Sürgün köpekler ve idamlık maymunlardan nafakaya bağlanmış merkeplere; hayvan hakları maceramız

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Yedikıta Dergisi

1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesiyle Türk modernleşmesi ivme kazandı. Devlet kurumlarındaki değişim ve Batılılaşmanın özel alana da sirayet etmesi gazetelerin ortaya çıkmasını sağladı.

Gazetecilik faaliyetlerinin Osmanlı dönemindeki kurucusu ismi olan Şinasi, Tasvir-i Efkâr gazetesinde yazdığı bir yazıda Türk çağdaşlaşmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak köpekleri işaret ederek şunları yazdı:

İktiza eder ki tanzifi maddesi dahi suret-yâb-ı devam olsun. Buna en ziyade mâni ise köpeklerin vücududur ki azalması memnuniyetle temennî olundukça, çoğalması kerahetle görülmektedir.

[…] El-hâsıl bize göre bedihîdir ki şehrimizin haricen lâyık olduğu mertebe beka-yı tanzifi, köpeklerin ib’âdına vâbestedir.


Türk aydınlanmasının önemli isimlerinden biri kabul edilen Abdullah Cevdet’in yazdıkları ise Şinasi’nin yazdıklarından daha dehşete düşürücüydü:

Her adımda bir çukura, her üç adımda yolun ortasına serilmiş murdar, muhtazır bir köpeğe rast gelinen, her sokak başında bir ciğerci sırığı başa çarpılan, bütün bir mahalle köpeklerinin hep bir ağızdan havlamalarıyla yahut ulumalarıyla birkaç defa uykudan sıçrayarak uyanmaksızın hiçbir gece fâsılasız âsûde bir uyku uyumak mümkün olmayan bir memleketin sâkinleri kendilerini mütemeddin milletlerin huzûr-ı uhuvvetine nasıl ve ne yüzle çıkarabilir?


Köpekleri, Türk modernleşmesinin önünde bir engel olarak görmek fikri tartışmalı bir konuysa da, şehirlerde meydana gelen değişimden ilk etkilenenlerin hayvanlar olduğu bir realite olarak ortada duruyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Günümüzde meydana gelen hayvan istismarları, itlafı ve sürgünlerin benzerleri geçmiş dönemlerde daha acı tecrübelerle karşımıza çıkıyor.

TBMM, hayvan haklarını belirli bir yasa ile koruma altına almak için çalışıyorsa da geçmişten günümüze hayvanlara en büyük zararlar yasal düzenlemeler sonrası ortay çıkan kanunlar ya da kanundaki açıkların istismar edilmesiyle verilmişti.

1910 Hayırsız Ada Katliamı’na doğru

Avrupalı gezginler İstanbul ile ilgili hatıratlarını kaleme aldıklarında değindikleri konuların başında Osmanlı halkının köpekler ve kedilerle olan münasebeti gelmektedir.

Buna göre köpekler bilhassa İstanbul sokaklarının doğal sakini olarak hür yaşayan canlılardı. 
 

9.jpg
Fotoğraf: Fikriyat Dergisi


Gezginler, Osmanlıların bu hayvanlardan neredeyse hiç rahatsız olmamasını ve hayatlarının doğal bir parçası olarak görmelerini hayretle karşılamışlardı.

Gayrimüslim mahallelerinde daha az köpek bulunmasına karşın her Müslüman mahallesinin bir köpek sürüsü mevcuttu.

Türkler bu hayvanları eve almıyor; ama sokakları özellikle geceleri onlara emanet ediyordu.

Bu sayede onları yangınların hızlı habercisi ve hırsızlara karşı ihtiyatlı bir bekçi olarak kullanıyordu.

Müslümanlar evlerine misafir ve onur üyesi olarak daha çok kedileri kabul ediyordu; ama önemli misyonlar yüklediği köpeklere büyük bir saygı duyuyordu.
 

7.jpg
Fotoğraf: Haytap


İstanbul’u ziyaret eden bir gezgin olan Thévenot durumu şöyle yazacaktı:

Türkler evlerinde hiç köpek barındırmazlar, onları sokaklara salarlar.

Köpekler de çeşitli semtlerde ikamet ederler, kendi mahallerine o kadar aşinadırlar ki onun dışına hiçbir zaman çıkmazlar.

Ve eğer kendi sokaklarından bir diğerine gidecek olsalar, gittikleri sokağın köpekleri onları istilâcı addedip öldürür.

Çünkü bütün sokaklarda çok sayıda köpek vardır ki yabancı köpeklerin kendi bölgelerine girmesine asla izin vermeyeceklerdir.

Memalik-i Osmaniye’de ise köpeklere resmi bakış ve onlara dair tanımlama şu şekilde yapılmıştı:

Bunlar, ekmek yedikleri kapıyı bilirler, o kapılardan sabahlara kadar ayrılmazlar.

Beşi onu bir yere gelerek zukakları beklerler. Ahâli-i mahalle uyur iken onlar bekçilik ederler.

Yabancı gördüğü eşhası bî-huzûr eder. Bir zukağın hey’et-i mecmua-ı kilâbı sair zukak köpekleriyle birleşmez.

Bir mahallede bulunanlar miyanele rinde dostluk tutarlar, birbirlerine muavenet ederler.

Lâkin hududlarını tecâvüz etmek isteyen sair mahalle köpekleriyle mudarebeye girişürler.

Mahallenin bekçileri olan bu köpekler, mahalle halkının kapı önlerine dökülen sofra kırıntıları ve sair ecsam-ı uzviye-i müteaffineyi tathir ederek kısmen belediye vezaifine muavenet etmiş olur.


Köpeğe olan saygı yerini tiksintiye bırakıyor

Sultan Abdülhamid’in hayvanlara karşı özel bir ilgisi vardı. Bilhassa köpeklere karşı içinde büyük bir sevgi ve merhamet barındırıyordu.

Polis teşkilatına katılmak üzere yurt dışından köpek istediği gibi dünyanın birçok noktasından kendisine farklı hayvan türleri hediye olarak gönderiliyordu.

Bu hayvanların içinde köpek, aslan, deve ve zebra gibi hayvanlar bulunuyordu. 
 

Yıldız Sarayı hayvanları.jpg
Sultan Abdülhamid'in döneminde Yıldız Sarayı'nın bahçesine dünyanın farklı yerlerinden getirilen hayvanlar ile minik bir hayvanat bahçesi oluşturulmuştu / Fotoğraflar: Twitter


Sultan Abdülhamid zekalarına hayran olduğu köpeklerle özellikle alakadar oluyordu ve bunun için sokak köpeklerinin rehabilitasyonu amacıyla geliştirilen projelerle yakından ilgileniyordu.

Hatta sokak köpeklerinin toplatılması gereken durumlarda daha insancıl muamele gösterilmesi amacıyla bir Fransız şirketi ile görüşülmüştü.

Sultan Abdülhamid toplatılma şeklini beğendiği bu şirketle görüşmelerin sürdürülmesi emrini vermişti.

İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile beraber Sultan Abdülhamid ülke idaresindeki gücünü büyük oranda kaybetmişti. Sultan henüz tahtta olmasına rağmen ülkede güç hegemonyası el değiştirmişti.

İttihat ve Terakki hareketi ülke idaresinde Sultan Abdülhamid’in uygulamalarını çok sert bir biçimde eleştirirken, İstanbul’daki serseri köpeklerin bu denli rahat hareket etmesi ve vatandaşları rahatsız etmesinin en büyük müsebbibi olarak da Sultan Abdülhamid’i işaret ediyordu.

İstanbul Şehremini Suphi Bey (Belediye Başkanı), köpeklerin toplatılarak bugün Sivri Ada olarak bilinen ama halk arasında Hayırsız Ada ismi verilmiş bölgeye gönderilmesini emretti.
 

1.jpg
Fotoğraf: Haytap


Bu uygulama daha önce Sultan İkinci Mahmut döneminde de uygulanmış; fakat İstanbul halkı köpeklerin feryadına dayanamayarak sarayın kapısına dayanmıştı.

Bu zulmün büyük bir felaket getireceğine inanan halk Sultan Mahmut’tan izin alarak adada sağ kalan köpekleri kurtarmaya koşmuştu.

Beklenen felaket çok kısa bir süre sonra gelmiş önce Kavalalı Mehmet Ali Paşa sonra da Çarlık Rusya, Osmanlı Devleti’ne bir daha düzeltemeyeceği zararlar vermişti.
 

2.jpg
Fotoğraf: Haytap


1910 yılında ise Sivri Ada’ya gönderilen köpeklerden hiçbiri bir daha geri dönmedi bu barbarca gerçekleşen sürgünden sonra, evvela Balkan Savaşları sonrasında da Cihan Harbi’nde yaşanan felaketleri Sivri Ada’daki lanete bağlayan halk, adaya Hayırsız Ada ismini vermişti.

Hayırsız Ada’nın ne modernite ne de İslamiyetle açıklanabilecek bir tarafı yoktu.
 

4.jpg
Fotoğraf: Haytap


Kuran-ı Kerim’de hayvanlar için şu ifadeler kullanılır:

Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın.

(Enam Suresi 6/38)


Yine İslam peygamberi Hazreti Muhammed’ten nakledilen bir hadis şöyledir:

Bir hayat kadını, kuyunun yanı başında susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe rastgelir.

Ayakkabısını çıkarır, başörtüsünün ucuna bağlayarak kuyuya sarkıtır ve köpek için kuyudan su çeker.

Allah bu nedenle kadının günahlarını affeder.

-Müslim, Tövbe 155, (2245)-

Osmanlı’da sahipsiz merkebe nafaka bağlanırdı

Osmanlı’da hayvanlar meziyetlerine göre çeşitli muameleler görürdü.

Güvenlikten sorumlu olan köpekler hürriyetle mükafatlandırılır ve artık yemekler verilirdi.

Ticari değeri olan at, deve, inek, koyun gibi hayvanlar yasalarla korunurdu.

Sevimli görülen kedi, maymun gibi hayvanlara ise evin kapıları sonuna kadar açılırdı.

Bunların içinde en ilginç kanunlardan birisi ise, sahibini kaybetmiş merkeplerin yasalarla koruma altına alınıp bakımının üstlenilmesiydi.

Eğer ki eşeğin sahibi üç ay boyunca ortaya çıkmazsa merkep devlet hazinesine devredilirdi.

Fakat o süre zarfında eşeğe nafaka bağlanırdı ve hiçbir iş yaptırılmazdı:

Sebeb-i tahrir-i sicil oldur ki

Satılmış nam katırcının karye-i Pendik’te olan merkebi için yevmi bir buçuk akça nafaka takdir olunup karye-i mezbure amili talebiyle sicill olundu şuhudülhal: mezkurun

(Üsküdar Mahkemesi, 9, Hüküm: 463, s. 211) 


Nafaka kadı’nın izni ve denetiminde yapılıyordu:

Vech-i tezkiretü’l-huruf budur ki

Bükücülerden sabıkan Nerdübanluda eminde evsat ve boz merkebi emanet koyup gittikten müddet-i medid geçip gelmediği ecilden izn-i kadı ile yevmi nafakası için birer akçe takdir olundu hıfzı içün muayyenden maada sebt-i sicil olundu fi 19 Zilkade sene selasin ve tisamie şuhudü’l-hal: Seydi Dede b. İskender, Durmuş b. Ahmed, Hüseyin b. Hayrullah

(Üsküdar Mahkemesi 5, Hüküm: 686)


Evin sevimli hayvanı maymunları neden idam ettik?

Yavuz Sultan Selim döneminden başlayarak Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da stratejik bölgeleri ele geçirmesi yalnızca askeri ve siyasi kazanımlar sağlamadı.

Aynı zamanda bölgeden çeşitli yiyecekler, Afrika kahveleri ve maymunlar İstanbul sokaklarını kısa sürede doldurup taşırdı.

Bunların arasında özellikle küçük ve sevimli maymun türleri İstanbul halkının büyük ilgisini topladı.

Kısa sürede at ve cariye pazarlarının yanına maymun pazarları da kurulmaya başlandı.

Artık İstanbul’da çoğu evde bir evcil maymunun bulunması İstanbul halkı arasında yaygın bir eğilime dönüşmüştü. 

Sonraları Kazaskerlik de yapacak olan Abdülkerim Efendi'nin, Müslüman erkeklerin, eşleri evlerde bulunan bu hayvanlarla cimâ’ yaptığı iddiası, İstanbul halkının bu hayvanlardan nefret etmesine sebep oldu.

Müslüman ahali büyük bir öfkeyle ele geçirdiği her maymunu ağaçlarda asarak idam etti. 
 

6.jpg
Görsel: hyetert.org


Halk sonraları bu katliamdan üzüntü duyup hayırsız bir iş olduğunu dile getirmişse de İstanbul sokaklarında minik maymun sesleri kesilmişti.


Hayvan hakları ve kanunlar

Toplumda yanlış bilinenin aksine hayvan hakları, hayvanlar ve insanlar arasında eşitliği savunmamaktadır.

Hayvan hakları insan karşısında diğer canlıların da birtakım haklara sahip olması gerektiğini savunur.

Türkiye’de hayvan hakları konusunda en bilinen yasa 5199 no'lu yerel yönetimler yasasıdır. 

Bu yasa belediye veterinerlerine hayvanları yerinden alma hakkı verse de tedavi veya ehlileştirme süreci bittikten sonra bu hayvanları tekrar bölgesine getirmesini ister.

Oysa belediyeler bir inşaat süreci ya da hayvan sayısının artması durumunda bu yasadan doğan hakkı kullanarak sokak hayvanlarını toplayıp çoğunlukla bir daha bölgelerine geri getirmiyor.
 

Diyarbakır Hayvan Barınağı.jpg
Fotoğraf: Independent Türkçe


Bu hayvanlar ya alışık olmadıkları bir bölgeye götürüp ölüme terk ediliyor ya da barınaklarda tecrit edilerek kaderine terk ediliyor.

Bilhassa inşaat süreçleri bu kıyımların en yoğun olduğu dönemlerdir.

Sözgelimi Sulukule’nin kentsel dönüşümü sürecinde yaşadığı bölgeden edilen sokak köpeklerinin hiçbiri bir daha doğal bölgesine geri dönememişti. 

Meclisin son dönemde yaşanan hayvan istismarlarına karşı harekete geçmesi sevindirici bir durumsa da -tekil olayların dışında- yaşanan kitlesel ve kanuni müdahaleler köpeksiz ve kedisiz ilçelerin meydana gelmesine neden olmuş durumda.

Bu canlılar şehrin mimarisi tasarlanırken dikkate alınmadığı gibi varlıkları ciddi bir rahatsızlık sebebi olarak görülmekte.
 

reuters.jpeg
Fotoğraf: Reuters​​​​​​​


Feridun Attar hayvanlarla olan ilişki hakkında şu hikayeyi nakleder:

Günlerden bir gün şeyhin biri Allah’tan bir misafir diler. İçinden der ki:

‘Ey Rabbü’l-Âlemîn, yarın sabah Sen’den bana bir misafir gelsin.’

Ertesi gün misafiri için hazırlık yapar. Etrafına bakınır durur, yoldan sefil bir köpeğin geldiğini fark eder.

Köpeği def eder, kalbi hâlâ beklediği misafirin heyecanıyla atmaktadır.

Bütün ümitlerine rağmen kimse gelmez. Sonunda tedirgin ev sahibi uykuya dalar. Allah ona rüyasında görünerek ‘Ey şaşkın kulum’ der;

‘Sana Kendim’den bir köpek gönderdim ki onu misafir edesin, ama sen onu başından savdın, aç ve kırgın bir halde yanından ayrıldı.’

Bunun üzeri ne adam şaşkın, telâşlı ve ağlayarak uyanır. Sağa sola koşturur, sonunda köpeği bir köşede bulur.

Yanına gider, gözyaşları içinde af dileyerek her şeyi açıklar.

‘Ey tarikat ehli’ der köpek;

‘Bir misafir diledin, ama önce Allah’tan ferâset dilemeliydin. Eğer sana Allah’tan bir misafir gelmesini istiyorsan, önce ferâset sahibi olmalısın.

Allah sana zerre kadar ferâset bahşederse, bu senin için yüz bin yıla bedel olacaktır.

Eğer ferâset sahibi değilsen Allah’tan bunu dile, çünkü o olmadan tarikat yolunda ilerleyemezsin.’

 

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU