Saddam mı yoksa Irak ordusu mu?

Saddam Hüseyin diktatörlüğünün muhaliflerinin çok olduğu ve başlangıçtan itibaren ağır bedeller ödedikleri kesinlikle doğrudur

Fotoğraf: Wikipedia

Geçen pazar gününün (2 Ağustos) Irak’ın Kuveyt’i işgalinin 30’uncu yıldönümü olduğunu söylerken kullandığım “Saddam Hüseyin’in ordusu” ifadesi muhatabımı kışkırtmaya yetmiş ve hemen Irak’a bir ordusu olmasını bile çok gördüğümü öne süren bir karşılık vermişti.

Bu tepkinin taşıdığı anlamlara daha sonra döneceğim. Bunun yerine makaleme kendisi ile başlamamın daha uygun olacağını düşündüğüm soruyu şu şekilde özetlemek istiyorum:

Bir diktatörün yönetiminin on yıllar sürmesinin, hiçbir vicdani caydırıcılık olmadan insanlara karşı her türlü yıldırma yöntemlerini kullanarak istediğini yapmasının, ülkeyi ekonomik yapısının temellerini yerle bir eden, gelecekte yükselme ihtimalini ortadan kaldıran, sosyal dokusunu bile parçalayan savaşlara sürüklemesinin sorumluluğundan toplumun tamamını muaf tutmaya devam mı etmeliyiz?

Hayır, totaliter diktatörlüklerin yönettiği toplumları, diktatörlere zulüm ve zorbalık bataklığına istedikleri gibi batma fırsatı sunmak sorumluluğundan muaf tutmak mantıklı değildir.

Diktatörlere sistematik bir düşünce, sadece kendi ülkelerinde değil binlerce kilometre ötedeki ülkelerde de gerçekleştirmeyi arzuladıkları otoriter projelerine göre toplumu yeniden yapılandırma fırsatı tanıdıkları gerçeğini değiştirmek mümkün değildir.

Toplumların ellerinden bir şey gelmediği söyleminin peşinden gitmek kolaydır. Her zaman çeşitli argümanlar öne sürmek ve onlara güvenmek kolaydır.

Bu bağlamda öne sürülen en dikkate değer argüman, yaygın “Susmak, kabullenmektir” ifadesini reddetmek ve insanların suskun kalmakta diretmesinin boyun eğmek zorunda bırakılmalarının sonucu olduğudur.

Bunun her zaman olup bitenleri kabul ettikleri anlamına gelmediğidir. Kısaca, diktatör rejimlerin zulmü sınırları ne kadar aşarsa aşsın, “suskun çoğunluk” olarak adlandırılanların az da olsa bundan sorumlu olduklarına karşı çıkan argümanlar her zaman hazırdır.

Saddam Hüseyin diktatörlüğünün muhaliflerinin çok olduğu ve başlangıçtan itibaren ağır bedeller ödedikleri kesinlikle doğrudur.

Buna karşılık kişi ve rejim olarak Saddam, birçok Arap şahsiyet ve -bazılarında bizzat çalıştığım- çeşitli medya platformları tarafından memnuniyet, olumlu bir tutum ve kimi zaman aşırı övgü ile karşılandığı da doğrudur.

Bu, akla şu soruyu getiriyor:

Irak’ta Saddam Hüseyin, Libya’da Muammer Kaddafi, Suriye’de Hafız Esad -sonra da oğlunun- diktatör yönetimlerinin kuruluşunun ilk dönemlerinden itibaren kendilerine muhalif olan öncülerin vizyonları ile algılarının gerçekliği konusunda dışarıdakileri de ikna eden iç toplumsal çoğunluğun kanaatleri neden ve nasıl çelişti?

Bu soruyu yanıtlamak imkansız değil ama kolay da değildir. Keza bu köşeden daha geniş bir alana ihtiyaç vardır.

Bu nedenle kendisini kısaca şu şekilde yanıtlayacağız; felakete yol açan Kuveyt’i işgal etme adımını atarak Saddam Hüseyin, Irak içinde ve dışında projesinin parıltısına kanan ve arkasında gizlenenleri görmeyen birçok kişinin gerçekleri görüp şok olmalarına yol açtı.

Bu zamana kadar söz konusu kişiler, Saddam Hüseyin yönetimi altında Irak’ın, siyasi açıdan istikrarlı, ekonomik açıdan müreffeh, sosyal açıdan uyumlu dolayısıyla gelecek vadeden sivil bir toplumun tesis edilebileceğini müjdeleyen, yükselmekte olan bir Arap projesi olduğunu düşünüyorlardı.

Bütün bunlar bir anda, 2 Ağustos 1990 Pazartesi günü sabaha doğru Kuveyt sınırını geçen Irak tanklarının paletleri altında ezildi.

Daha sonra, özellikle de Saddam Hüseyin’i bu hatadan geri adım atma ve her şeyi kendi eliyle yıkmadan önce hemen geri çekilmeye ikna etmeye çalışan tüm girişimlerin başarısız olmasının ardından, bütün bu vaatlerin yanılsama olduğu meydana çıktı.

Çünkü tek bir kişinin yani başkanın aklından geçenlere dayandığı için zayıf temellere sahipti.

DAHA FAZLA OKU

Yazının başına ve “Saddam Hüseyin’in ordusu” ifadesinin neden birilerini kışkırtıp bana bu şekilde tepki vermesine yol açtığı sorusuna geri dönecek olursak, kesin bir şekilde konuşup kendimi bağlamak istemiyorum.

Bu nedenle, söz konusu tepkinin, muhatabımın büyük olasılıkla Arap toplumlarında hala lider ile vatanın aynı olduğu sanrısına inanan kesimlere mensup olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.

Bu beyefendi, Şarkul Avsat gazetesinin editörü Gassan Şerbil’in pazartesi günü yayımlanan makalesinin şu bölümünü okuduğunda belki, haklı olduğuma ikna olur:

O dönem Irak genelkurmay başkanı olan Nizar el-Hazreci’den duyduklarımı aktarmak istiyorum. Kendisi yaşananları şöyle anlatmıştı:

Olay gecesi evimde uyuyordum. Sabah genel komutanlık genel sekreteri tuğgeneral Alaeddin el-Cenabi aradı ve benden genel komutanlığa gelmemi istedi. Ofisime girdiğimde bana; 'Kuveyt işgalini tamamladık' dedi. Çeyrek saat sonra savunma bakanı Abdul Cebbar Şanşal geldi ve ona da aynı şekilde rapor verildi.

Düşünebiliyor musunuz, bir ordu savunma bakanı ve genelkurmay başkanı bilgilendirilmeden böyle bir maceraya itildi.

Daha sonra öğrendiğime göre Saddam Hüseyin işgal planını Hüseyin Kamil ve Ali Hasan el-Mecid ile birlikte kendisi hazırlamıştı. Detaylarla ilgili meselelerde belki başkalarının da görüşlerine başvurmuş olabilirler ama ana plan bu 3 kişi tarafından hazırlandı ve sadece onlar planı biliyorlardı.

Zalimler, kurumlar ve trajedi, Gassan Şerbil


Acaba, ordunun Irak’tan önce Saddam Hüseyin’in ordusu olduğunu ispatlayacak bundan daha güçlü bir delil var mıdır?

Hayır, yoktur. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU