Bölge halkı ve uzmanlar yanıtladı: Doğu Karadeniz'de sellere bağlı kayıpları önlemek mümkün mü?

Doğu Karadeniz'de her yıl can ve mal kayıplarına neden olan sel, heyelan ve taşkınların nedenlerini ve alınabilecek önlemleri bölge haklı, sivil toplum temsilcileri ve uzmanlarla konuştuk

Fotoğraf: AA

Trabzon, Rize ve Artvin'in bazı ilçelerinde meydana gelen şiddetli lokal yağışlar can ve mal kayıplarına neden olurken Doğu Karadeniz'de her yıl artan sel, heyelan ve taşkınları bölge haklı, sivil toplum temsilcileri ve uzmanlarla konuştuk.

  • Son yıllarda lokal şiddetli yağışlar neden artıyor?
     
  • Can ve mal kayıplarına neden olan şiddetli yağışlara bağlı seller, heyelanlar ve taşkınlar doğal mı?
     
  • Kentsel planlamadan kaynaklanan sebepler neler?
     
  • Yağışlar öncesindeki uyarılarla birlikte alınan önlemler ve yapılması gereken çalışmalar yeterli mi?
     
  • Kısa ve uzun vadede kayıpları önlemek için neler yapılabilir?
     
  • Kentsel planlama ile selleri önlemek mümkün mü?
     
sel aa.jpg
Rize'nin Çayeli İlçesi, Madenli Beldesi'nde şiddetli yağış hasara yol açtı (14 Temmuz 2020) / Fotoğraf: AA


"Doğada yaşamak istiyorsak bu tür bilinçsiz projelerden uzak duralım"

Rize'de yaşayan Hüsamettin Özdemiroğlu, 13 Mart 2020'de Hemşin Kaymakamlığı'na ve çeşitli devlet kurumlarına yazılı dilekçe ile başvurarak bölgedeki dere yataklarında yapılan ıslah çalışmalarının doğaya ve insanlara zarar vereceğini belirtmiş.

Aldığı cevap ise, "devletin kurumlarının tüm itinayla çalıştığı" olmuş. 
 

Hüsamettin Özdemiroğlu.jpg
Hüsamettin Özdemiroğlu / Fotoğraf: Independent Türkçe


Bölgedeki derelerde sürdürülen inşaat çalışmalarına yönelik kaygı ve görüşlerini aktaran Özdemiroğlu, "Bunun doğaya bir ihanet olduğunu, bir gün hesap soracağının bilimsel yöntemlerle ve geçmişteki yaşantılarla gerek sözlü gerek yazılı söylemlerle anlattım. Dereden sökülen her çakıl taşının geleceğimizden bir umut kopartacağını ve her zaman endişe içerisinde yaşayacağımız bir doğanın kalacağını anlattım. Bugün oynanan her dere yatağının ilerde bizlere kan kusacağı şüphesizdir" dedi.

Özdemiroğlu, "Yapılan bu çalışmalar, maalesef doğadaki canlılara zarar verdiğinden fazla insanın canın yakmıyor; fakat mevzu insan canı olunca boş bakışlar ve hüzünden başka geride bir şey kalmıyor. Doğada yaşamak istiyorsak bu tür bilinçsiz projelerden uzak duralım, bırakın dereler özgürce bildiği gibi aksın; tıpkı asırlardır olduğu gibi" şeklinde konuştu.


"Üzerime düşen yasal sorumluluktan kaçınmayacağım"

Özdemiroğlu, yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

Doğadaki olumsuzlukları belgelediğim için müteahhit firmalardaki mühendislerce şantiye sahasına sokulmadım, eylem yaptım kolluk kuvvetleri müdahale etti. Müteahhit ve mühendislerle hatta köy muhtarlarıyla bile sıkıntı yaşadım, işi resmi kurumlara dilekçelerle belirttim. Geçici olarak şantiyeleri durdurdum; fakat projelerin devamı gelecek, yine üzerime düşen yasal sorumluluktan kaçınmayacağım


Sosyal devletlerin, vatandaşının mal ve can güvenliğini anayasa maddelerince korumak zorunda olduğunu hatırlatan Özdemiroğlu, "Biz de vatandaş olarak bunu esas alıp çevre ve doğada geleceğimizi tehdit eden bu tür olaylarda başına buyruk değil de devletçe ve milletçe akıllı bir çevre bilinciyle hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum" dedi.
 

sel aa 2.jpg
Fotoğraf: AA


"Her afetten sonra aynı ifadeler..."

Doğu Karadeniz'de yaşanan sel ve heyelanlar ile ilgili görüşlerini paylaşan Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) Sözcüsü Ömer Şan, "Geçmiş olsun, diyoruz Yusufeli, Çayeli, İkizdere ve bölgedeki afetlere; ama geçmiyor ki! Her afetten sonra aynı ifadeler..." diyerek tepkisini şöyle dile getirdi:

Her geçen gün daha çok saldırı, daha çok rant hırsı ile pandemi sürecinin dahi durduramadığı çalışmalar devam ediyor. Doğal alanları katleden HES'leri, taşocakları, dere ıslahları, yayla yolları ve dahi betonlaştırılan dere yatakları... Hani önleyecekti felaketleri? İşin ilginci, bunları başlatıp izin veren ve savunanlar da bizim gibi geçmiş olsun dilekleri yayınlıyor, bölgelere gidip timsah gözyaşları döküyor! Emperyalizm, gölgesini satamadığı ağacı kesiyor, uyanan yok hala!


"Suyun, havanın, toprağın yapısıyla oynanmış"

Öncelikle durum tespitinin yapılmasının ve neden sorusuna yanıt bulunmasının gerektiğini belirten Şan, "Sel, heyelan ve su taşkınları... Doğal mı? Değil! Çünkü seller gibi heyelanlar ile su taşkınlarının nedeni de doğaya ve doğal alanlara müdahaledir!" dedi.
 

Ömer Şan.jpg
DEKAP Sözcüsü Ömer Şan / Fotoğraf: Independent Türkçe


Bu tür felaketlerin, dere ve nehirlerin doğal alışkanlığı olan ana yatak bölgelerinde değil, plansız ve çarpık kentsel yapılaşmanın olduğu ana arterlerde meydana geldiğine dikkat çeken Şan, şöyle devam etti:

Yani, afetlerin oluştuğu tüm alanlarda mutlaka insan elinin değdiği, geri dönüşümsüz zararlar oluşturulmuş! Yani HES yapılmış, taşocağı açılmış, dere ıslahları yapılmış, yol açılmış ve sair. Suyun, havanın, toprağın yapısıyla oynanmış.


Şan, kısa ve uzun vadeli önlemler kapsamında yapılabileceklere dair sorumuza ise; "Bütün alanlardaki HES, taşocağı, maden aramaları, dere ıslahları, yol vs. gibi çalışmalar tamamen durdurulup, iptal edilmelidir" şeklinde yanıtladı.
 

aa.jpg
Fotoğraf: AA


"Bölgemiz için bu afetler ne bir başlangıç ne de sondur"

"Doğal afetlerin sebebini boşuna başka yerlerde aramayalım" diyerek sözlerine başlayan TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Ahmet Ali Kork ise görüşlerini, "Bölgemiz için bu afetler ne bir başlangıç ne de sondur. Yeşil örtünün tahribi, ormansızlaşma, açılan arazi yolları, yanlış tarım uygulamaları, yanlış imar planları, çarpık kentleşme, arazilerin yeteneklerine göre kullanılmaması, dere yataklarının ıslah edilmemesi gibi nedenlerle sık sık sel ve heyelanların yaşanması kaçınılmazdır" şeklinde ifade etti.

Yanlıştan dönülmediği ve önlem alınmadığı sürece, bu tür felaketlerin sonunun gelmeyeceğini vurgulayan Kork, "Aksine daha sık aralıklarla ve daha şiddetli olarak karşımıza çıkacaktır" dedi ve ekledi:

Bu afetlerde hayatlarını kaybeden insanlarımızın ve akıp giden canlı verimli topraklarımızın telafisi mümkün değildir. Toprak üretilemeyen bir kaynaktır ve oluşumu için binlerce yıl gerekmektedir.


Sel ve heyelanların, bölgenin kaderi olmadığını belirten Kork, "Yeter ki herkes ve özellikle ülkeyi yönetenler bu sorunun önemini kavrasın, bu işin üzerine ciddiyet ve içtenlikle eğilsin. Yeter ki başta toprak ve yeşil örtü gibi doğal varlıkları tahripten başka tercihi kalmadığını sanan, kırsalda çalışan insanımıza kalkınma çareleri yaratalım" dedi.
 

Ahmet Ali Kork.jpg
TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Ahmet Ali Kork / Fotoğraf: Independent Türkçe


Kork, TEMA Vakfı olarak Heyelan, Sel ve Taşkınların Önlenmesi, Zararların Azaltılması için Alınması Gereken Önlemler başlığıyla hazırladıkları önlemler paketini paylaştı:

  • Doğal ormanlardaki yasal ve yasadışı kesimler önlenmelidir. Bölge ormanları sahip oldukları fonksiyonel değerleri ile koruma amaçlı orman olarak değerlendirilmelidir. 
     
  • Çaylık alanlardaki genişleme ile durdurulmalıdır. Yüzde 50 den fazla meyilli arazilerdeki çay alanlarının ormana dönüştürülmesi teşvik edilmelidir. 
     
  • Köy yollarının güzergah seçimi heyelanlar dikkate alınarak yapılmalı, yol inşaatları en az seviyeye indirilmelidir. Mevcut yolların istinat duvarları ve drenaj sistemleri düzeltilmelidir. Yol şevleri yüzey sularından korunmalı, güçlü kök sistemine sahip ağaçlarla toprak korunmalıdır. 
     
  • Çay bahçelerinde eski üreticilerin yaptığı gibi, fazla suyu boşaltıcı, akıtıcı kanallar yapılmalı, bu kanalların bakımı aksatılmamalıdır. Arazideki kaynak ve çeşme suları borularla hareket ettirilerek saha dışına akması sağlanmalıdır. 
     
  • Ana dere yataklarının hali hazır genişliği , 100 yılda bir gelmesi muhtemel bir saatlik yağış şiddetine göre (90mm/saat) taşkın alanları birlikte belirlenmeli, dere yataklarında ıslah tedbirleri alınmalı, taşkın alanlarına inşaat yasağı getirilmelidir. 
     
  • Menfez, köprü gibi mühendislik hizmetlerinde 100 yılda bir gelecek maksimim debiyi ve heyelanla taşınacak ağaçları da geçirebilecek genişlikte hesaplanmalıdır (eski kemer köprüler örnektir). 
     
  • Evler sağlam zeminlere yapılmalı, yamaç yükünü artıracak çok katlı artıracak çok katlı betonarme binalardan kaçınılmalıdır. Evlerden kaynaklanan atık sular mutlaka kanalizasyon sistemine bağlanmalıdır. Köylerde ise bu suların aktif heyelan alanlarına girmesi önlenmelidir. 
     
  • Taş ocakları etkin bir şekilde denetlenmelidir. Bölgede geliştirilecek her proje daha az 'kayaya' ihtiyaç duyulacak şekilde oluşturulmalıdır. 
     
  • Gelişmiş ülkelerin uyguladığı, sorunu ortadan kaldırmak için doğru arazi kullanımı, uygun imar ve yerleşim ilke ve planlarının ortaya konulması, uygulanması sağlanmalıdır.
     
  • İlin heyelan haritası çıkarılmalı, sel ve heyelanların yerleşim alanları ve altyapılarla ilişkisini düzenleyen master plan hazırlanmalıdır. Bu planda afet bölgesi olarak belirlenen alanlar devletçe boşalttırılmalıdır. Hiçbir şekilde imar, mera ve orman affı yapılmamalıdır. 
     
  • Yöre halkını heyelanlar konusunda bilinçlendirecek yaygın eğitim programları uygulanmalıdır.
     
  • Bütün çalışmalarda meslek örgütleri, gönüllü kuruluşlar, yerel dernek ve kuruluşlarla kamu kuruluşları arasında işbirliği sağlanmalıdır. 


"Küresel ısınmayı her şeyin bahanesi olarak göstermeleri tek kelimeyle pişkinlik"

Polen Ekoloji Kolektifi'nden Cemil Aksu ise, "Herkes hemencecik bu şiddetli yağışları ‘küresel ısınma'ya bağlıyor. Elbette bunda doğruluk payı var. Çünkü iklim krizi mevsim normallerini bozuyor, istikrarsızlaştırıyor. Fakat bu yağışların normal tarafı da var, Karadenizliler, ‘Burada haftada iki kere yağmur yağar, biri üç gün diğeri dört gün sürer' diye espri yaparlar. Nitekim önceden de büyük seller ve felaketler yaşandı Karadeniz'de. Ancak yağışların artan şiddetinin etkisinin daha da fazla görünmesi uygulanan yanlış kent ve kır politikalarıyla ilgili. Bu politikaları uygulayanların, kendi neden oldukları küresel ısınmayı her şeyin bahanesi olarak göstermeleri tek kelimeyle pişkinlik" ifadelerini kullandı.
 

sel1.jpg
Fotoğraf: Twitter


"Hayır, ne doğal ne de ‘Allah'ın taktiri'"

Can ve mal kayıplarına neden olan şiddetli yağışlara bağlı seller, heyelanlar ve su taşkınlarının doğal olup olmadığı sorumuzu yanıtlayan Aksu, "Hayır, ne doğal ne de ‘Allah'ın taktiri'. Bu hava olaylarının yaşandığını ve yaşanacağını biliyoruz. O zaman yapılması gerekenler de bellidir. Fakat Karadeniz'de son yirmi yılda yapılanların hepsi bu bilgilerimize ters şeylerdir" dedi.
 

aa 5.jpg
Fotoğraf: AA


Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın geçen yıl, yine sel felaketlerinden sonra, Karadeniz için "İklim Acil Eylem Planı" açıkladığını hatırlatan Aksu, "Bu plan, aslında iktidarın yirmi yıldır yaptığı bütün işlerin yanlışlığının kabulü sayılabilir" ifadelerini kullandı.

Aksu, sözlerine şunları ekledi:

Başta bütün sahilleri taşla dolduran sahil yolu, deniz dolgusu için Karadeniz'in her vadisi taş ocağına çevrildi. Dere yataklarının istinat duvarları çekilerek, alanının işgal edilmesi, dolgu alanlarının yapılaşmaya açılması… Sonra bölgede yapılan hidroelektrik santralleri… Bu santralleri için birçok dere yatağından borulara, tünellere alındı, bunların yapılması için olur olmaz yollar açıldı, patlamalar yapıldı, orman yapıları bozuldu.
 


Aynı uygulamaların iletim hatları için de yapıldığını söyleyen Aksu, "Bölgede iktidar partisine destek yüksek, bu destek sayesinde yurttaş, imar, çevre gibi yasalarına aykırı olan birçok işini torpille halletti" diye konuştu.

Aksu, "Ayrıca ‘imar affı' gibi uygulamalar da oldu. En son, birkaç gün önce Danıştay tarafından iptal edilen, ‘Yeşil Yol Projesi' kapsamında yapılan asfalt yollar vb. Bütün bunları düşününce yaşananlar bile bile lades oluyor" dedi.
 

Cemil Aksu.jpg
Cemil Aksu / Fotoğraf: Independent Türkçe


"Hiçbir yasa, hiçbir mahkeme kararı bir hükme sahip değil"

Yağışların hemen öncesindeki uyarıları değerlendiren Aksu, "Yağışlar öncesi uyarı yapılmasının bir anlamı yok ki! Sen dere yatağına ev yaptıktan sonra bugün olmazsa yarın o dere gelip evini yıkacaktır" ifadelerini kullandı.

"Diğer taraftan bu sellere rağmen, hâlâ aynı tas aynı hamam, betonlaştırma, inşaat devam ediyor" diyen Aksu, sözlerine şöyle devam etti:

İktidar partisi, kamu idaresi el ele bir efsaneye inanıp asırlık Dipsiz Göl'ü gidip kuruttular. Bölgenin her tarafı madencilik sahası ilan edilmiş. Fatsa'da Cerattepe'de, Samsun'da bir sürü maden projesi, HES planları var. Artvin Arhavi'de HES projesi için yapılan yolları, Kamilet Deresi'nin aylarca çamur aktığını gördük. Yani ‘bırakınız yapsınlar' tarzı vahşi bir kapitalizm uygulanıyor.


Aksu, "Hiçbir yasa, hiçbir mahkeme kararı bir hükme sahip değil. İktidar partisinden yana olduktan sonra, her şey mübah. Böyle olunca uyarılara uyulsa bile kayıplar önlenemez. Bunlar bir nevi faturayı yine önlem almayan yurttaşa kesme bahanesi olur en fazla" şeklinde konuştu.
 

iha.jpg
Fotoğraf: İHA


"Yıkımdan bile rant devşiren anlayıştan korunmak alınacak en etkili önlem olacaktır"

Aksu, "Yağışlar öncesindeki uyarılarla birlikte alınan önlemler ve yapılması gereken çalışmalar yeterli mi?" sorusunu ise şöyle yanıtladı:

Türkiye'nin siyasi ve ekonomik tarihinde bir milat olan 12 Eylül 1980 sonrasındaki hükümetlerde, Karadenizli bakanlar, başbakanlar çok etkili oldu. Yirmi yıldır tek başına iktidar olan AKP ile ise bu etki çok daha arttı. İktidarın arka bahçesi Karadeniz. AKP döneminde devletten en fazla ihale alan şirketlerin başında AKP Başkanı Erdoğan gibi Rizeli olan Mehmet Cengiz'in Cengiz Holding, Limak, Kalyon gibi Karadenizli müteahhitler oldu.

Aksu, "AKP aynı zamanda taşeron sistemi ile tepeden tırnağa herkesi elindeki her şeyi paraya çevirmeye çalışan, birer girişimci yapmayı teşvik eden bir sistem kurdu. Ve bunun için uygun bir hukuk sistemi kurdu" dedi.

"AKP'nin yaptığı en büyük mesailerden biri özellikle çevre koruma kanunlarının, Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin şirketler lehine kolaylaştırılması, kamu denetiminin kaldırılması yönünde oldu. Böyle bir kalkınma modeli uygulandı" diyen Aksu, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bütün bunların bir ceremesi olacak, oluyor da. Tarım bitti, aşırı betonlaşma, yapılaşmanın havanın ısınmasına etkilerini görüyoruz, her yağış sellere neden oluyor. İş işten geçtikten sonra ancak hasarları gidermek için çalışma yapılır. Bunlar da yine aynı şirketlere yaptırılır, böylece bu bağımlılık ilişkileri de sürdürülür. Doğanın intikamı filan değildir yani söz konusu olan, yıkıma neden olan rant ve yine o yıkımdan bile rant devşiren bir anlayış. Bu anlayıştan korunmak alınacak en etkili önlem olacaktır.


Yapılması gerekenlerin basit, ama uygulanmasının zor olduğunu belirten Aksu, "Çünkü kamu olarak yurttaşın yasa dışı işlerine onay verip sonra, yurttaşa dere yatağına diktiği apartmanı kaldır demek, dolgu alanı üzerine kurulan şehir merkezini başka yere taşımak zor iş, maliyetli. Kamu otoritesi bunda sorumluluk almıyor" şeklinde konuştu. 
 

sel_aa.jpg
Fotoğraf: AA


Bazı tahribatların giderilmesinin de çok maliyetli olduğunu belirten Aksu, şöyle açıkladı:

Mesela dere yataklarını daraltan istinat duvarları kaldırılması gerekiyor, dere yataklarının eski haline getirilmesi gerekiyor. HES'lerin kaldırılması gerekiyor. Madencilik faaliyetlerinin durdurulması gerekiyor. Özellikle Kaçkarlar ve Karçallar'da yayla turizminin yasaklanması gerekiyor. Bunları yapmamız gerekiyor ki, her sağnakta sel yaşamayalım, orman varlıklarımızı, su kaynaklarımızı gelecek kuşaklara taşıyabilelim…


"Maddi kayıpların bedelini vatandaşa değil, buralarda iş yürütenlere keserek yapmak gerekir"

Kısa vadede kayıpları önlemek için neler yapılabileceği konusuna değinen Aksu, "Kısa vadede yapılabilecek ilk şey, dere yataklarını işgalden kurtarmak. Derelerin denize ulaştığı yerlerdeki yapıları kaldırmak, yataklarını genişletmek, köylerde ayrıntılı etütler yapılarak, riskli evlerin taşınması, bu konuda devlet desteği sağlanması gibi önlemler alınabilir" dedi.

Aksu, tüm bunların yerelde yaşayan insanların toplumsal yaşamını gözeterek, onların karar alma süreçlerine katılımını açarak ve de maddi kayıpların bedelini vatandaşa, vatandaşın vergisine değil, buralarda iş yürütenlere keserek yapmak gerektiğini vurguladı.
 

aa 7.jpg
Fotoğraf: AA


"Şehirlerin en baştan 500 yılda yağabilecek en şiddetli yağış/debi hesabına göre inşa edilmesi gerekir"

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği ve Afet Yönetimi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, "Son yıllarda lokal şiddetli yağışlar artıyor mu, eğer öyleyse neden artıyor?" sorusuna şu yanıtı vererek sözlerine başladı:

Yağışın tipi, şiddeti ve zamanı, yani rejimi değişiyor; tarih boyunca da bunlar hep değişmiştir zaten. Hava, havai; iklim ise değişken bir şeydir. Bu yüzden meteoroloji mühendisleri her 10 yılda bir iklim normallerini yeniler ve hep son 30 yılın verilerini kullanır. Yağışın ülkemizde kışın kar şeklinde olmasına neden olan alçak basınç merkezi ve ona bağlı cepheler şu an kuzeye çekiliyor. Kışın nadiren de olsa hala bizi etkileyen cephe sistemleri artan Kent Isı Adası yüzünden de kar yerine daha çok yağmur yağdırabiliyor.

Akdeniz ikliminde genellikle kışın yağışlı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kadıoğlu, "Küresel iklim değişikliği ile giderek kış mevsimindeki yağışlar azalıyor, ilkbahardan sonbahara kadarki yılın sıcak kısmında ise (yine Akdeniz ikliminin bir özelliği olan) yerel gökgürültülü sağanak yağışların sayısı ve şiddeti artıyor. İklim değişikliği olmayan meteorolojik olayları oluşturmuyor, ama mevcutları şiddetlendiriyor. Aslında yağışların şiddeti ne kadar artarsa artsın bizi pek etkilememesi gerekir, çünkü şehirlerin en baştan 500 yılda yağabilecek en şiddetli yağış/debi hesabına göre inşa edilmesi gerekir" dedi.
 

aa 3.jpg
Fotoğraf: AA


Seller, heyelanlar ve su taşkınları doğal mı?

‘Doğal' kelimesinin çok yanlış anlaşılan bir kelime olduğunu vurgulayan Kadıoğlu, "Kelimeler insanların düşüncelerini ve eylemlerini önemli ölçüde kontrol eder. Bu nedenle afet yönetiminde biz artık ‘doğal afet' kelimesini kullanmıyoruz. Doğal deyince, millet o olayın ‘normal bir şey' olduğunu düşünüyor. Bu yüzden ‘doğa kaynaklı afet' denmesini istiyoruz" şeklinde konuştu.
 

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu Twitter Mikdatca.jpg
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu / Fotoğraf: AA


"Şiddetli yağış, sel ve heyelanlar, Dünya var olduğundan beri hep var olmuştur, yani ekosistemimizin bir parçasıdırlar" diyen Prof. Kadıoğlu, sözlerine şunları ekledi:

Bunlar aslında birer fiziksel doğa olayı, birer tehlikedir. Doğal olmayan şey ise bu tehlikelerin can ve mal kayıplarına neden olarak afete dönüşmesidir. Bu tehlikelerin afete dönüşebilmesi için onlara maruz kalmak ve ona karşı savunmasız olmak gerekir. İşte bu durum asla doğal bir durum değildir.

 
"Ama -mış gibi hazırlandığımızı sanmaya devam ediyoruz"

Yapılan uyarılara da değinen Kadıoğlu, "Yağış öncesi uyarılarla birlikte vatandaşın şemsiyeden başka pek önlem aldığını sanmıyorum. Belediyeler ise acil durum ekipleri hazırlamaya başlıyor, ama sel uyarısı noktasal yapılmadığı için nerede ekipleri konuşlandırabileceğini bilemiyor" dedi.

Genellikle şehirlerde bilinen çok sayıda kara-sıcak nokta bulunduğunu; fakat ekip sayısının hep daha az ve yetersiz olduğunu aktaran Prof. Dr. Kadıoğlu, "Bu ekiplerin sevk ve idaresi için aslında uyarıların alarma dönüşmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Kadıoğlu, ayrıca şunlara dikkat çekti:

Ülkemizde belediyeler şehrin belli yerlerinde olası su baskınlarını önlemek için kum, kum torbası ve bir basit düzenek depolamak ve kurmak gibi daha önleme yönelik olan bir uygulaması hiç yok. Yani pis sel sularının binalara girmesini önlemekten daha çok onları binadan çıkartmak üzere hazırlıklarımız var. Aynı depremde insanlar nasıl enkaz altında kalmaz diye çalışmak yerine, onları deprem sonrası nasıl enkaz altından kurtarırız diye hazırlık yapmamız gibi bir durum.


Kadıoğlu, "Kriz yönetiminden risk yönetimine geçmeyi hedefleyen bir zihniyet değişimine gitmedikçe yağış öncesi alınmaya çalışılan müdahaleye yönelik önlemlerin yeterli olması asla mümkün değil. Aynen depremde İstanbul'da yıkılacak 40 bin binanın başına 40 bin arama kurtarma ekibi bulup koyamayacağımız gibi bir durum bu. Ama -mış gibi hazırlandığımızı sanmaya devam ediyoruz" dedi.
 

rize aa1.jpg
Fotoğraf: AA


"Sellerden dolayı olan can ve mal kayıpları önemli ölçüde azaltılabilir"

Yaşanan kayıpları önlemek için yapılabileceklere değinen Kadıoğlu, "Kısa vadede yapılacak ilk iş sel yataklarındaki yanlış yapılaşmayı durdurmak ve can kayıplarını önlemek için sel yataklarındaki bodrum katlarını hemen iptal etmektir. Öncelikle, her derenin, onun sel yatağı ve sel tehlike bölgelerinin belirlenmeli. Her dere ve sel yatağındaki binalar zamanla kaldırılmalı, sel tehlike bölgelerindeki parseller için binaların subasman tespit edilmeli ve tüm binaların buna uyması sağlanmalıdır" uyarısında bulundu.

Yapılabilecek önlemleri sıralayan Prof. Kadıoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

Su basman seviyelerinin geçerli kalması, şiddetli yağışlarda işe yarayabilmesi için de mutlaka havzalarda subasman seviyesini değiştirebilecek, dolgu vb. hiçbir faaliyete izin verilmemelidir. Kentlerde ayrıca çatı sularının mümkün olan yerlerde sarnıçlarda depolanması zorunlu kılınmalı, yol ve kaldırımların mümkün olduğunca su geçirimli malzemelerden yapılması sağlanmalıdır. Sokak ve caddelerin yağmurlarda dereye dönüşmemesi için mutlaka artan yağışın şiddetine göre tasarlanmış yağmur drenaj sistemine kavuşturulması gerekir. Selleri önlemek yani sıfır risk mümkün değil ama sellerden dolayı olan can ve mal kayıpları önemli ölçüde azaltılabilir.
 

rize aa.jpg
Fotoğraf: AA


"Ne demiş atalar sözü: Baba eder, oğul öder!"

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, ülkemizin de içerisinde bulunduğu Akdeniz Havzası'nın son 900 yılın an ağır kuraklığını yaşadığını belirterek, "NASA, Türkiye, Kıbrıs Adası, İsrail, Ürdün, Suriye bölgesinin son 900 yılın en kısır dönemini geçirdiğini söylüyor. Dünya sanayi öncesi döneme göre 1 derece ısınmış durumda. Bu şimdiden kuraklık, seller gibi aşırı hava olaylarına neden oluyor" dedi.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'ne göre 2 dereceyi aşan bir senaryoda yağış rejimlerinin dengesizleşeceği ve su kıtlığıyla daha sık karşılaşalaşılacağına dikkat çeken Kurdoğlu, "Avrupa'nın tamamı ve Türkiye her mevsimde daha şiddetli yağışlar alacak. Kötüsü sera gazı emisyonları azaltılamazsa küresel ısınma 2030-2052 arası 1,5 derece sınırını geçmiş olacak" uyarısında bulundu.

Küresel ısınmayı 1,5 derecede tutmanın, ekolojik sistemler ve yaşam alanları üzerindeki pek çok kalıcı etkinin önlenebilmesi demek olduğunu vurgulayan Kurdoğlu, açıklamalarını şöyle sürdürdü:

Ama bunun bedeli var. Bunun için 2030 yılında küresel emisyonları 2010 yılına göre %45 azaltmak gerek. Bazı bilim insanlarına göre ise emisyonlarla ilgili gerekli adım atılmazsa hava sıcaklıkları 3-5 derece yükselebilir, yani durum hiç de parlak değil! Başka bir deyişle gelecek kuşaklar şimdiki atalarının hatalarının bedelini ödemek zorunda kalacaklar. Ne demiş atalar sözü: Baba eder, oğul öder!.
 

sel_04.jpg
Fotoğraf: Twitter


"İklim değişiminin bu kadar hızlı olması doğal değil, beşeri bir sonuç"

Bir gün içinde metrekareye düşen yağışın 265 kilogram olduğunu ve bu yağış büyüklüğünün kolay kolay hiçbir ekosistemin kaldırabileceği ya da doğal yollardan regüle edebileceği bir büyüklük olmadığını söyleyen Kurdoğlu, "İklim değişimi mi dersiniz, krizi mi dersiniz, geldiğimiz noktanın doğal bir sonucu. Yağmurun yağması da şiddeti de doğal elbette, iklim anlamında gelinen noktaya ise ünlü bilim dergisi Science'da yayımlanan bir araştırmaya göre 4 bin yıl önce geldik. İşte doğal olmayan bölümü burası" şeklinde konuştu.
 

Oğuz Kurdoğlu.jpg
Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu / Fotoğraf: Independent Türkçe


"Aslında soğumanın 21'nci ve sonraki yüzyılda da süreceği ama sanayi devrimiyle bu sürenin 16-19'uncu yüzyıl arasında son bulduğu söyleniyor" diyen Kurdoğlu, şöyle devam etti:

Özetle insanın bu faaliyeti olmasaydı, dünya 4 bin yıl daha soğumayı sürdürecek, sonra da Güneş çevresindeki yörüngesindeki değişimler nedeniyle ısınma dönemi başlayacaktı. Tekrar başa dönecek olursak iklim krizi nedeniyle şiddetli yağış ve sellerin artışı gayet doğal, ama iklim değişiminin bu kadar hızlı olması doğal değil, beşeri bir sonuç.


Kurdoğlu, "Doğal alanlar ve toprak ana da gayet normal bir sonuç olarak bu miktar suyu depolayamamakta ve hızla yüzeysel akışa geçen sular büyük zararlara neden olmaktadır. Doğal olmayan bir başka şey ise aşırı iklim olaylarının insanlar tarafından doğal afet olarak değerlendirilmesi" dedi.

"Doğal afetler insanın olmadığı yerlerde elbette afet olarak doğup ölmüyor. Aslında doğanın kendini bir nevi tanzim süreci" diyen Kurdoğlu, şöyle devam etti:

İşte bu sürecin ve mekanın içine insan girerse doğal afetler ortaya çıkıyor. ‘Hani deprem değil bina öldürür' sözü var ya, burada da büyük oranda geçerli kabul edilebilir. Selden, taşkından ölümler için de su değil, sel taşkın değil, bina, planlama, yer seçimi öldürür denilebilir. Siz taşkın yataklarını kullanıp binalar yaparsanız, suya büyük bir sabırla milyonlarca yılda hazırladığı yatağında bile yeterli özgürlük alanı vermezseniz, taşkın yataklarını beşeri faaliyetlerin işgaline açarsanız o zaman dereler de işgal edilen alanları işgal eder yani geri alır.

Kurdoğlu, "Normal olmayan derelere kılıç çekmek, onları beton duvarlara mahkum etmek. Bunu en küçüğünden en büyüğüne hiç bir dere kabul etmez, nihayetinde arazisini alır geriye, içindekileri ile birlikte" ifadelerini kullandı.


"Gelişme ile büyümenin farkını bilerek davranacağız"

Uzun vadeli bir kentsel planlama ile sellere karşı önlem almanın mümkün olduğunu belirten Kurdoğlu, "Önce yaklaşımlar değişecek, düşünceler değişecek, doğal kaynak yönetimi ve mühendislik uygulamaları, iklim krizi bağlamında ortak çabalar ortaya koyacak. Gelişme ile büyümenin farkını bilerek davranacağız" dedi ve ekledi:

Sınırlı kaynaklarla sınırsız büyüme sevdasının mümkün olmadığını öyleyse, kaynakları, varlıkları tüketim çılgınlığına feda etmemek gerektiğini öğreneceğiz. Şöyle heyelanların olduğu fotoğraflara bir bakacağız. Ormanlık alanların nasıl korunduğunu, uygun olmayan alanlarda tarımın nasıl sorun yarattığını ve bunların kentlere kadar tehdit olduğunu göreceğiz


Kurdoğlu, son olarak, "Aşırı olay trendlerinde özellikle son 20 yılda artış eğilimi söz konusu. 2019, şiddetli yağış-sel, fırtına, yıldırım, şiddetli kar ve heyelan gibi 935 olayla, en fazla aşırı olay yaşanan yıl oldu. 2018 yılında aşırı olay sayısı 840'tı. Aşırı olayların dağılımları yaklaşık yüzde 38 ile şiddetli yağış-sel, yüzde 29 ile fırtına, yüzde 18 ile dolu, yüzde 7 ile yıldırım, yüzde 5 ile şiddetli kar yüzde 3 ile heyelan ve yüzde 1 ve daha az oranlarda çığ, orman yangını, kum fırtınası ve sis şeklinde oldu" bilgisini paylaştı.
 

aa 8.jpg
Fotoğraf: AA


"Dereye yakın iş kuran dereyle ortaktır, dere bazen hasılatın bir kısmını alır, bazen tamamını"

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Emrullah Çelik ise, 2015 Hopa seli ile ilgili yaptıkları araştırmaya göre 1962 yılından günümüze ortalama yağışlarda yüzde 10'luk bir artış görülmekte olduğunu belirtti. 
 

Hüseyin Emrullah Çelik.jpg
Prof. Dr. Hüseyin Emrullah Çelik / Fotoğraf: Independent Türkçe


Artışın nedeni büyük olasılıkla küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği olduğunu ifade eden Çelik, "Jeomorfoloji bilimine göre yüksek akımlar (seller ve taşkınlar, yukarı havzada meydana yüksek akımlara sel, aşağı havzada, vadide meydana gelen yüksek akımlara taşkın diyoruz) araziyi şekillendiren aktörlerdir. Tektonik olaylarla dağlar meydana gelir, flüvyal süreçlerle (akarsularla) bu yükseklikler aşındırılarak topografya tesviye edilir, düzlenir. Bu şekilde magma üzerinde denge değişince yeni bir tektonik olay meydana gelir yeni bir flüvyal süreç/döngü başlar" dedi.

Bu aşındırma süreciyle, düz taşkın yatakları meydana geldiğini ve insanların buralarda yerleştiğini aktaran Prof. Çelik,  "Taşkın yatağında hem su vardır hem de tarım için düz arazi. Ancak şiddetli yağışlardan sonra meydana gelen yüksek akımlar taşkına dönüştüğünde bu yatakta yayılırlar. Bu milyonlarca yıldır devam eden doğal bir süreçtir, bu nedenle taşkın yatağına yaklaşmamak gerekir. Giresun'da söylenen bir söz olayı iyi özetler: dereye yakın iş kuran dereyle ortaktır, dere bazen hasılatın bir kısmını alır, bazen tamamını" şeklinde konuştu.


"Yamaçların çay tarımı yapılan kısımlarının kaydığı, orman ağacı bulunan kısımlarının kaymadığı görülecektir"

Heyelanların genellikle yağışlı ve heyelana eğilimli alanlarda meydana geldiği bilgisini paylaşan Çelik, "Doğu Karadeniz bölgesi bu açıdan heyelan riskinin yüksek olduğu bir bölgemizdir. Ancak binlerce yıldır kaymayan bir yamaç neden kaymaya başlamıştır? Bunun nedenlerinden biri arazi kullanımındaki hatadır" dedi.
 

rize sel aa.jpg
Rize'deki şiddetli yağışa bağlı meydana gelen sel ve heyelanların ardından hasar gören Çayeli İlçesi havadan böyle görüntülendi / Fotoğraf: Muhittin Sandıkçı/AA


"Sığ heyelanlara karşı etkili olan orman örtüsünü kaldırıp yerine çay vb. tarım yapmaya başlayınca heyelanlar da artmaktadır" diyen Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

14 Temmuz 2020 tarihinde Rize'de meydana gelen heyelan fotoğraflarına bakınca, yamaçların çay tarımı yapılan kısımlarının kaydığı, orman ağacı bulunan kısımlarının kaymadığı görülecektir. Heyelanların önemli nedenlerinden biri de yol yoğunluğudur. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesinde isteyen istediği yere standardı düşük yol yapmaktadır, bazen aynı yerleşim yerine birden fazla yol yapıldığı görülmektedir.

Çelik, "Heyelan riskinin fazla olduğu yörelerde yol yoğunluğunun havza bazında hazırlanacak bir plan çerçevesinde ele alınarak belirlenmesi ve gereksiz yollar varsa bunlar iptal edilerek ormana dönüştürülmesi gerekir" diye konuştu.

Sel ve taşkın yataklarının tehlikeli alanlar olduğunu ve ancak insanlar bu alanlardan uzak durursa riskin meydana gelmeyeceğini söyleyen Çelik, şöyle devam etti:

Selleri ve taşkınları riskli hale getiren insanın bu alanlara yerleşmesidir. Bu konuda güzel örneklerden biri İstanbul Kâğıthane Deresi'nin taşkın yatağı, Haliç'e yakın kısmıdır. Bu alan rekreasyon alanı olarak ayrılmıştır, yerleşim ve altyapı bulunmadığı için risk/hayati tehlike yoktur. Taşkın olduğunda bu alana yayılmakta, sonra doğal drenajla denize boşalmaktadır. Yerleşim ise daha çok yamaçlardadır.


Tarihi yerleşimlerin daha çok yamaçlarda yer almasının, taşkın ve deprem riskine karşı bir önlem olduğunu vurgulayan  Çelik, "1950'lerden başlayarak bu tarihi bilgi ve fakültelerde verilen bilgiler unutulmuş ve riskli ovalar ve taşkın yatakları yerleşime açılmıştır. Verimli toprakları az olan Türkiye'nin verimli ova ve taşkın yataklarını yerleşime açması ülke geleceği açısından hazin bir hatadır. Kentsel planlamalar ve uygulaması taşkın/deprem gibi risk haritalarına göre düzenlenebildiğinde risk azalacaktır" tavsiyesinde bulundu.


"Yüz yıl tekerrür aralıklı taşkın sınırı içine yeni yerleşime izin verilmemelidir"

Kısa vadede kayıpları önlemek için yapılabileceklere değinen Çelik, "Her havza için ilk planda taşkın tehlike ve risk haritalarını hazırlamak gerekir. Ülkemizde bu konuda çalışmaların başladığı bilinmektedir. Erken uyarı sistemini kurmak ve erken boşaltma planını yapmak gerekir. Taşkın risk haritalarına uymayı zorunlu hale getiren yasal düzenleme gerçekleştirilmeli, uygulamayan belediyelere yükümlülük getirilmelidir. Taşkın öncesinde, yüz yıl tekerrür aralıklı (100 yılda bir meydana gelebilecek büyüklükte) taşkın sınırındaki binaların taşkın kotunun altında kalan katları erken boşaltma planına göre boşaltılmalıdır. Yüz yıl tekerrür aralıklı taşkın sınırı içine yeni yerleşime izin verilmemelidir" dedi.

Uzun vadeli bir kentsel planlama ile alınabilecek önlemler hakkında görüşlerini paylaşan Çelik, şunları söyledi:

Seller ve taşkınlar doğal olaylar olduğu için önlenemez ama kontrol edilebilirler. Arazinin arazi kullanma disiplinine göre belirlenen yeteneğine uygun kullanılması gerekir, buna göre akarsuyun yukarı havzasındaki eğimli yamaçların orman örtüsü ile kaplı olması gerekir.

Türkiye için arazi yetenek haritaları hazırlandığını aktaran Çelik, "Kapatılmış Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından en son 1990'larda güncellenen arazi yetenek haritaları, havzada hangi kısmın tarım için uygun olduğunu, hangi kısmın ormanla kaplı olması gerektiğini göstermektedir. Bu disipline uyarak küçük yağışların bile sele/taşkına dönüşmesi önlenebilir. Aşağı havzada ise taşkın yatağından uzak durmak gerekir. Öncelikle hastane, okul, yurt gibi yerlerin ve yerleşimin en az yüz yıl tekerrür aralıklı taşkın sınırının dışında yapılması gerekir. Mevcut yerleşimin de bu sınırın dışına çıkarılması gerekir" diye konuştu.


"Taşkın yatağında yer alan binaların sahiplerinin bir teşvik sistemiyle güvenli alanlara yerleşmesi sağlanmalıdır"

DAHA FAZLA OKU

Avrupa taşkın direktifine göre üye ülkelerin tehlike ve risk haritalarını çıkarmalarının zorunlu olduğunu belirten Çelik, "Türkiye'de de tehlike ve risk haritaları yapıldıktan sonra bunların uygulaması zorunlu hale getirilmeli, uymayan belediyelere yaptırım uygulanmalıdır" dedi.

Türkiye'de özellikle Karadeniz bölgesinde çoğu okullar, hastaneler, yerleşimler taşkın yatağı üzerinde kurulu olduğuna ve mevcut yapılarla taşkın yatağı işgal edildiği gibi dere yatağı bile daraltıldığına dikkat çeken Prof. Çelik, "Dolayısıyla küçük yağışlar bile taşkına neden olmaktadır. Bu binaların kamulaştırılarak yıkılması ve yatağın genişletilmesi her zaman ve geniş alanlar için altından kalkılabilecek bir mali yük değildir. Bu nedenle taşkın risk haritalarına göre taşkın yatağında yer alan binaların sahiplerinin bir teşvik sistemiyle güvenli alanlara yerleşmesi sağlanmalıdır" diyerek sözlerini sonlandırdı.


"İklim değişimi ve buna bağlı aşırı şiddetli yağışlar ve heyelanlar bütünüyle doğal olaylardır"

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) eski öğretim üyesi Jeoloji Mühendisi Prof. Dr. Osman Bektaş ise, küresel ve bölgesel ısınmaya bağlı olarak havanın nem tutma kapasitesi arttığını; Karadeniz ve nehirlerdeki aşırı buharlaşmanın havada büyük miktarda nem depolanmasına neden olduğunu aktardı.

Neme aşırı doygun olan sıcak ve yükselen hava soğuk bir hava ile karşılaştığında aşırı şiddetli fakat kısa süreli yağış sel ve heyelanlara neden olduğunu belirten Prof. Dr. Bektaş, "Bölgesel ısınmanın bir sonucu olan iklim değişimi ve buna bağlı aşırı şiddetli yağışlar ve heyelanlar bütünüyle doğal olaylardır" şeklinde konuştu. 
 

Osman Bektaş.jpg
Prof. Dr. Osman Bektaş / Fotoğraf: Independent Türkçe​​​​​​​


"Uzun vadede sel ve heyelanları bütünüyle önlemek mümkün değildir"

"Kentsel planlamaya ait bilimsel veriler maalesef politik kararların gerisinde kalıyor diyen" Bektaş, sözlerini şöyle sonlandırdı:

Meteorolojik ikazlar kırsal kesime maalesef ulaşamıyor. Esas neden sosyo-ekonomik koşullar. Bu nedenle belediye ve cami hoparlörleri erken uyarı sistemi olarak kullanılabilir. Bugünkü koşullarda sel ve heyelanları önleyici çalışmalar yeterli olmayıp kısa vadede olumlu bir sonuç alamaz. Kısa vadede yapılması gerekenler popülist politikadan uzak yerel yönetimlere daha fazla sorumluluk destek ve finans sağlamakla olur. Uzun vadede sel ve heyelanları bütünüyle önlemek mümkün değildir. Ancak zararları can ve mal kaybını en aza indirmek mümkündür.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU