Arakçi, bomba ve tren

"İran dünyadan kendisini rahatlatmasını istiyor, dünya da ona kendisini rahatlatmasını isteyerek karşılık veriyor"

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi / Fotoğraf: AP

İran ile nükleer programı konusunda yaşanan anlaşmazlığı sonlandırmak için askeri bir çözüme başvurmak ABD’nin çıkarına değil.

Ortadoğu'da güç kullanımı, sebepleri ne olursa olsun, maliyetli deneyimleri akla getiriyor.

Başkan Donald Trump, Tahran'ı nükleer hayalinden vazgeçirmekte tüm yollar kapanmadığı sürece askeri seçeneği kabul edilebilir görmüyor.

İran, böyle bir hayalin var olmadığını ve bunun kendisi için dinen yasak olduğunu söylüyor.

Tahran'ın bu tekrarlanan inkârlarına rağmen, İran nükleer sorunu yeniden ön plana çıktı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

İran ile ABD arasında bir güven krizi olması şaşırtıcı değil.

Geçen on yıllarda doğrudan veya dolaylı olarak indirdikleri karşılıklı darbeler, derin bir güven krizini pekiştirdi.

Mevcut İran, ABD'yi her zaman birincil tehdit ve “Büyük Şeytan” olarak gördü.

Tahran, ABD'nin dünyanın çoğu yerinde güç dengesini altüst edebilecek büyük bir güç olduğunun farkında.

Buna karşılık, ABD İran'ı hep Ortadoğu'daki terörizmin ana destekleyicisi olarak gördü ve istikrarsızlaştırma girişimlerinin hepsinde onun parmak izlerini tespit etti.

Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşü İran ile krizi körükledi, zira onun adı 2 büyük İran olayı ile ilişkili; nükleer anlaşmadan çekilme ve Kasım Süleymani'nin suikast emri.

Trump İran ile müzakereler penceresini açtı, ancak bunu engellemek için nihayetinde askeri bir seçenek gerekse bile, İran'ın nükleer silah edinmeyeceğine dair kesin sözünü yinelemeye dikkat etti.

İran ile yaşanan mevcut nükleer kriz, Tahran'ı yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretimini hızlandırmakla suçlayan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın son raporunun ardından yeni bir aşamaya girdi.

Trump “nükleer silaha sahip olamazlar” sözünü yinelemeye önem verirken, bir anlaşmanın “mümkün ve yakın” olduğuna dair imalarını da tekrarladı.

ABD'nin İran'la askeri bir çatışmaya girmek gibi bir niyeti yok.

Ayrıca, yansımaları ve sonuçları kontrol edilmesi zor olan böyle bir görevi İsrail’in üstlenmesi de onun menfaatine değil.

Uzun zamandır ABD ile doğrudan bir çatışmadan kaçınan İran, muhtemelen böylesine maliyetli bir çatışmadan kaçınmaya devam edecek.

Buna ilave olarak İran bugün böyle bir güç testine girmek için çok da iyi konumda olmayabilir.

Ortadoğu'nun son aylarda sahne olduğu değişiklikler hiçbir şekilde İran'ın lehine olmadı ve onu en önemli kartlarının bazılarından mahrum bıraktı.

Bu da şu soruyu gündeme getiriyor:

Abbas Arakçi, uçağı bugün Beyrut Havaalanı'na yaklaştığında nasıl hissedecek?

Beyrut'un değiştiğini hissediyor mu, yoksa bölgenin ve bununla birlikte İran'ın bölgedeki konumunun değiştiğini mi hissedecek?
 


Arakçi, bugün görevinin son derece zor, hatta neredeyse imkansız olduğunu biliyor.

İran dünyadan kendisini rahatlatmasını istiyor, dünya da ona kendisini rahatlatmasını isteyerek karşılık veriyor.

Arakçi, son aylarda İran treninin bazı vagonlarını kaybettiğini biliyor.

Suriye İran treninden ayrıldı ve geri döneceğini düşündürecek hiçbir şey yok.

Suriye'de değişen şey sadece başkanının adı değil.

Suriyeliler, Suriye'nin komşuları ve dünya ile ilgili tüm ilişkiler sözlüğü değişti.

Şam, Esad rejiminin uzun süredir dayandığı “direniş sözlüğünü” bıraktı.

ABD artık bir düşman olarak görülmüyor.

Artık isteniyor ve aranıyor, tavsiyelerine ve taleplerine kulak veriliyor.

Suriye, General Kasım Süleymani'nin bilhassa Putin Rusyası ile iş birliği yaparak çöküşün eşiğinde olan Esad rejimini kurtarmayı başardıktan sonra, yıllar içinde formüle ettiği planın bir parçası olarak İran Devrim Muhafızları subaylarına artık ev sahipliği yapmıyor.

Suriye artık Filistin direniş örgütlerinin merkezlerine ev sahipliği yapmıyor ve liderlerine güvenli bir liman sunmuyor.

Bu örgütler artık Suriye'de kabul görmüyor ve Lübnan Hizbullahı da artık bir düşman olarak görülüyor.

Lübnan da artık eskisi gibi değil. Cumhurbaşkanını seçmek artık Hizbullah liderliğinin sorumluluğu değil.

Baabda Sarayı’nda oturan cumhurbaşkanı, saraya “silahın sadece devletin elinde olması” temelinde girdi.

Aynı şey Hükümet Sarayı’nda oturan Başbakan için de söylenebilir.

Mevcut hükümetin programı 1701 sayılı kararın tamamen uygulanmasıdır ve aşırı gecikme tehlikelerle dolu ve yeniden inşa ile istikrar fırsatlarının kaybı demek.

Arakçi, mevcut nükleer krizin son derece zor koşullar altında yaşandığını biliyor.

Suriye'de gerçekleşen değişim, Saddam Hüseyin'in heykelinin devrilmesi ile Irak'ta gerçekleşen değişime neredeyse eşdeğer.

O zaman farklı bir Irak doğmuştu, şimdi de farklı bir Suriye doğdu.

Bu büyüklükte bir kayıpla karşı karşıya kalan İran'ın alternatifi yok.

Irak, Aksa Tufanı ve savaşlarının patlak vermesinden sonra İran treninden ayrılmadı, ancak fırtınadan veya maceradan uzak durmayı seçti.

Husi füzeleri ise bir alternatif oluşturmuyor.

Suriye ve Lübnan sahnelerine ilave olarak, Gazze'deki durum üzerinde de durulmalı.

Oradaki felaket sınırsız, İsrail'in vahşeti de öyle.

Hamas uzun ve zorlu bir mücadele verdi ve ağır bir bedel ödedi, ancak bugün Witkoff’a sığınmaktan başka seçeneği yok.

Arakçi, Aksa Tufanı’ndan sonra İran trenine ne olduğunu biliyor.

Ayrıca bölge ülkelerinin, ülkesiyle köprüler kurma politikasını teşvik ettiğini de biliyor.

Yine ülkesini ve rejimini Amerikan askeri aygıtıyla doğrudan bir çatışmaya maruz bırakma riskine girmektense daha az rol üstlenmeyi kabul etmenin çok daha iyi olduğunu da biliyor olabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU