Lübnan’ın vaat ve umutla randevusu

Arap dünyasında durumun iyileşmesi ve düzelmesi için Lübnan’daki gerçek değişim önemlidir. Çünkü Lübnan hasta kaldıkça, Arap dünyası için koronavirüs pandemisinden daha tehlikeli bir salgın projesi olacaktır

Lübnan iç savaşını bitiren Taif Anlaşması, 1989.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Beyrut Limanı'nda yaşanan büyük patlama felaketinden sonra Lübnan halkı ile dayanışma amacıyla Beyrut’a düzenlediği sembolik, kısa ve önemli ziyareti sırasında, birçok kişinin üzerinde durduğu ve bu ziyaretteki en önemli şey olduğunu düşündüğü bir cümle söyledi.

O da, Lübnan’da yeni bir siyasi sözleşmeye ihtiyaç olduğuydu.

Bu açıklama, yaklaşık 40 bin Lübnanlının Fransız mandasının geri dönmesi çağrısında bulunan halk dilekçesini imzalaması ile aynı zamana denk geldi.

Bu noktada, eski ve Lübnan’ın kimliğiyle ilgili olan soru yeniden gündeme geliyor. Büyük Lübnan'ı kuruluş ikilemi, Doğu Hıristiyanlarının kimliğini koruma projesi olmasıydı.

Bu teorinin en önemli koruyucusu ve sponsoru ise bilindiği gibi Fransa idi. Ancak, sonraki günler ve tarih bize tüm Lübnanlıların bu tanım üzerinde hemfikir olmadığını kanıtladı.

Lübnan’da ülkelerinin tarihi Suriye projesinin bir parçası olduğunu düşünenler gibi Lübnan’ın Avrupa boyutuna sahip olduğunu ve "coğrafi bir hata" sonucu dünyanın yanlış yerinde yer aldığını ya da coğrafi ve kültürel olarak tam anlamıyla Arap olduğunu düşünenler de vardı.

übnan, tarihin kanıtladığı ve merhum Lübnanlı tarihçi Kemal el-Salibi’nin değerli “Tarihi Lübnan el-Hadis” (Modern Lübnan Tarihi) kitabında ustaca tanımladığı gibi “iç ve dış iki göçün” ürünüdür.

Lübnan'ın kimliğinin tanımlanmasıyla ilgili karmaşık durumun ele alınmasının sonucu, yıkıcı bir iç savaşa yol açan siyasi bir antlaşma ve sözleşme oldu.

Savaş sonrasında, dini gruplar arasında güç dengesini dengeleyen Taif Anlaşması imzalandı. Fakat kazanımları dar sadakatlere göre paylaştıran mezhepçilik ve kota sistemi hakim olmayı sürdürdü.

Parçalayıcı mezhep hastalığı, toplumları ve vatanları öldüren bir tür ölümcül salgın ve kötü huylu kansere dönüştü.

Lübnanlaşma, bir olguyu teşhis eden, daha sonra Irak, Suriye, Yemen, Somali ve Libya’da olup bitenleri tanımlamak için kullanılan acı ve gerçekçi bir tanım haline geldi.

Bugün Lübnan'ın, farklılıklarına bakılmaksızın aynı ulusun insanlarını birleştiren, hepsinin kapsayıcı anayasa sistemi ve adil bir yargı koruması altında eşit olduğu bir sivil devlet için ideal bir model sunmak adına tarihi ve büyük bir fırsatı var.

Bir zamanlar Arap dünyasının nefes aldığı akciğeri, turizm, eğlence, eğitim ve sağlık merkezi olan Lübnan’ın trajedisi, Arap dünyasının zehirlenmiş akciğerine, aşırlık, terörizm ve yolsuzluğun platformuna, uzmanların tanımı ile devletin, gevşek bir devletten başarısız bir devlete dönüşmesidir.

Büyük sosyo-ekonomik düşünür Celal Amin de bu sonuca ulaşarak Lübnan’ı zayıf hükümetler, güçlü ve nüfuzlu kimselerin ülkesine benzetmişti. Bunun, yolsuzluğun ve zorbalığın ideal bir karışım ve tarifi olduğunu dile getirmişti.

Büyük Lübnanlı romancı Rabee Jaber, Lübnanlıların göç ve gurbet acılarını, ülkelerine ve topraklarına duydukları özlemi anlamlı ve etkili bir biçimde tanımlamıştı.

Harika romanı “Amerika”da Lübnanlıların sürekli kafa karışıklığını somutlaştıran kahramanı Marta Andrews Haddad’ı konuşturarak Lübnan’ı şöyle tarif eder:

Bırakamayacağın ama aynı zamanda yaşayamayacağın bir ülke.


Araplar tarafından sevilen ve Arap dünyasını çeşitli şekillerde etkileyen önemli bir  platform olan, nüfusunun 4 milyonu ülke içinde 12 milyonu dışarıda yaşayan, insanlarının yetenekleri, zekaları ve hareket etme becerileriyle bilindiği bir ülke, bütün bunlara rağmen başka bir ülkeye bağlı bir terör örgütü tarafından yönetiliyor.

Buna nasıl izin verildi? Bölge halklarının hayrete düşüren soru budur.


Lübnan sokağındaki büyük halk öfkesi ve uluslararası toplumun büyük bir bölümünün kendisine gösterdiği sempati, mevcut durumda radikal bir değişim için olası bir fırsat olabilir.

Çünkü bunun alternatifi korkunçtur; yeni bir göç dalgası ve yabancılaşma yoluyla toplumun, her zaman temel dayanağı olan orta sınıftan tamamen boşalması.


Göç ve gurbet, her krizle yüzleştiklerinde Lübnanlıların sığınağı olmuştur. İlk göç dalgası, Osmanlı hilafetinin parçalandığı dönemde yaşandı.

İkincisi, Filistin Nekbesi zamanında, üçüncüsü 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda alınan yenilgiden (Nekse) sonra, dördüncüsü iç savaş sırasında gerçekleşti.

Bugün, yaralı halkın isteklerini karşılayan yeni bir siyasi anlaşma umudunun kaybedilmesi halinde büyük ve şiddetli bir beşinci dalganın yaşanacağına inananlar var.

Arap dünyasında durumun iyileşmesi ve düzelmesi için Lübnan’daki gerçek değişim önemlidir. Çünkü Lübnan hasta kaldıkça, Arap dünyası için koronavirüs pandemisinden daha tehlikeli bir salgın projesi olacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU