Topyekun koordineli bir savaş mı, yoksa "Önce can, sonra canan" mı?

İsmail Hakkı Pekin Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Son günlerde dillere pelesenk olmuş bir söz var. Ne kadar doğruyu yansıtıyor ya da gerçeği bilmiyorum.

Kovid-19 küresel bir salgın, ancak mücadele/savaş, milli sınırlar içinde devletler tarafından yürütülüyor.


Böyle bir konseptle ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz bir küresel salgının üstesinden gelebilir miyiz.

Şu andaki durum Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Sağlık Örgütü gibi bir kuruluş ve çok sayıda sivil toplum kuruluşu olmasına rağmen "Önce can, sonra canan" atasözünde olduğu gibi.

Her ülke bu salgınla gücü ölçeğinde mücadele ediyor, parası olanlar ve/veya iyi organize olmuş/olan ülkelerin mücadelesi/savaşı daha başarılı gidiyor. En azından şimdilik.

Bütün ülkelerin yaptığı bu virüse karşı bir çare bulununcaya ya da mutasyona uğrayıncaya kadar zaman kazanmak, mümkün olduğu kadar az zayiat vermek.

Sağlık sisteminin, ekonominin ve kamu düzeninin çökmesini önlemek. Yani şu anda aldığımız tedbirlerle sadece zaman kazanıyoruz. Ne zamana kadar bilmiyoruz...

Peki, bu sürdürülebilir bir durum mudur? Tabii ki mevcut dünya düzeni açısından soruyorum.

Başta Çin ve ABD olmak üzere dünya düzeni bu sıkışmışlığa, belirsizliğe ne kadar dayanabilir? Bir yıl, üç yıl, beş yıl?..

Devletlerin tek başına mücadelesi/savaşı bu salgını önleyebilecek veya belli alanlarla, belli insan topluluklarıyla sınırlı tutabilecek midir?

Çünkü söz konusu virüsün aşısı ve/veya ilacı bulununcaya kadar böyle bir hedefin/amacın sürdürülmek istendiğini görüyoruz.

Bu yaklaşımın hem dünya için hem de ülkeler için çok tehlikeli bir düşünce olduğunu söylemeliyiz.

İnsanların tabii ihtiyaçlarının karşılanması insan olmalarının gereğidir. Ancak bu salgının belli alanlarla (uluslararası ve ulusal düzeyde) sınırlandırılması hem ülkelerin içinde hem de uluslararası ortamda sonu gelmeyen terörü ve savaşları başlatır.

Dünyanın bu salgından sonra ve salgının uzun bir süre daha devam durumunda yeni bir döneme geçeceğini ve yeni uygulamaların başlayacağını söyleyebiliriz.

Bunun için salgının sona erdirilmesinin beklenmeyeceği aşikar.

Sonuçta dördüncü dalganın; "dijitalleşme, genetik uygulamalar, yeni enerji kaynakları, sanal para, robotlar, otomasyon vb" hususların yaşama geçirildiğini gözlemliyoruz.  

Şimdi de bu salgın sayesinde gerçek bir duruma bağlı olarak çok sayıda uygulama hayat buluyor.

Bütün bu alınan önlemlerin geçici önlemler olacağını sanmıyorum.

Bunların büyük kısmı gerçek ortamda denendiği için kalıcı önlemler olacak ve dünyadaki düzensizliğin, zaten var olan eşitsizliğin daha da büyümesine ve sonu gelmeyen savaşlar, terör olaylarıyla insanların özel korumalı yerlerde yaşamasına neden olacaktır.

Peki, bu salgın dünyayı tehdit ederken hangi ülke ve kuruluş liderlik yapmıştır?

Gariptir ki hiçbir ülkenin salgın sırasında böyle bir girişimi olmamıştır.

O zaman yeni kurulacak dünya düzeninde kim söz sahibi olacaktır?

Bir virüs salgınına karşı kendi ülkesini ve vatandaşını, ekonomisini, kamu düzenini korumaktan aciz liderler hala ülkelerinin başında duracak mıdır?

Söz konusu salgına dünyanın hazır olmadığı aşikardır.

Ayrıca zamanında seferberlik ilan ederek sağlık sistemini, kamu düzenini, üretimi, teknolojiyi, ekonomiyi vb. hususları salgını önleyecek ya da geriletecek şekilde dizayn eden kaç ülke vardır?

Bu konuda ne kadar geç kalınmıştır? Bunun hesabını kim verecektir ya da kim soracaktır?

Daha önceki yazılarımda da belirttim, mevcut durumda önemli olan kaynakların yönetimi, bilim ve teknoloji ve yetişmiş, kaliteli insan gücünün kaybedilmemesidir.

Dünya olarak ve biz ülke olarak bu krizden ya da savaştan nasıl çıkacağız?

Bu konudaki nihai amacımız (end state) nedir? 

Bu krizden edindiğimiz tecrübeleri kriz sonrası için geliştiriyor muyuz?

Bunların hepsi sonraki yaşamımız ve geleceğimiz açısından çok önemli imkanlar sağlayacaktır.


Dünyanın yeni düzeninin nasıl şekilleneceği konusunda tasarımda bulunuyor muyuz?

Muhtemel gelişmeleri, sorunlarımızın çözümü için muhtemel ittifakları, yerimizin nerede olduğunu belirleyecek bir çalışma yürütüyor muyuz?

Bütün bu gelişmeler nasıl bir dünya düzeni dayatacaktır?

Uluslararası kuruluşlar ve bunların kontrolü, çalışması nasıl olacaktır. Bizim ülke olarak bu gelişmelere yön verme imkanımız olabilecek midir?

Ülkeler bir taraftan salgınla mücadele ederken bir taraftan da kendilerine avantaj sağlayacak faaliyetlere devam etmektedirler. 

Mesela Suriye, İdlib’in güneyine yığınak yapmaya devam etmektedir.

Bu arada İran paramiliter güçleri Fırat’ın doğusundan Halep’in batısına getirilmiştir.

Rusya, Suriye rejimini tank ve ağır silahlarla takviye etmeye devam etmektedir.

İran, Kudüs Tugaylarının bir kısmını Ebu Kamal’den Suriye’ye sokmaya devam etmektedir.

ABD, Irak’taki El Kaim ve iki üssü boşaltıp Suriye sınırına yakın El Anbar bölgesindeki üsse taşımıştır.

Ayrıca Ürdün-Suriye sınırına yakın Ürdün’deki üssüne F15 ve F35’leri konuşlandırmaktadır. ABD, PKK/YPG/PYD’ye silah ve mühimmat sevkiyatına devam etmektedirler.

İsrail, ABD ve Hindistan arasındaki ittifak ve iş birliği görüşmeleri devam etmektedir.

Bu konuda daha yazacak ve söyleyecek çok söz var; ama amacım ülkelerin bölgemizde ve dünyada güçlerini hedefleri doğrultusunda nasıl konuşlandırdıklarını anlatmaktı.

Türkiye de İdlib bölgesine gerekli takviyeleri yapıyor. Diğer bölgelere de tabii.

Hawk bataryalarının İdlib ve Libya’ya gönderilmesi Bu konuda ABD’nin onayının alındığı anlamına geliyor. Önemli bir gelişme.

Bazı ülkeler ve terör örgütleri söz konusu salgından istifade edip, kendi lehlerine olabilecekleri bir takım hareketler veya davranışlar içine girebilirler. Bu konuda da gereken hazırlığın yapılması elzemdir. 

Şu anda farkına varmıyor olabiliriz ama dünya yepyeni bir dalganın etkisinde ve önceden olmaz diye baktığımız birçok şeyin hayata geçtiğini göreceğiz.

Ancak dünyada nasıl bir sınıflandırma olacak, insanların ne kadarlık bir kısmı dikkate alınacak ya da yaşam hakları korunacak, bu maliyet ile robotların dahil olduğu yeni sistemin maliyeti arasındaki fark insanların aleyhine olursa nasıl bir karar alınacak bilemiyorum.

Acaba belirli bir alım gücüne ulaşan ülkeler ya da toplumlar dışında kalanlar için nasıl bir yaşam biçimi öngörülecektir?

Söz konusu ülkeler ve toplumlar tecrit edilmiş ve silahlı güçler tarafından muhafaza altına alınmış topraklarda ve gettolarda mı yaşayacaklar?

Yeni toplama kampları mı oluşacak ya da gaz odaları benzeri şeyler?

Bütün bunların dünyayı bitmeyen bir terör ve savaş ortamına sürükleyeceğini ifade etmek istiyorum. O zaman bir planlama grubu teşkil etmeliyiz.

Bu krizden çıkışımızı ve istediğimiz sonucu nasıl gerçekleştirebileceğimizi planlamalı ve organize olmalıyız.

Dünya şimdiye kadar nükleer silahlar dışında kimyasal silahların da kontrolünü sağladı.

Kimyasal silahlar konusunda zaman zaman bazı kullanımlar önlenemese de bu konularda başarılı olundu.

Ancak söz konusu virüs karşısındaki çaresizliğimiz ve şaşkınlığımız bazı örgütleri ve devletleri cesaretlendirebilir.

Bu konudaki mücadele önem kazanmaktadır. Biyolojik silahlar terör örgütleri ve bazı devletler tarafından kullanıldığı gibi bazı ülkelerin ve/veya ırkların nüfusunu kontrol etmek amacıyla da kullanılabilir.

Yeni dünya düzeni bütün bunlara ne cevap verecek, adil bir yaşam, eşitlik getirecek mi yoksa daha büyük bir sömürüyle mi karşılaşacağız?  

Yazımı bitirirken tekrar dünyaya ve devletlere soralım.

Topyekun bir savaş yürütüyor muyuz? Bütün varlıklarımızla seferberlik halinde miyiz?

Yoksa bazıları daha büyük bir yükü mü omuzluyor? Bazı insanlar ve bazı ülkeler gözden çıkarıldı mı?

İnsansız bölgeler mi oluşturulmak isteniyor?

Maliyeti artıran dayanıksız ve hasta insanlara yönelik bir senaryonun uygulanması aşamasında mıyız?

Bu ve buna benzer soruların cevaplarını araştırmak ve bulmak durumundayız.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU