Uğur Yücel: Dipsiz Göl, keşke gerçek değil de film olsaydı

Uzun bir zaman sonra ilk kez Independent Türkçe’ye konuşan Uğur Yücel, ‘Azınlıkta Kaldık’ı, müziği, denizi, sinemayı, İstanbul’u anlattı. Yücel, define ararken boşaltılan Dipsiz Göl için ise ‘Keşke gerçek değil de film olsaydı’ dedi

Uğur Yücel'in “Azınlıkta Kaldık” stand-up gösterisinden bir kare / Fotoğraf: Independent Türkçe

Muhsin Bey, Arabesk, Eşkiya, Yazı Tura ve İkinci Bahar...

Rol aldığı ve yönettiği unutulmaz filmlerle sinemamıza adını kazıyan bir usta.

Uğur Yücel, yer aldığı her filmde kendine has bir dünya yaratan, dokunduğu her şeyi güzelleştiren özel bir aktör, yazar ve yönetmen. 

"Azınlıkta Kaldık" stand-up gösterisinin 30'uncu yılı nedeniyle yeniden sahnelere dönen usta oyuncu Uğur Yücel'le dünyanın ahvalini, İstanbul'un değişimini ve muhaliflik meselelerini Independent Türkçe için konuştuk.

Uzun zaman sonra ilk kez röportaj veren Uğur Yücel ile bitmesini istemediğimiz samimi bir sohbete koyulduk.


-Bu aralar nasıl hissediyorsunuz? Ekonomik kriz, intiharlar, yalnızlık, iklim değişikliği, iletişim çılgınlığı… Bir sanatçı olarak bu ‘delilik çağı’ size nasıl sirayet ediyor?

Gezegen yok oluyor. Bu çağı nasıl izah edebilirim bilemiyorum. Çin bedduası var; “İlginç zamanlarda yaşayasın!” Benim aklım yetmiyor anlamaya. 

Çağa tanıklık eden çaresizlerden biriyim. Ama tüm insanlığın doğaya ve hayata nasıl baktığını anlatması açısından Dipsiz Göl örneğine bakalım. 

Bugünün insanının hayata bakışını bu kadar güzel anlatan bir olay görmedim. Keşke gerçek değil de film olsaydı. 

Bana biri gelip de “Abi bir hikayem var; olağanüstü güzellikte bir dağın üzerinde şahane bir gölü hazine bulmak için boşaltıyorlar. Bulamıyorlar, sonra toprakla örtüyorlar. Kimi dağ köylüleri gölün toprakla kapatılmasını büyük mutlulukla karşılıyor” dese, “Tamam anlatma, git çek filmi” derdim. - Adı da “Deliler Boşandı” olsun. 

Tüm dünya koptu gidiyor felakete, ne diyeyim…

 

- Yıldırım Türker bir yazısında şöyle diyordu: 

Dünyam hızla daralıyor. (…) Beni sevindiren, heyecanlandıran, hevese bulaştıran şeyler azalıyor gün günden. (…) Son bir yıldır hızla yaşlandığımı hissediyorum. Yaşlılığın nasıl bir şey olduğunu anlar oldum. Kendini bırakıverdiğinde yaşlanıyorsun.

Yaşlanmak meselesine dair ne dersiniz? Sizi de ‘hevese bulaştıran’ şeyler azaldı mı?

Yıllar sonra sahneye bu nedenle çıktım belki de. Kendimi bırakmıştım. Eski laflarımla geri döndüm. Bildiğim yoldan döneyim diye. 

Dört ayda hayatım değişti. Bedenim, yürüyüşüm bakışım değişti. Herkes benden görkemli bir şey bekledi sahnede. 

Birkaç arkadaşıma “gelmeyin gösteriye şimdi” dedim, geldiler. Hiç zamanı değil. Durun bir yekinip ayakta durayım önce. 

Yıllardır heyecansızım. Niyetsizdim. Kurumuştum. Şimdi sokağa çıktım. Yokuş tırmanıyorum, merdivenlerden koşarak iniyorum. 
 

azınlıkta_kaldık_standup.JPG
Fotoğraf: Independent Türkçe


“Azınlıkta Kaldık” stand-up gösterinizin 30'uncu yılı nedeniyle sahneye döndünüz. Yeniden sahnede olmak nasıl bir his? Seyirciyle kurduğunuz bağ değişti mi?

Çok taşkın bir seyirci varmış hakikaten. Sahneye çıkmak çok iyi geldi. Yıllardır bir tımarhanedeymişim sanki. Tedavi de olmuşum. 

Evet, eski telaşlarım kalmamış. Her geçen gün daha iyi hissediyorum. 

Köhnemiş, akordu bozulmuş terk edilmiş eski bir piyano gibiydim ilk oyunlarda. Akort çekildi, parmaklarım açıldı. Yakında güzel sesler çıkar…  

Ancak tiyatrolarda sabit gezinen bir kitle var ki heyecan verici. Sahne iştahım yok sanıyordum. Varmış.

 

- Müzik sizin hayatınızda çok özel bir yere sahip. Müzikle kurduğunuz ilişkiyi nasıl tarif edersiniz?

Müzisyen arkadaşlarım beni meslektaş olarak görürler ki öyledir. İlk yevmiyemi düğün salonundan aldım. Bateristtim. 

Hayata müzisyen olarak başladım. Konservatuvar’da tiyatro bölümüne girdim. Müzikle kol kola yürüdüm. Bütün boş zamanlarımda müzik çalışılan odalardaydım okulda. 

Kent Orkestrası’nın provalarını izlerdim. Şimdi de tesellim boş odalarda müzik dinlemek. Sabahlara kadar Arvo Part dinleyecek kadar koyulaştı ruhum bir dönem. 

Ama galiba en iç açıcı gelen Bossa Nova ve Samba. Orayla bilemediğim bir ahenk yaşıyorum. Bu nedenle belki de en çok Portekizce bilmek isterdim. 

Yabancı dilde iki şarkıyı baştan sona biliyorum biri “Epitaph”, diğeri “Carocao Vagabundo”. Kendi kendime söylüyorum kimse duymadan. 

 

- Teknede ve denizde geçen bir hayatınız var. Denizde olmak nasıl bir duygu?

Hayat gibi. Bazen korku, bazen tarifsiz huzur. Ama orada kalamıyorsunuz, bırakmıyor sizi hayat. 

Bu hayatın içindeysen, ruhen nereye gidersen git kendi kara bulutunu taşırsın. Denizde yüzünü güldüren olaylar var. Rüzgar, sessizlik, ana rahminin sallantısı, atlayıp zıplayan yunusların gülüşü. 

Üç ay önce bir baktık Yunus balığı kimi haydut balıkçıların şamandıra ipine dolanmış çırpınıyor. Bebeği kurtarıp sulara bıraktık. Çocuk gibi sevindik. Gözümüz doldu giderken.  

Her gün bambaşka ışıkla doğan batan güneş. Yüzüne değen yıldızlar. Belki klasik müziğe korku veren mehtap. 

Hiç beklemediğin oluyor denizde. Biraz önce deli fırtınadan kaçıp bir limana demirliyorsun. Muazzam bir sükûnet.  E biraz önce ne yaşattın bana? Şimdi ne bu suskunluk? “Sesini çıkartma, otur rakını koy” diyor. O zaman o hükmediyor. 

Ama işte hayat böyle değil mi? Bazen de gece fırtınayı atlatıp gün doğarken koca dalgaların üstünde 'ne haber yendim seni' diyorsun. Dramatik çatışma. 

Aşk da böyle dalgalı. Kimi günler solo takılıyorum. Gidip en ıssız koyu buluyorum. Nerede olduğumu unutuyorum. Hiçbir belirti yok bir yere ait olduğuna dair. 

Görkemli bir hiçlik. Sonra sabaha ince bir yelken açıp rüzgarın götürdüğü yere gitmek…


“Ali Atay ne istediğini ve nasıl yapacağını iyi biliyor”
 

cinayet_süsü.jpg
"Cinayet Süsü" filminden bir kare


- En son Ali Atay’ın yönettiği "Cinayet Süsü" filminde izledik sizi. Sinema filmlerinde çok seçicisiniz. Bu filme dahil olmanızın nedeni neydi? 

Hiç. Boşluğuma geldi. Baktım güzel eğlenilmiş yazılırken. Bazı yerlerde anırırken yakaladım kendimi. Tamam dedim. 

Oynamak arzusu ve kaygısı da taşımıyorum. Gideyim takılayım dedim. O kadar. Çok eğlendim. Geriye güzel günler kaldı. Önemli olan bu.

 

- Ali Atay tiyatro ve sinemada çok sevilen, iyi bir oyuncu. Peki, yönetmenliğine dair ne dersiniz?

Ali iyi oyuncu olduğu için kimseye zararı dokunmuyor, faydası dokunuyor. Tam da istenilen yönetmen vasfına sahip. Ne istediğini ve nasıl yapacağını biliyor. Kaliteli mizah üretmek için galiba gündelik hayat paçozluğunun üstüne sinmemiş olması lazım. 

 

- Filmin castı da çok iyi. Cengiz Bozkurt, Mehmet Özgür, Feyyaz Yiğit, Binnur Kaya ve Mert Denizmen… Onlarla aynı sette çalışmak nasıldı?

Ya ne diyeyim, hakikaten benim için güzel günlerdi. Hepsiyle tekrar çalışmak isterim. Deseler ki “Abi köfteci açıyoruz, gelsene!” Gider çalışırım. Çok iyi piyaz yaparım. Yine faydam dokunur. 
 


“Çığlık benim için bu şehir, cehennemi Gotham”

-Mahalle kültürünün hakim olduğu Kuzguncuk’ta büyüdünüz. Bugünün İstanbul'u hızla değişiyor, tükeniyor. Ne hissediyorsunuz bu değişime dair?

Derin bir keder içindeyim desem ince kaçar. Bugünün İstanbul’una saydırsam ayıp kaçar. Tükenmez kalemim sanıyordum, tükendim.

Ben İstanbul’u terk ettim. Eşyalarım depoda yıllardır. Burada yaşamak azap. Ancak gösteriler yoğun olarak İstanbul ve uçak bağlantılı.

O nedenle bir yer tutacağız mecburen. Kulaklarımda tıkaç, gözlerimde maskeyle yaşıyorum sanki. Görmek duymak istemiyorum. Çığlık benim için bu şehir. Cehennemi Gotham.

 

-Sosyal medya ve YouTube çağında yaşıyoruz. Paralel bir evrenimiz var artık. Bu 'hız çağı'na dair ne hissediyorsunuz?

Ben ülkede ilk bilgisayar kullananlardanım. Meraklı olduğumdan. Lambalı radyodan bugünün dinamiğine gelmek eğlenceli benim için. Sosyal medyaya da ilk girenlerdenim. Twitter. Çok çabuk tüydüm.

İnstagram açtım. 2 ayda onu da kapattım. Hani ortama giremedim diyeyim. Hiçbir resmi hesabım yok. Fake’den izliyorum hayatı. 

Hain ve düzeysiz bir dünya derken çok önemli bir yanı var. Birden ve büyük bir hızla bir mesele paylaşılıyor. Toplu bir tavırla örneğin bir adaletsizliğin peşine düşülüyor. Ya da bir cani ihbar ediliyor. Ortak bir etik oluşuyor. 
 

uğur_yücel_muhsin_bey.jpg
Başrollerini Şener Şen ve Uğur Yücel'in paylaştığı 1996 yapımı “Eşkıya” filminden bir kare


-“Muhsin Bey”, “Eşkıya”, “Arabesk” gibi sinemamızda mihenk taşı olmuş filmlerde rol aldınız. O güzel günleri nasıl anıyorsunuz?

Geçmişe güler yüzle bakmak lazım. Hepsi çok güzel günlerdi. Ama hızla geçip gidiyoruz ve milyonlarca insan size minnet, saygı duyuyor, önünüzde eğiliyor.

Ben de tek dizimi çöküyorum oyun fina-linde alkışlara. Ne kadar olmasa da olmuş gibi görüyorlar. Çılgın gibi alkışlıyorlar. Ben de onları alkışlıyorum. Sahneden inerken gözüm doluyor. Budur her şey… 

Bakma aslında yalnızlıktır alkışlar. Geçmişine hürmeti karşılamak da buruktur. Kimseye söylemezsin. Kuliste lambalara bakıp kalırsın bir başına. 

Bir otel odasında sıcak bir kadınla radyo dinlersin. Of son cümle hikaye başlatır, biter mi bilemem. 
 

uğur_yücel_eşkiya.jpg
Şener Şen ile Uğur Yücel, “Eşkıya”, 1996 


-“Muhsin Bey” filminde unutulmaz Ali Nazik karakterine hayat verdiniz. Ali Nazik, nerede, ne yapıyordur şimdi?

Ali Nazik şimdi Urfa’da bir kebapçıda garsonluk yapıyor ve sosyal medyaya türkü ‘insta’lıyor olurdu. Uyanık ya YouTube kanalı da olurdu. ‘Bilmediler Kıymetimi’ye abone ol.


“Demirel ve Özal bana şaka yaptı”

- Türkiye’de son yıllarda kültür sanat alanı politik olarak çok kutuplaştı. Saraya yakın ve saraydan uzak sanatçılar konuşuluyor. Muhaliflik ve özgürlük meselesine dair ne dersiniz?

Ben çocuk yaşımdan beri siyasi hiciv yapıyorum. Hiçbir siyasetçiyle yakın olmadım. Olmayacağım da.  

İsmet İnönü’den bugüne onlarca lider gördüm. Hakarete varmadan hepsine şaka yaptım. Gülümseyerek karşıladılar. 

Hatta Demirel ve Özal bana şaka yaptı. Onlar beni aradılar. Gösterilere geldiler. 

Hiçbiriyle siyaseten yakınlığım da olmadı, nezaketen. Sahnede anlatıyorum. Gelmek istersen 4 kişilik davetiye bırakırım gişeye. 


“Joker’den sonra çamaşır makinesinden çıkmış gibiydim”

- Son zamanlarda neler izlediniz? Hangi filmler heyecanlandırdı sizi?

Geçen hafta Joker’i yakaladım. Bir filmden çıkarken ne halde olduğumla ilişkili cevap veririm soranlara. Çamaşır makinesinden çıkmış gibiydim. Her yere savruldum, taklalar attım ve sırılsıklam çıktım. 

Yağmur olsa saatlerce yürürdüm. Joaquin Phoenix niye De Niro’yla okuma provalarına girmemiş anladım. 

Bob Abi de Taxi Driver’da kimseyle bırak provayı, yatağa girmemiştir, konuşmamıştır. Joker’in kafasını açardı provalar. Oyuncu kaybolmuşsa onu hayata döndürmeye çalışmamalı. 

 

- Televizyon ve sinemaya alternatif olarak dijital platformalar gittikçe güçleniyor. Dijitalin sinemayı öldüreceği yönünde tartışmalar da var. Bir taraftan da Martin Scorsese, Fincher, Spielberg gibi önemli yönetmenler bu platformlara filmler yapıyor. Siz ne dersiniz?

Hepsinin mecrasını s**eyim. Bu zamanın kaygısını yaşayan biri değilim. Gelecekle ilgili de hiçbir tasarrufum yok. 

“Dijitalin sinemayı öldürüşü” diye bir film yazsak ya! Komik olur. Ya da Marty’nin Marvel’i…

Tarantino, Rodriguez, Josh Whedon işbirliği kült Scorsese filmlerini Marvel formuna dönüştürseler.  

Platformların izleyicisiyim. Saf bir sinema seyircisi olarak izliyorum ve teorilerine, sinema kulüplerine üye değilim. 

Seyircilik, uyumadan önce güzel bir masal dinlemektir. Ya da hayattan kaçıp koşarak sinema salonuna sığınmak. 

O nedenle bazı salonlar mabettir. Diz çöküp dua edersin. Kutsal sessizlik vardır. Mısır da içinizde patlasın e’mi?
 

Uğur_Yücel_nefes_nefese.jpg
Yönetmen koltuğunda ve başrolünde usta oyuncu Uğur Yücel’in yer aldığı "Nefes Nefese"den bir kare


- Teklif gelmesi durumunda dijital için film çeker misiniz? 

Tabii ki. Ama platformlar da kendilerini öyle bir sunuyorlar ki için parçalanıyor. Sanki doksanlı yılların sanat sineması. 

Lan siz koca sermayelersiniz, bizden niye kıyak bekliyorsunuz. “Ama bütçemiz yok”. Yani Türklere ‘no budget!’ Size bütçe yok. 

Eee ben niye sana çalışayım düşük sermayezade? Gel canım kucaklayıp başını okşayayım.

 

“Yazı Tura”, “Hayatımın Kadını”, “Soğuk” gibi önemli filmlere imza attınız. Yeni film var mı?

Bazı nedenlerle önemsenecek yanları olan filmler, sahibi olan sinemacıyı cebimde taşımıyorum. 

Yeni işler? Var mı diyeyim? Masaüstünde dosyalar var. Evet, evvelki yıl Midilli’de rebetikocu arkadaşlarla köy köy dolaşırken bir hikayeye dolandım. 

Adada geçiyor hikaye. Eski bir rebetiko gazelcinin intiharı. Yaşlı gazelhan Solon var adada. Ondan ilham aldım. 

Baktım önce çekerken çok eğleneceğimi zannettim, sonra senaryoyu çok trajik buldum ve dedim ki 'altmışını geçtin ulan, buna yazmak bir sene, çekmek bitirmek bir sene, bir sene de dolaşımı söyleşisi dedikodusu var. Deli misin?' Vazgeçtim. 

Ha bunu biri yazıp getirse, parayı koysa, "gel, çek" dese çok eğlenirim, ama 45 gün. 

 

- 2013 yılında “Yağmur Kesiği” isimli bir hikaye kitabınız çıktı. Çok güzel hikayeler okuduk kitabınızda. Edebiyatla ilişkinizi konuşsak… Yazmaya devam ediyor musunuz?

O öyküleri hakikaten birkaç edebiyatçı arkadaşımın -zoruyla demeyeyim-, “yahu şunları bir yayınla” demesiyle çıkarttık ortaya. Sonra ne hikmetse kaçacak delik aradım. İmza günleri de istemedim, yapmadım. 

O kitapta bence bir okuyucu olarak yazarı yönlendirmek isteyeceğim öyküler ya da yazmaya devam et diyebileceğim işler vardı, ama bunu kendime söyleyemiyorum dediğim gibi hiçbir şey yapmak içimden gelmiyor. 

Keşke büyük edebiyatçılar gibi minicik odalarda büyük yalnızlığımı kağıtlara kusabilseydim. Takatim yok. En önemlisi nedenim yok. Fakat bu imza günleri güzel işmiş ve aslında yazarlıkta para varmış. 

Hemen yarın yazıyorum ve altı ay sonra imza günü, kabul günü hepsine katılacağım. Uzun zamandır eğlenmeyi unutmuşum meğer. 

Yalan söylemeyeyim, bir şeyler yazıyorum birine. Bilmediğim birine mektup gibi. Ama o yok ve hiç karşıma çıkmayacak. Evet, dünya yuvarlak değil Galileo.
 

1.jpeg
Fotoğraf: Independent Türkçe


- Yıllardır büyük bir tutkuyla, sinema aşkıyla Türkiye'nin birçok şehrine film götüren Gezici Festival 25. yılını kutluyor bu sene. Siz de festivalin dostlarından birisiniz. Başak Emre ve Ahmet Boyacıoğlu'na dair ne dersiniz? Festivale dair unutamadığınız bir anınız var mı?

Ben sinema havasına Ankara’da girerim. Onları görünce film çekesim gelir. Her ikisini de çok severim. Birçok kez Gezici Festival’e katıldım. 

Kars’taki günler bambaşkaydı. Altın Kaz Film Festivali’ni yönetiyorlardı Başak ve Ahmet. Cem Yılmaz ve Zeki Demirkubuz bir salonda seyirciyle söyleşideler. 

Biz de arkadaşlarla öğlen yemeğindeyiz. “Nerede Cem'ler” diye sorduk. İşte falanca salonda. Haydi gidip baskın yapalım dedik. 
 

2.jpeg

Fotoğraf: Independent Türkçe


Şener Şen, Kenan İmirzalıoğlu, Olgun Şimşek, ben, tam söyleşinin ortasında kulisten sahneye daldık, 'Ne oluyor lan burada' diye. Sarıldık, öpüştük, gülüştük ayrıldık. 

Karslı bir sinemasever olarak salonda olsaydın çok güzel bir anı olurdu. Naif Alibeyoğlu’ndan sonraki belediye başkanının ilk icraatı o festivali kaldırmak oldu.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU