Gezi davasında nasıl hedef alındığını ve hakkında ortaya atılan “tekelleşme” iddialarını anlatan Barım, kalp ve beyin rahatsızlıklarının kontrolünden çıktığını, ameliyat riskinin yüksek olduğunu ve cezaevinde uygun tıbbi müdahale imkânı olmadığı için hayatının tehlikede olduğunu söyledi. Ayrıca sosyal medya ve bazı yayın organlarında oluşan “tekelleşme/etkili menajer” algısının asılsız olduğunu savundu; tutuklanmasını ve uzun süredir devam eden izolasyonunu “bir kâbus” olarak tanımladı.
Ayşe Barım'ın T24'ten Cansu Çamlıbel'in sorularına verdiği yanıtlardan öne çıkanlar şöyle:
"Vücudumda patlamaya hazır iki bomba var"
Durumum son üç ay içerisinde gün geçtikçe kötüye gidiyor ne yazık ki. Tutuklanmamdan iki yıl önce ‘hipertrofik kardiyomiopati’ teşhisi konulmuştu ve aslında acilen ameliyat önerilmişti. Ben bazı kardiyologların görüşü doğrultusunda ameliyatı geciktirebilmek için ilaç ve sağlıklı yaşam koşulları ile hastalığı kontrol altına almaya çalışıyordum. Cezaevi sürecinde ne yazık ki kalp rahatsızlıklarım kontrolden çıktı. İlaçların dozajı arttırılsa da durum daha da kötüye gitti. Dört ay önce bayılmalarım başladı.
Dört ayda yedi kere bayıldım. Tıbbi adıyla bu durum ‘senkop’ olarak tanımlanıyor. Basitçe kalp kasımdaki bozulmaya bağlı olarak kanı pompalamaya çalıştığında kas daha da genişliyor ve kanın çıkış yerini daraltıyor. Bu ciddi darlıktan dolayı vücuda kan pompalanmıyor ve bayılma atakları gerçekleşiyor. Bu bahsettiğim yedi bayılmanın sonuncusunda yere düşerken kafamı çarpmışım ve revirde müşahede altına alındım.
Sağlık sorunlarım yalnızca kalp hastalığı ile sınırlı değil. Beynimde 10 yıl öncesinde oluşan anevrizmaya karşı takılmış iki stent var. Son hastane raporuna göre beynimde yeni bir anevrizma daha oluşmuş ve bu yeni anevrizma mevcut iki stente çok yakın bir noktadaymış. Yani kanarsa geri dönülmesi imkânsız. Tedavi riskli olduğu için de diğer stentleri uygulayan doktorumun tedaviyi gerçekleştirmesi gerekiyor. Hatta bu işlem yapılırken açık beyin ameliyatına bile dönülebilir. Çok tehlikeli olabilecek bu ameliyatları şu durumda olmama imkân yok. Çünkü sağlığım çok kötü durumda, nefes alamıyorum, uyku apnem zorluyor. Vücudum şu an çok güçsüz olduğu için bu iki ameliyata bu şartlarda dayanabileceğini düşünmüyorum. Ayrıca bu iki ameliyat sonrası nekahet dönemini cezaevi şartlarında geçirmem imkânsız.
Kaygı bozukluğu ve oluşan panik ataklar her iki hastalığı da tetikliyormuş. Yani vücudumda bir nevi iki ayrı patlamaya hazır bomba var. Dolayısıyla da iki açıdan da yüksek ölüm riskiyle karşı karşıyayım. Bu hastalıkların sonucu olarak gelen bayılmalarımı hissetmiyorum. Sanki bir anda kalbimde elektrik kesiliyor gibi oluyor. Bunu 7 kez yaşadığım için de “Ya uyanamazsam ya geri dönemezsem” gibi bir kaygı içinde yaşıyorum sürekli. Bu kaygı içinde olmamın temel nedeni ise burada bu hastalıklara müdahale şansı yok. Kampüs hastanesinde ne nörolog ne de kardiyolog var. En yakın tam teşekkülü devlet hastanesi 1,5 saat uzaklıkta. Yani kurtulmam imkânsız. Tabi bu korku ile yaşamaya çalışmak da korkunç. Tek isteğim sağlıklı yaşam hakkımın verilmesi.
"Tutuklandığım kanunun kapsamını dahi bilmiyordum"
Tutuklandığımda büyük bir şok yaşadım, halen de yaşıyorum, atlatabilmiş değilim. İlk göz altına alındığımda ne olduğunu anlayamadım. Beni bir sabaha karşı saat 05.00’te almaya geldiler beni ve gözaltına alınma gerekçesi olarak ‘TCK 312. maddeyi söylediler. Ben o anda bu kanunun kapsamını dahi bilmiyordum. Bana isnat edilen suçun içeriğini ancak nezaretteki ilk avukat görüşünde öğrenebildim. Yine de tam ne olduğunu bilmek istemedim bir süre. Ben tek başına var olmuş, kendi halinde bir kadınım. Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ‘cebren ve şiddet ile ortadan kaldırmaya’ çalıştığım hangi gerekçeyle, hangi kanıtla iddia edilebilir? Bunu aklım almıyor gerçekten.
Gezi’ye sadece bir kez, basın orada olduğu için o tarihte bizimle çalışan oyuncularımın yanında bulunmak üzere gitmiştim. 15 gün sonra diziler bitince de tatile çıkmıştım. Bunların hepsi kanıtlı. Ama bana isnat edilen suçların ne kanıtı var ne tanığı. Şirkettekiler dahil tüm bilgisayarlar ve hesap giriş çıkışları incelendi, hiçbir şey bulunamadı, bulunamaz. MASAK raporuyla da sabit, hiçbir suç unsuru tespit edilmedi.
Çünkü iddiaların hiçbirisiyle bir ilgim yok. Ben kendi halinde yaşayan, çalışan, üreten ve ülkesini seven bir kadınım. Dokuz aydır bir itibarsızlaştırma kampanyasının ve türlü iftiranın hedefinde büyük bir mağduriyet yaşıyorum. Ben hâlâ neyle suçlandığımı anlamakta dahi zorlanırken tutuklanmaya sevk edildiğimde kendimi adeta bir sis bulutunun içinde hissettim. Sesler, insanlar, kelepçe… Anlamakta o kadar zorlandım ki… Dört gün boyunca bir bodrum katında zar zor nefes alabildiğim nezaret sürecinden sonra, Çağlayan Adliyesi’nde eksi yedinci katta buz gibi bir yerde, saatler süren bekleyişte başıma gelebilecekleri düşünüp korku içinde olan bitenleri anlamaya çalışıyordum. Ne yapmıştım bilmiyordum, ama tutuklanmıştım. Sabaha karşı Silivri’deydim. Odamda bir yatak, plastik bir sandalye, masa, duvardaki yazılar ve ben baş başa kaldık. Aşina olduğum hiçbir şey yoktu. Hazırlıklı olunabilecek bir his değil bu. Meğerse evimden alındığım o sabah bir daha geri dönmeyecekmişim. 240 gündür bu kâbusun içerisindeyim.
"Ben ne yapmış olabilirim?"
Ben ne yapmış olabilirim? İnan hiç kimse anlamıyor. O dönemde birlikte çalıştığım insanlar da anlayamıyorlar. Hatta o dönemde ofiste olanlar tanıklık yapmak istemişti. Ama ben onlara “Aman dikkat edin, bir şeye karışmayın, açıklamalarınıza dikkat edin” demekten yorgun düşmüştüm. Hep şunu soruyorum kendime: “Ben ne yaşıyorum?” Hayatı boyunca hiçbir suç işlememiş, adli sicil kaydı olmayan bir yurttaş olarak yaşamış olan ben, nasıl cezaevinde buldum kendimi? İsyan etmek için sormuyorum inanın, anlamaya çalışıyorum. Neden?
Tabii ki düşündüm ve hâlâ her gün neden ve kim, diye düşünüyorum. Ve açıkçası böyle bir duruma sebep olacak ne yapmış olabilirim, bulamıyorum. Söylediğin yorumlar bana da ulaştı. Bunun üzerine şirketteki ilgili birimden, oyuncularımızın son yıllarda TRT’de ve Tabii platformunda kaç projede rol aldıklarına bakmalarını rica ettim. Son yıllarda 28 oyuncumuz, aşağı yukarı 25 adet TRT ve Tabii projesinde rol almış. Yani bahsettiğin gibi bir algı yaratıldıysa da bizim ortaya koymuş olduğumuz rakam bunun gerçek dışı bir iddia olduğunu açıkça kanıtlıyor. TRT'nin en başarılı projelerinden Masumlar Apartmanı'nın baş rollerinden üç oyuncu bizimle çalışıyor. TRT'nin yine çok başarılı bir projesi olan Payitaht’ın başrol oyuncusu yine birlikte çalıştığımız oyuncularımızdan biri. Tabii'nin lansman projesi olan Mevlâna’nın başrol oyuncusu da yine bizimle çalışıyor. Gördüğünüz gibi iddialar doğru değil. Ayrıca şunu da eklemek isterim ki menajer sadece bir aracıdır.
"Ben neymişim, ne etkiliymişim"
Menajerin görevi, oyuncu ile yapımcı arasındaki iş ilişkisini düzenlemek ve sözleşme altına almaktır. Yapımcı bir oyuncu ile çalışmak ister. Oyuncu senaryoyu beğenir ve karakteri severse oynar, beğenmezse oynamaz. Kimse onu zorlayamaz, bu bir kreatif iş birliğidir ve hatır, gönül, direktif ya da talimatla işlemez. Ayrıca bazen yapımcı oyuncuyu ister oyuncu işi ister ama role uygun olsa bile kanal oyuncuyu istemeyebilir. Kısacası bu sektörün esas patronu kanaldır, yapımcıdır. Seçimi onlar yapar. Asıl olan ise reyting başarısıdır, yani seyircinin takdiridir. Bu zincirde menajer en son halkadır. Dolayısıyla yaratılan ‘Ayşe Barım’ kimliği gerçekdışı, oluşturulmaya çalışılan menajerlik görev tanımı ise yanlıştır. Projelerin cast’ını zannedildiği gibi menajerler yapmaz.
Evet, bu da sebeplerden biri olarak gösteriliyor. Ben neymişim, ne etkiliymişim, demek istiyorum! Eğer öyleyse, o zaman ben bir sektör adına burada rehin tutuluyorum demektir. Öyleyse de gerçekten yazıklar olsun. Bir insanın hayatı ile böyle oynanabilir mi? Kim bunu yapıyor, planlıyor, gerçekleştiriyor? Benim tutukluluğumla ne elde edilecek? Tüm sektörün benim bir lafımla hareket edeceğini düşünebilmek de başlı başına bir hayal gücü. Benim böyle bir etkim olmadığı gibi, bu sektör de böylesine kolayca güdülebilecek bir grup değil. Herkesin kendi fikri, kendi muhakemesi ve kararı var. Tümünü yok sayıp, Türkiye’ye bunca döviz getiren koca bir sektörü bir kadının güdümündeymiş gibi algılatmak da çok büyük haksızlık. Bu iddia gerçekse, o zaman ben, herkesi etkileyeceğim varsayımıyla iftiralara uğratılmış, sosyal medyada linç ettirilmiş, bir gerekçe uydurularak özgürlük hakkı elinden alınmış, ani ölüm riskine rağmen bir hücrede tutulan bir kurban mıyım? Sağlığım ve hayatım bir grup insanı korkutabilmek adına mı elimden alındı? Gerekçeli itirazlarımız hâlâ kabul edilmediğine göre demek ki görevim de henüz bitmedi? Gerçekten çok üzücü… Buna inanmak istemiyorum ben adaletin varlığına güvenmek istiyorum.
"Osman Kavala'yla Gezi'den sonra tanıştım"
Osman Kavala ile Gezi’den önce ve sırasında tanışmıyordum. Gezi’den tam bir yıl sonra yönetmen Fatih Akın vasıtasıyla tanıştım. Kendisi de zaten hatırlattığın gibi sosyal medyasından bunu teyit etti. Fatih'in 2013'te çektiği The Cut filminin dünya lansmanı 2014 Venedik Film Festivali'nde yapılacaktı. Türkiye lansmanı ise aralık 2014'te İstanbul'da olacaktı. Duvara Karşı filminden beri Fatih'in Türkiye’de tüm filmlerinin tanıtım çalışmalarını yürüttüm. Fatih, The Cut filminin Türkiye tanıtımının Osman Kavala'nın sahibi olduğu bir mekânda yapılmasına karar vermişti. Bu nedenle Osman Kavala ile haziran 2014 ile aralık 2014 arası sadece film için görüştük. Bu da tüm HTS kayıtlarında var. Aralık 2014 tarihinden sonra da hiç görüşmedim. Bu da kayıtlarla sabit. Osman Kavala da ben tutuklandığımda bu gerçeği teyit etti.
İlk duruşmamdaki ifademde de net olarak belirttiğim gibi, Memet Ali Alabora o dönem Oyuncular Sendikası’nın başkanlığını yapıyordu. Ve attığı bir tweet yüzünden büyük bir saldırı altındaydı, tehdit ediliyordu. Sektörde bu konuyla ilgili açıklama yapmak isteyenler olduğunu hatırlıyorum. Oyunculara da bazı bildiriler ulaşıyordu. Bana da ulaşan söz konusu metni okuyunca demek ki açıklamanın imzalayanlara zarar vereceğini düşünmüşüm. Ben her konuda çok temkinli bir insanımdır; “Bunu yapmasanız keşke” diye fikrimi söylemişim. Fikrimi söylemek suç mu? Zaten daha sonra iddianamede başka insanların da açıklamayla ilgili konuşmaları yer alıyor. Okuyan herkes “Aman yapmayın” diyor. Sonra da o kişiler kendi aralarında yapmamaya karar veriyorlar. O dönemde konuşmalar kayıt altına alınmış, hiçbir suç unsuru olmadığı açık ve ben ne tanık ne şüpheli olarak geçmişteki dava süreçlerine yer almamışım. Neden şimdi bunu böyle yorumluyorlar? Bu değerlendirmelerin hangi gerekçelerle böyle yapıldığını anlamakta güçlük çekiyorum. Mevcut haliyle hukuki açıdan hiçbir açıklaması yok, diye düşünüyorum. Kaldı ki iddianamede yer alan iddialar tamamen yorumdan ibarettir. Ben hiçbir oyuncuyu Gezi Parkı’na başka bir yere de yönlendirmedim. Ben hiçbir oluşum içerisinde hiçbir zaman olmadım. Sosyal medya paylaşımlarına teşvik etmedim. Neden ben hedefim, anlamıyorum.
"Yapımcılar bana sahip çıkmadı"
Bu olayların başlangıcında sektörün içerisinde aktif olan yapımcılara gittim. “Bir menajer bir sektörde böyle bir tekelleşme yaratamaz, gerçeğini açıklayın” diye çalmadığım kapı kalmadı. Hatırlıyorsan, her şey 26 Eylül 2024'te bir gazeteci tarafından TV sektörü üzerine yazılan bir yazıda atılan korkunç bir iftira ile başladı. O tarihte yazıyı kimse ciddiye almadı. Zaten isim kullanmadan, son derece planlı tasarlanmış, asılsız bir iddia olarak kaldı. Ancak bu yazının sadece o çirkin iftira olan kısmı 7 Ocak 2025'te sosyal medyada yeniden dolaşıma sokuldu. Sanki biri düğmeye basmışçasına, şahsım ve birlikte çalışmaktan her zaman gurur duyduğum genç, çalışkan ve başarılı bir kadın oyuncu hedef gösterildi. Magazin değeri yüksek olacak şekilde organize edilerek, kimliği belirsiz hesaplarca öncelikle oyuncusunu pazarlayan bir “mama”, sonrasında sektördeki tüm başarısızlıkların müsebbibi tekelci ve şantajcı gerçek dışı bir Ayşe Barım kimliği yaratıldı. Bu itibarsızlaştırma ve dijital zorbalığın karşısında suç duyurusunda bulundum ve hukuki yollara başvurdum. Peşlerini de bırakmayacağım.
Çalıştığım birçok yapımcıya “Lütfen bir açıklama yapın, oyuncuları kimin seçtiğini, dizilerin patronunun kim olduğunu söyleyin” dedim. Ama iki yapımcı dışında -onlara gerçek tabloyu çizdikleri için teşekkür ederim- kimse karışmak istemedi. Bana sahip çıkmadılar, bunu ömrüm boyunca unutmayacağım. Korksam da benim vicdanım asla elvermezdi. Oyuncular ise destek olmaya çalıştıkça bu kimliği belirsiz trol hesaplarca linç edildiler. Sonra da beni yalnız bırakmakla suçlandılar. Ben önce tekelleşme iddiasıyla sosyal medyanın linç kültürünü acı şekilde yaşadım. On gün sonra ise bir anda bu suçlamalar aynı trol hesaplarınca Gezi provokatörlüğüne çevrildi. Sonrasını zaten biliyorsun. Düşünsenize ben 240 gündür tutukluyum. Ama bazen “Bu sessizlik, mağduriyetime yer açmış olabilir mi?” diye de düşünmeden edemiyorum.
Yalnızlaştırma, izolasyon ve aslında sosyal bir varlık olan insanı insandan mahrum bırakma, benim kaldığım bölümdeki cezalandırmanın bir parçası. Tutuklandığım günden beri Bakırköy Savcılığı'na ve Adalet Bakanlığı'na yapılan özel izin başvurularının hepsi reddedildi. Burada milletvekili dışında da izin alan o kadar çok kişi oldu ki neden ben yalnızlaştırılıyorum, anlayabilmiş değilim. Oyunculardan da başvuru yapanlar reddedildi. Oyuncular ve arkadaşlarımla aylar sonra ilk defa mahkeme salonunda göz göze geldik, birbirimize baktık, birbirimizi ne kadar sevdiğimizi hissettik. Her birine ayrı ayrı teşekkür ederim orada oldukları için. Avukat kabinlerinde denk geldiğim herkese sordum ve evet onlara özel izinle ziyaretçi geliyormuş.
"Ben her zaman apolitiktim"
Sanatla, doğayla, hayvanlarla ilgili biriyim. Siyasetin hiçbir zaman içinde olmadım, olmayacağım. Kendini sıfırdan yetiştirmiş tek başına bir kadın olarak mesleğimle ve kendimle gurur duyuyorum. Onurumun, itibarım, bunca yıllık emeğimin, dürüstlüğümün, ülkeme bağlılığımın, sevgimin ve her şeyden önemlisi masumiyetimin bu şekilde ayaklar altta alınmasına ve yok sayılmasına razı değilim. Haksız yere atılan iftiralar sonucunda buradayım. Hayatım tehlikede olmasına rağmen her itirazım reddedildi. Ne için? Tekrar ediyorum, benim hiçbir zaman siyasi duruşum olmadı ve olmayacak. Ben sadece özgürce yaşamak istiyorum ve burada ölmek istemiyorum. Ben her zaman apolitiktim. Hiçbir zaman siyasi bir duruş gölgesinde yaşamadım hayatımı, işimi de öyle yapmadım.
T24