70 yıldan uzun süren bir çatışmanın ardından bundan başka çözüm yok

Karşılıklı ilişkileri normalleştirme isteği, kapalı kapıları açtı. Görünüşe bakılırsa İsrailliler, sadece "para toplamak" ve ortak ekonomik projeler için değil aynı zamanda "Tevrat kaynaklı hayallerinden" kurtulmak için de bunu bekliyorlardı

Fotoğraf: Reuters

Diyelim ki -bu artık ne şaşırtıcı ne de uzak bir olasılık değil- bir Arap Birliği zirvesinde alınan ortak bir kararla, 1967 öncesi sınırları ile İsrail devleti kabul edildi.

Genişleme emelleri ve iddiaları olmaması şartıyla Ortadoğulu bir bileşen niteliğini kazandı. Burada akla şu sorular geliyor:

O zaman, Avrupa ülkeleri ve ABD kendilerine Arap ülkelerine davrandıkları gibi davranırlar mı?

Yani onu da diğerleri gibi sadece bir Ortadoğu ülkesi olarak görürler mi?

1948'den bugüne kadar olduğu gibi kendisini "şımarık çocukları" olarak görmekten ve ona özel imtiyazlar tanımaktan vazgeçerler mi?


Geçmişte "direniş ülkeleri" olarak tanımlananlar da dahil bütün Arap ülkelerinin 70 yıldan fazla bir sürenin ardından, Adolf Hitler liderliğinde Nazilerin Avrupa'daki Yahudilere karşı işledikleri Holokost suçundan sonra bölgeye zorla dayatılan bu ülkenin değiştirilemez bir gerçek olduğunu kabul ettiklerini dikkate almalıyız.

Peş peşe yaşanan üç savaştan, kendi masrafları daha çok Avrupa ülkeleri ve özellikle de ABD tarafından karşılandığı için İsrail'den ziyade Araplar için maliyetli olan uzun bir çatışma döneminden sonra bu kanaate varmayan bir Arap ülkesi kalmadı.


Ne var ki 1945-46 yıllarında düzenlenen Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi'nde Nazilerin Almanya ile bazı Avrupa ülkelerinde Yahudilere karşı işledikleri vahşi suçların ortaya çıkmasından sonra bugün dahi Avrupalı çevrelerde bu Holokost hikayesini şüpheyle karşılayanlar var.

Bu şüphecilik hiçbir şekilde doğru değildir ve arkasında ırkçı etkenler vardır.

ABD'de düzenlenen bir kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre ülkedeki her 4 yetişkinden biri Holokost'un gerçekleşmediğine, bir efsane olduğuna inanıyor.

Doğrusu bu inkar, etkenleri antisemitist olduğu için Yahudilere ve Araplara bir hakarettir.


Arap karşıtı ve antisemitist olan bu Amerikalıların bazı meslektaşları ile Polonya'daki Auschwitz Toplama Kampı'nı ziyaret eden Dünya İslam Birliği (Rabıta) eski genel sekreterini eleştirenler gibi olduğuna şüphe yok.

Bu kamp içinde, Nazilerin hiçbir suçları olmayan Yahudilere karşı işledikleri ama aslında bütün insanlığa karşı işlenmiş, kınanması ve ayıplanması gereken tarihi suçu simgeleyen bir anıt vardır.

Bu Müslüman yetkilinin, insani ve aynı zamanda İslami görevini yerine getirmesine itiraz edenler şüphesiz kendilerini, tek suçları İslam ve Hristiyanlık gibi semavi bir din olan Yahudiliğe mensup olmaları olan, masum insanlara karşı bu büyük suçu işleyen Hitler ve Naziler ile aynı safa koymuşlardır.


Bu uzun girizgahı yapmamızın amacı, söz konusu uzun süre boyunca devam eden çatışmadan sonra İsrail ile ilişkileri normalleştirme yöneliminin zamanının ve vaktinin kesinlikle geldiğini belirtmektir.

Ancak bunun karşılığında İsrail de 1948'den bu yana var olan devlet gibi olmaktan, çocuklarına öğrettiği, bizim ve Filistinli kardeşlerimizin halen duyduğu "Nil'den Fırat'a İsrail" sloganından vazgeçmelidir.

Bu ülke pratikte halen 1948 sınırlarından doğuda Ürdün Nehri'ne kadar Batı Şeria'nın tamamını işgal ediyor.

1967'deki Arap-İsrail Savaşı'nda işgal ettiği Suriye'nin Golan Tepeleri'ndeki varlığını halen sürdürüyor. Bu bölgede yerleşim yerleri inşa etmeye devam ediyor.

Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistin toprakları ile Golan Tepeleri'ndeki İsrail işgalinin olduğu gibi kalması anlamına gelen Yüzyılın Anlaşması projesine bağlı kalmayı sürdürüyor.


Kısacası 3 şiddetli savaş, bir an bile durmayan siyasi çatışma, Ortadoğu ile sınırlı kalmayıp Batı'ya ve tüm dünyaya genişleyen kanlı bir şiddetle dolu kesintisiz 70 yıldan fazla süren bir dönemden sonra Araplar ile İsrailliler arasındaki "tarihi uzlaşı"nın zamanının çoktan geldiği aşikârdır.

Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi bunun bir koşulu vardır; Filistinliler ve İsrailliler arasındaki uzlaşı ve tavizlerin karşılıklı olması, 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulması, İsrail'in 1948 sınırlarına geri çekilmesidir.

Bunun yanında, "İçerideki Filistinlilerin"12'den fazla milletvekili ile Knesset içinde büyük bir güç haline geldikleri, bu Filistinlilerin dünyanın dört bir yanından bu topraklara gelen Yahudiler (İsrailliler) ile eşit haklara sahip olmaları gerektiği de göz önünde bulundurulmalıdır.

Bunun, arzu edilen barış anlaşmalarının imzalanmasından önce bile Filistinliler ve Araplar arasında kabul edilebilir ve tartışmasız hale geldiği biliniyor.


Diğer yandan madem ki arzu edilen barış süreciyle ilgili söylenenler ciddi ve Arapların hepsi olmasa da çoğu ve tabii ki İsrailliler de buna ikna olmuş bir durumda, Batı'nın da şunu kabul etmesi ve ikna olması gerekiyor:

İsrail'in şu andan itibaren bütün Arap ülkeleri gibi bir Ortadoğu ülkesi olduğunu, Batı'nın şımarık çocuğu eğiliminin politik, mali, güvenlik, askeri ve her alanda sona erdiğini anlamasını sağlamak.

Doğrusu, Avrupalılar ile Amerikalılar arasında da 70 yıldır devam eden bu çatışmanın sona ermesini sabırsızlıkla bekleyenler var. Yine İsraillilerin de çoğu bu çatışmadan bıktılar.

Ortadoğu bölgesinin bir parçası olmak, mevcut ve gelecekteki zenginliklerinden pay almak için uzun yıllardır bekledikleri bu tarihi anın artık gerçekleşmesini istiyorlar.


Avrupa ve ABD'deki Yahudiler de bu Ortadoğulu çatışmadan bıktılar ve çoğu artık İsrail'in "vergi mükellefi" olmak istemiyor.

Batı'daki Yahudiler uzun süredir bu yükten kurtulmak, Avrupa'da yaşayanlar Avrupa, ABD'de yaşayanlar da sadece ABD vatandaşı olmak istiyorlar.

Bu nedenle bu tarihi çözümü ve İsrail'in bir Ortadoğu ülkesi olmasını herkesten çok bekliyorlar. Kısacası İsrailliler, şiddetli savaşlarda birçok şehit veren Araplar ve herkes bu sonu gelmez, uzun yıllardır devam eden bu çatışmanın sona ermesini bekliyor.


Sonuç olarak bu karşılıklı ilişkileri normalleştirme isteği, kapalı kapıları açtı. Görünüşe bakılırsa İsrailliler, sadece "para toplamak" ve ortak ekonomik projeler için değil aynı zamanda "Tevrat kaynaklı hayallerinden" kurtulmak için de bunu bekliyorlardı.

Keza Avrupa ve ABD bağlantılarından kurtulup gelecek vaat eden Ortadoğu'nun bir parçası olmak için de...

Bunun anlamı, bu pembe hayaller gerçekleşip İsrail 1948 sınırları içinde bir Ortadoğu ülkesi, Filistin de 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir devlet olursa Ortadoğu yeni ve bambaşka bir Ortadoğu olacak demektir.

Ama bunun için İran da despot ve geri kalmış rejiminden kurtulmalı ve bu medeniyet sürecinin bir parçası olmalıdır.

Bu medeniyet süreci tamamlanır ve her hak sahibi hakkını alırsa, Ortadoğu bölgesi kesinlikle Avrupa ve ABD'den bin kat daha iyi olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU