Sorun sadece Ermenistan ve Azerbaycan'la mı ilgili?

Şu anda herkes, ekonomik çöküş ve korona dolayısıyla çok yorgun görünüyor. Acaba herkesin müzakere masasına oturması ihtimali var mı?

Fotoğraf: AA

Lübnan'da bugünlerde herhangi bir haber kanalını dinlediğinizde, haberlerin temel olarak üç ana başlık altında toplandığını görebilirsiniz: İsrail ile sınırın çizilmesine ilişkin müzakereler, Hariri başkanlığında hükümetin kurulması, Ermenistan ile Azerbaycan arasında devam eden savaş.

Kafkasya'daki savaşa ilişkin haberler, ekonomik çöküş ve korona salgınının yeni dalgasının yanı sıra ABD seçimlerinden bile önce geliyor.


Lübnan kanalları, Ermenistan ve Dağlık Karabağ bölgesine 'savaş muhabirleri' gönderdiler. Dolayısıyla Ermeni bakış açısının bu haberlerde kendini göstermesi normaldir.

Bu, Lübnan'da bir Ermeni azınlığın varlığıyla da açıklanabilir. Bu azınlığın üçte biri Ermenistan'a ve dörtte biri ise Batı ülkelerine göç etti. Aynı şey Suriye Ermenileri için de söylenebilir.


Ermeni meselesi, Birinci Dünya Savaşı'na kadar uzanmaktadır. Kürtler, Hristiyanlar (Lübnanlılar) ve Yahudiler gibi onlar da Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntıları üzerinde bir ulus devlet kurma hayaline sahiptiler.

Hıristiyanlar Büyük Lübnan'ı (1920), Yahudiler Balfour Deklarasyonu'nu (1917) elde ettiler. Ermeniler, 1915 olaylarından sonra Türk devleti topraklarındaki arzuları ebede kadar saf dışı kaldı.

Kürtlerin hayali ise üç veya dört ülkeye bölündü. Yaklaşık 100 yıl sonra Irak Kürdistanı'ndaki özerklikten başka bir şey elde edilmedi!


Stalin, 1923-1924'te başkent Erivan'da Ermeniler için bir özerklik sağlayarak hayallerini gerçekleştirdi. Ermenilerin ulus-devlet bilinci o günden bu yana gelişti.

İsrail'in Yahudi halkının devleti haline gelmesi gibi bu küçük cumhuriyet de Ermeni milletinin devleti oldu. Fakat Ermenistan'a bitişik olan dağlık alan, büyük bir Ermeni nüfusunun varlığına rağmen Stalin tarafından Azerbaycan'a katıldı.

1990'da Sovyetler Birliği çökünce Ermeniler, bu fırsatı değerlendirdiler ve kendi topraklarının bir parçası olarak gördükleri bu bölgeyi geri almaya çalıştılar.

İranlılar da dahil olmak üzere herkes Ermenistan'a yardım etti. Türkiye alenen müdahale etmedi. Azeri ordusunu bölgeden kovdu ve durum endişe verici olmaya devam etti.


Minsk Grubu da dahil olmak üzere arabuluculuklar oluşturuldu. Birkaç kez daha çatışmalar patlak verdi. Rus garantörlüğünde ateşkes ilan edildi.

Ruslar, Ermenistan ile bir koruma sözleşmesi imzaladılar. Fakat Batı'ya eğilimli olan Ermeniler artık Moskova'nın kabzasından kurtulamadılar. Azerbaycan, Türkiye ve İsrail ile ittifak kurarak intikam aldı!


Azeriler yeniden durumu bir savaşın eşiğine getirdiler. Görünüşe göre bir süredir savaş hazırlığı devam ediyor. Çünkü Türkler, Azerbaycan'a olan desteklerini açıklamakta hızlı davrandılar, silah ve uzmanlar gönderdiler.

Rusya ve İran gibi Ermenistan'ı destekleyen taraflar bu kez heyecanlı görünüyorlardı. Ayrıca dünyanın dört bir yanındaki Ermeniler, Ermenistan ve bölgenin savunması adına gönüllü olmak için harekete geçtiler.

Çünkü Ermenistan, tıpkı İsrail'in Yahudi halkının devleti olması gibi, Ermeni halkının devletidir.


Ancak Ermenistan'la olan dayanışma, Ermenilerle sınırlı değil. Bölgedeki Hıristiyan ve Kürt azınlıklar arasında da destekçiler göründü. Zira azınlıklar, bölgedeki ulus devletlerde meydana gelen çatlaklardan ve kutuplaşmalardan korkuyorlar.

Lübnan'daki (Hıristiyan) Ermenilere yönelik destek, Ermeni azınlıkla sınırlı değil. Hıristiyan azınlık ve Müslüman çoğunluk gibi benzer bir durumu yansıtıyor ve bir korkuyu da beraberinde getiriyor.


Peki neden şimdi tekrardan savaşa dönülüyor?

Bunun sebebinin petrol ve doğalgaz boru hatlarının yanı sıra bölgedeki petrol zenginliği ihtimali olduğu söyleniyor. Ya da Azerbaycan'ın önde gelen destekçisi olan Türkiye, şu anda böyle bir durumu uygun görmüş olabilir.

Azerbaycan (en azından şimdiye kadar) bölgeye girip Ermenistan ordusunu buradan çıkarmayı istemedi. Aksine Ermeni ordusunun bölgeden çekilmesini talep ediyorlardı.


Ermeniler de bölgeyi kaybetmekten korktukları için barışa olumlu yanıt vermekten yanaydılar. Azeriler savaşmaya hevesli görünmüyorlar. Fakat Türkler Libya'da olduğu gibi yine çok istekliler.

Rusların baskısı altında her iki taraf da birtakım insani nedenlerle ateşkesi kabul etti. Fakat her iki taraf da diğerinin ateşkesi ihlal ettiğini ve sivil kayıplar verdiğini iddia ediyor.


Sorun her şeyden önce Rusya'nın omuzlarına kalmış gibi görünüyor. İki tarafı bir araya getirmeli, daha sonra bir çözüm dayatmalı ya da çözüm mümkün olmasa bile eski sükûneti temin etmelidir.

Görünüşe göre çarklar tersine dönüyor. Çünkü Rusya, Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu'nun birçok yerinde saldırı pozisyonunda bulunuyor.

Ukrayna, Beyaz Rusya ve Ermenistan'da savunma pozisyonunda ve bölgedeki halklar bir sükûnet dayatmasına karşı görünüyorlar. Diğer Avrupa-Amerika kampı da çok çalkantılı bir durumda. Üstelik Türkiye Doğu Akdeniz'de herkese baş kaldırıyor.


Ulus-devletin hala 'uluslararası düzenin' dayanak noktası olduğu varsayılıyor. Irak'ta Kürt referandumu karşısında takınılan tutum ve referandumun başarısızlığı sınırların değiştirilmesinin mümkün olmadığını gösteriyor.

Ancak Soğuk Savaş'ta bile yaygın olarak kabul edilen sistemin kuralları artık ne büyükler ne de küçükler tarafından tanınmıyor. Büyük ülkelerinin kendileri bölünmenin karşısında duruyor. Filistin, Suriye ve Kırım'da neler olup bittiğine bakın.

Şu anda herkes, ekonomik çöküş ve korona dolayısıyla çok yorgun görünüyor. Acaba herkesin müzakere masasına oturması ihtimali var mı?

Çatışmanın taraflarından hiçbiri böyle bir şeye ihtiyaç olduğunu dile getirmiyor. Yalnızca Avrupalılar müzakereden bahsediyor. Nitekim bu gerçekleştiği takdirde hiç kimse taviz vermek istemez!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU