yönetmeninin duruşu, söylemleri, filmin içeriği, jüridekiler birbirine karıştı, film de ödülleri alıp gitti. Bu açıkçası her sene böyle olur" dedi. 

 

Murat Tolga ŞEn.jpg
Sinema yazarı Murat Tolga Şen / Fotoğraf: Oldmag

 

Boyav'ın bu söylemiyle yıllardır ciddi sıkıntılar yaratan bir konuyu tartışmaya açtığına değinen Şen, "Keşke bu kadarını söyleyip gerisini insanların takdirine ve tartışma ortamına bıraksaydı. ‘Ödülü ben hak ettim, sıfır hatayla oynadım' dediği kısma katılmıyorum. Ben de o yıl herhangi bir jüride olsam ödülü götürüp İlyas Salman'a verirdim. Ama evet, Türkiye'de jüriler politiktir. Önce politika ve filmleri yaratanların politik duruşları gözetilir ödül sonra verilir" ifadelerini kullandı.

"1980'lerden beri dile getirdiğim malumun ilamı"

Sinema yazarı ve tarihçisi Ali Murat Güven, Boyav'ın televizyon beyanatını okuduğunda yüzüne muzipçe bir gülümseme yayıldığını söylüyor: Çünkü, bu benim için oldukça tanıdık bir retorik… Ta 1980'lerin ortalarından itibaren, Millî Gazete'de, Yörünge dergisinde, Yeni Şafak'ta, TV Net'te ve daha yığınla İslamcı basın-yayın organında çok daha sert, radikal ve kavgacı bir üslûp içinde yüzlerce kez dile getirdiğim bir "malum"un oldukça gecikmiş durumdaki ilanı… 

"Dışlamanın nedenlerine empati kurularak inilmezse tespitin bir ayağı havada kalır"

Kendisinin de bir zamanlar tıpkı Boyav gibi düşündüğünü ve söz konusu düşüncelerini de sert bir polemik malzemesi olarak yazılarına, konuşmalarına sıklıkla yansıttığını belirten Güven, "Boyav'ın tespiti temel olarak doğrudur. Ancak, sol kesimin uzun yıllardan bu yana domine ettiği sanat örgütleri ve bunlara bağlı yarışmalarda, festivallerde sağın neredeyse bütün renklerine mensup sanatçıları bilinçli bir şekilde dışlamasının nedenlerine dürüstçe bir empati kurularak inilemezse, bu doğru tespitin bir ayağı havada asılı kalır. O yüzden, tespit doğru, ama eksik diyorum" şeklinde konuştu.

"Solcular Türkiye'nin kültür ve sanat arenasında, Meşrutiyet'ten bu yana dişleriyle-tırnaklarıyla kazıyarak önemli bir hakimiyet alanı ele geçirdi" diyen Güven, bu hakimiyet alanının Cumhuriyet döneminde katlanarak arttığını ifade etti.

Solcuların kâbusu

Güven şunları söyledi:

AKP iktidarı ve temsil ettiği kültürden, sanattan, bilim sevgisinden yana büyük ölçüde nasipsiz kitle, laik ve seküler düşüncenin, en genel tanımıyla sol çevrenin, 150 yıllık kana-kan, dişe-diş bir mücadeleyle üzerine oturduğu bu alana son 20 yıldır kedinin ciğere baktığı gibi iştahla bakıyor. O alanın surlarında iri gedikler açmak için can atıyor. Amaç, diğer pek çok kaleyi yıktıktan sonra, solun belki de en muhkem ve kadim kalesi olan kültürel iktidarını da yıkarak bu siyasal çevreyi derin bir umutsuzluğa, karamsarlığa sevk etmek… Solcular da aptal değiller elbette, AKP'nin temsil ettiği, gerçekte sanat denilince aklına hat, tezhip, ebru, ney üflemek, Kudüs'ün fethinden söz eden kitsch melodilerle bezeli marşlar dinlemek dışında pek fazla şey gelmeyen yayılgan bir topluluğun bu alana Moğollar gibi dalarak elde kalan son kaleyi de yıkmasını gerçek bir kâbus olarak algılıyorlar. Ki bana göre korkuları da büyük ölçüde haklı… Bu ülkede, öncesinde kendisine ait güçlü birer geleneği olup ekonomik baskılar sonucunda el değiştiren Hürriyet, Milliyet, Sabah, ATV gibi medya organlarının, dümene iktidarın elemanları geçtikten sonra içlerinin entelektüel anlamda nasıl boşaldığını hep birlikte dehşet içinde gördük. 

 

Ali Murat GüvenPhoto1.jpg
Sinema tarihçisi ve yazar Ali Murat Güven / Fotoğaf: Ali Murat Güven Arşivi

 

"Sağcı felsefe solun kültür ürünlerine öfkeyle bakar ama ele geçirdiğinde üretim yapamaz"

"Sağcı felsefe, solun kültür ürünlerine öfke ve nefretle bakar" diyen Güven, "Ama onu bir biçimde ele geçirdiğinde, orada üretileni ikiye üçe katlayabilecek entelektüel kapasiteden de yoksundur. Çünkü, solcuların görece özgürlüğünün aksine kendilerini kültürel, sanatsal ve zihinsel anlamda zorlayan sayısız dogmaları vardır. Sol, ister bir dernek, ister vakıf, ister yarışma, ister festival, ister gazete, ister sanat dergisi olsun, sağa bir kez kaptırdığı her alanın ziyan zebil olup gideceğini pek iyi bildiği için, kendi kültürel hegemonyası altında bulunan her yeri kanının son damlasına kadar koruyor. Hatta, bunu demokrat bir görüntüden uzaklaşmayı da göze alarak yapıyor. Beni yıllarca Sinema Yazarları Derneği'nin (SİYAD) kapısından içeri sokmamak için kırk takla atmışlardı. Aynı şekilde önceki yıl da, bütün literal koşullara fazlasıyla uyup, o koşullardan iki kat fazla vasfa sahip olmama rağmen, hiçbir yetkisi bulunmayan düz bir üye olarak bile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne kabul etmediler. Korkuyor adamlar, İslâmcının softundan da hardından da, eskisinden de yenisinden de ölesiye korkuyorlar. Çünkü, İslamcıların bir yere kapağı atar atmaz ilk işlerinin orayı dönüştürmeye çalışmak olduğunu biliyorlar. En azından, bu iktidar döneminde bunu dibine kadar öğrenmiş oldular" diye devam etti.

"İşinde ne kadar iyi olursa olsun sağdan birine ödül vermek istemiyorlar"

Türkiye'de sinemaya, televizyona, reklam sektörüne ödül dağıtan yapıların da önemli bir bölümünün solcular ve sabatayistler tarafından inşa edildiğini belirten Güven, "Adamlar, işinde her ne kadar iyi olursa olsun sağdan birilerine ödüller dağıtıp, amiyane tabirle o çevrelerin ‘kı.ını havalandırmak', sanat yapma noktasındaki cesaretini artırmak istemiyorlar" şeklinde konuştu.

AK Parti, kendi ödül mekanizmasını kurarak "teselli ödülleri" dağıtıyor

AK Parti'nin 18 yıllık iktidarı boyunca kültürel iktidarı ele geçiremediğinin farkında olduğunu ve bu "muhkem" kaleye sızamadığını kabul ettiğini vurgulayan Güven, AK Parti'nin son yıllarda kendi ödül mekanizmalarını kurmaya başladığına şu sözlerle değindi:
 
Buralarda, yeşil mahallenin ödüle susamış genç-yaşlı simalarına ‘kendim çalarım kendim oynarım' tarzı törenler eşliğinde teselli ödülleri dağıtıyor. Tabii, ‘İdeolojik dengeleme' yapmaktan başka bir maksadı bulunmayan, dağıtımları en az solcularınki kadar sübjektif olan bu ödülleri de iktidarın kendisi dahil kimsenin pek fazla ciddiye aldığı yok. Sol, sağcıları asla ödüllendirmez, ödüllendirmeyecektir ve bu mücadelesinde de kendi ideolojisi itibarıyla haklıdır. Bundan 10-15 yıl öncesinde böyle düşünmüyordum, solculara bağırıp çağırıyor, lanetler yağdırıyordum. Ama AKP'nin yayıldığı her yerde uygulamaya çalıştığı gözü kara dönüşüme bire bir tanıklık ettikten sonra, solcularla maçın orta sahasında empati kurmaya başladım ve bu insanları kendi iç tutarlıkları adına haklı bulur oldum. Biz ideolojik körlük açısından zirvede, demokratik olgunluk itibarıyla da az gelişmiş bir ülkeyiz. Solcular sağcılara, sağcılar da solculara en ufak bir zırnık koklatmasınlar, herkes kendi çöplüğünde ötüp dursun. Bizim medeni ilişkiler düzeyimize yakışan tavır da budur.

"Semih Kaplanoğlu'na yapılanlar örnek"

Sinema Yazarı ve yönetmen Abdülhamid Güler, "Festival kliklerinden" bahsediyor: Birkaç klik var. Risk alarak da söylüyorum; Kültürel iktidarı elinde bulundurduğunu iddia eden tarafta hem dışarıya karşı hem kendi içlerinde klikler oluştu.

Festival çevrelerindeki kliklerin, mecraların ve anlayışların, bir diğerine tamamen kapalı ya da önyargılı olduğunu ifade eden Güler, bunun sadece oyuncu özelinde değil yönetmenler de düzeyinde de böyle olduğunu söyledi.

"Semih Kaplanoğlu sinema çevrelerinin yere göğe sığdıramadığı bir isimdir. Ama 15 Temmuz'un ardından muhalif olmama gibi bir tavır ortaya koyduktan sonra sinema çevreleri onu doğrudan dışladı" diyen Güler, "Somut yaşanılan şeyler var, 'Böyle bir şey yoktur' demek doğru olmaz" ifadelerini kullandı. 

 

Güler.jpg
Yönetmen Abdulhamit Güler / Fotoğaf: AA

 

"İyi işler negatif ayrımcılığı azalttı"

Yakın döneme kadar özellikle sağ, muhafazakar ya da mütedeyyin sinemacıların eserlerinin festivallere kabul edilmediğinin altını çizen Güler, "Muhafazakar cenahta genç sinemacılar arasında çok nitelikli film ya da belgeseller yapanlar var. Çıkarılan iyi işler nedeniyle özellikle festivallerdeki negatif ayrımcılık azaldı" ifadelerini kullandı.

Negatif ayrımcılık kadar pozitif ayrımcılığın da önemli bir sorun olduğuna işaret eden Güler, "İki yapım arasında eşit şartlar söz konusu olduğunda, politik olarak ana ağırlığa yakın duran isimlere pozitif ayrımcılık uygulanırken diğeri yok sayılıyor. Ya da yüzde 30 başarılı bir iş, yüzde 70 başarılı bir işin önüne geçebiliyor" şeklinde konuştu.

Bir festival yöneticisinin, mütedeyyin bir sinemacının yüksek puan almasına rağmen finale kalamayan filmi için, "Senin işinin burada olmaması gerektiğini düşünüyorum" dediğini ve benzer örneklerin çok olduğunu belirten Güler, "Ama bu sığınacak bir liman olmamalı. Oyuncular, yönetmenler, senaristler, yapımcılar nitelikli işler yaparsa en azından yurtdışında bu ayrımcılığa daha az maruz kalacaklardır" dedi.

Sektörde gördüğüm gerçek: Ödül alınmaz, ödül verilir

Şu anki tartışmanın tarafları gibi görünen İlyas Salman ve Hakan Boyav her ikisi de Türk sineması için değerli oyuncular olduğuna dikkati çeken yönetmen Mehmet Bahadır Er ise "Sinemanın objektif olmayan değerlendirmeleri içinde her ikisinin de zarar görmüş olmaları ihtimal dahilindedir" diyor.

Sektörde geçirdiğim süre boyunca kendi adına gördüğü gerçeğin, "Ödül alınmaz ödül verilir, olduğunu" dile getiren Er, "Sinema izleyene örnek bir yaşam biçimi deneyimi sunduğu için filmleri ve festivalleri kültürel ya da ideolojik bir söylev alanı olarak algılayan organizasyonlar birçok zaman jürileri çoğulcu temsile fırsat vermeyecek şekilde kurguladı/kurguluyor, ön eleme/ana jürilerin beğeni ve eğilimleri sonuçları da doğrudan etkiliyor, birçok insanın ve eserin mağdur olduğu da doğrudur. İsim vererek polemik oluşturmak istemiyorum. Yapısal problemleri görmezden gelip sonuçlarıyla dikkatimiz dağılmasın.

Bu kör tavır filmleri, yönetmenleri, oyuncuları, anlatım tarzlarını ödüllü ve dolayısı ile başarılı olarak işaretleyerek, sanatçıların iş ya da finans kaynağı bulmaları, alacakları ücretler, akçeli ödüllerle doğrudan desteklerle ticari ve estetik bir saadet zinciri oluşmasına sebep oldu. Hatta bu uğurda birçok zaman gözler karartılarak şartnameler ya da mesleki etik de çiğnendi. Sonuçları itibari ile oluşan ekiplerin ürettiği eserler gözümüzün önünde; Maalesef derinliği çocuk havuzundan hallice bir sanat ortamında kutsanmış, kapalı devre sistem içinde çok başarılı ama seyirciyle bağı kopmuş bir sinema oluştu.  Mesele ideolojik tartışma gibi görünse bile ahlaki yozlaşma, kaleyi eden bırakmama ve ticari kaygıdan ibarettir. Sağduyu ve adaletli hareket etmezsek bugün sana yarın bana sıra dayağı şeklinde ilerler" diye konuştu.

 

Mehmet Bahadır Er.jpg
Son dönem yönetmenler arasında dikkati çeken bir isim olan Mehmet Bahadır Er yurtdışında önemli ödüller aldı / Fotoğaf: Twitter 

 

"Nepotizm gibi tehlikeli"

Sanatta politikmiş gibi görünen çıkar kamplaşmasını nepotizm gibi tehlikeli gördüğünü aktaran Er, sözlerini şöyle noktaladı:

"İşi ehline vermeye, nitelikli eser üretmek için çoklu disiplin ve bakış açısından yararlanmaya gayret ediyor, düşünce ve ruh dünyamızı yansıtan filmlerimizin seyircisine ulaşması için mücadele etmeyi sürdürüyorum. Hem Hakan Boyav hem İlyas Salman çalışmak isteyeceğim oyunculardır, ne verilen ne verilmeyen ödüller gözümde değerlerini eksiltmez."

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU