Son zamanlarda Avrupa Birliği'nin (AB) ve bazı Avrupa hükümetlerinin bilhassa göç konusundaki toleranslı ve kucaklayıcı tutumları, Avrupa içindeki aşırı görüşleri de tetikledi.
Yükselen milliyetçi ve sağ popülist eğilimler, AB içinde artan bir kimlik siyaseti ve göçmen karşıtlığını da beraberinde getirdi.
Böylece Avrupalı liderlerin ırkçılığa varan söylemleri ve yabancı karşıtlığı, göç konusunun siyasallaşmasına zemin hazırlayarak toplum nezdinde de bir hayli kabul gördü.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Macaristan'da yabancı düşmanı olarak bilinen Viktor Orban'ın 14 yıldır iktidarda kalması, İtalya'da 2018 seçimlerinde göçmen karşıtı Beş Yıldız Hareketi'nin oy oranlarını artırması (yüzde 37) ve 2022 genel seçimlerinde aşırı sağcı parti İtalya'nın Kardeşleri Partisi'nin iktidara gelmesi (yüzde 26), Fransa'da Macron'un rakibi aşırı sağcı Marine Le Pen seçimi oylarını artırması (2017-yüzde 33 -2022 yüzde 41), Hollanda'da 2023 seçimlerinde İslam ve göç karşıtı çıkışlarıyla bilinen Geert Wilders öncülüğündeki Özgürlük Partisi'nin birinci parti seçilmesi ve en nihayetinde Almanya'da neo-Nazi zihniyetiyle topluma korku tohumları eken Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) 2025 seçimlerinde bir önceki seçime göre oy oranını neredeyse yüzde 100 artırarak yüzde 21 oyla meclise girmesi Avrupa genelinde aşırı sağ partilerin ne kadar ciddi bir yükselişe geçtiğini gösterdi.
Güvenlikleştirme politikaları ve aşırı sağ söylemlerin yükselişi
Göçmenlerin "potansiyel terörist veya radikal unsurlar" olarak tanımlanması, AB'nin kimlik ve dini değerlerinin yanı sıra, "refah toplumu" olgusuna bir tehdit olarak algılandı.
Orban'ın "Göç zehirdir", "Göç, terörizmin Truva atıdır" gibi söylemlerinin yanı sıra, aşırı sağcı liderler tarafından yapılan "kimlik", "istila" ve "diğerleri" metaforları göç olgusunu "güvenlikleştirdi".
Böylelikle "biz ve onlar" şeklinde ayrımcı söylemler Birlik içinde hâkim kılındı.
Güvenlikleştirme ekseninde dış sınırların korunması adına idari gözetim, prosedürel garantiler olmadan sınır dışı edilme, usulsüz geri itme, orantısız güç kullanımı gibi politikalar AB içinde yaygın hale getirildi.
Almanya'da AfD'nin yükselişi ve göç politikalarındaki dönüşüm
İlk kurulduğunda ekonomik liberal bir çizgide duran ve Avrupa Birliği karşıtı görünüm veren AfD, süreç içerisinde Neo-nazi söylemleri düstur edinerek popülist bir noktaya geldi.
PEGIDA (Batının İslamlaşmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) Hareketi ile de çok sıkı dirsek temasında bulunan AfD'nin söylemleri, zamanla İslam düşmanlığı ve göçmen karşıtlığına doğru evrildi.
Ekonomik kaygılar, Avrupa şüpheciliği (Euroskeptisizm) ve bilhassa göç karşıtlığı AfD'ye güç kazandıran en temel motivasyonlar oldu.
En çok da 2016 yılından sonra Angela Merkel'in Ortadoğu'dan gelen 1 milyonun üzerinde sığınmacıya kapılarını açması ve "Hoş geldin" politikası yürütmesi, AfD'ye göç konusunda büyük bir koz verdi.
Bu çerçevede parti genel olarak; Avrupa dış sınırlarının tamamen kapatılması, düzensiz göçle mücadelede edilmesi, Almanya'nın sınır kontrollerinin sıklaştırılması, göçmen kamplarının Almanya dışında kurulması, yabancıların ülkelerine dönmesi için finansal yardımların yapılması, İslam'ın Alman toplumunun bir parçası olmasının reddedilmesi gibi politikaları savundu.
Almanya'daki son seçimler öncesinde AfD eşbaşkanı Alice Weidel, Alman vatandaşlığın iptali ve "Remigrasyon" -göçmen kökenlilerin geldikleri ülkelere geri gönderilmesi- hususlarına da vurgu yaptı.
Hatta öyle ki, parti Almanya'daki göçmenlerin evlerine temsili tek yönlü gidiş bileti yolladı ve gözdağı verdi.
AfD'nin bu hamlesi birçok göçmeni sokaklara dökerek ırkçılığa karşı aynı çatı altında birleştirse de, AfD'nin seçimlerde ikinci parti konumuna gelmesine engel olamadı.
Her ne kadar "Güvenlik Duvarı" (Brandmauer) sebebiyle seçimlerden sonra AfD ile hiçbir parti koalisyon yapmasa da CDU ve SPD, AfD'nin seçim öncesindeki tutum ve politikalarından fazlasıyla etkilenmiş görülüyor.
Bu çerçevede yasadışı göçün sınırlanması, sınır güvenliğinin artırılması, aile birleşiminin geçici olarak askıya alınması ve güvenli ülkelerle iş birliğinin genişletilmesi gibi konularda adımlar atıldı.
Ayrıca yeni koalisyon, çifte vatandaşlığa sahip aşırılık yanlılarının, terör destekçilerinin ve antisemitlerin Alman vatandaşlığının iptal edilmesinin mümkün olup olmadığını belirlemek için anayasal bir inceleme yaptırmayı planlıyor.
Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın kararı ve siyasal etkileri
Kısa bir süre önce Almanya'da iç istihbarattan sorumlu Anayasayı Koruma Teşkilatı (BfV), Almanya genelinde Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) "kesin olarak aşırı sağcı" olduğuna dair kararını kamuoyuna duyurdu.
AfD uzun süredir Anayasa Koruma Teşkilatı'nın takibindeydi.
2022 yılında Köln İdare Mahkemesi, 2024 yılında ise Kuzey Ren-Vestfalya eyaleti Yüksek İdare Mahkemesi, partinin "şüpheli vaka" olarak izlenmesini hukuki olarak onaylamıştı.
BfV, 2024'ten sonra yapılan analizlerle birlikte AfD'yi bu şekilde tanımlamanın hukuki zemininin oluştuğunu bildirdi.
Bu karar, AfD'yi "insan onurunu hiçe sayan, aşırılıkçı nitelikteki parti yapılanması nedeniyle, kesin olarak aşırı sağcı bir girişim" olarak sınıflandırıyor.
Böylece BfV, AfD'yi "özgürlükçü demokratik temel düzeni hedef alan, anayasaya aykırı bir yapı" olarak tanımlıyor.
Açıklamada, AfD'nin özellikle Müslüman göçmen kökenli Alman vatandaşlarını etnik olarak tanımladığı "Alman halkı" tanımına dahil etmediği ve bu anlayışın "eşit yurttaşlığı reddeden, dışlayıcı bir ideolojiye" dayandığı ifade ediliyor.
Partinin söz konusu ideolojik yaklaşımının, sığınmacılar, Müslümanlar ve diğer azınlık gruplara karşı sistematik nefret söylemini meşrulaştırdığına dikkat çeken BfV, örnek olarak partili yetkililerin sıkça kullandığı "bıçaklı göçmenler" gibi terimlerin, belirli grupları şiddetle özdeşleştiren genellemeler olduğunu aktardı.
İstihbarat Dairesi'nin kararı, AfD'nin varlığını ve yükselen ırkçılığı yeniden gündeme getirdi.
Meselenin ulaştığı boyuta bakıldığında Almanya'da özellikle bu tür nefret söylemlerini temel alan aşırı sağcı eğilimlere karşı kaygı verici bir artış olduğu yadsınamaz.
Göçmenlerin Alman toplumunun dokusunu bozduğunu, ekonomisini sarstığını, suç oranlarının artırdığını düşünenlerin yanı sıra, kimlik bazında bakıldığında "Almanya Almanlarındır" bakış açısıyla daha ırkçı bir tutuma sahip olan milyonlarca insan var.
Öte yandan göçmen kökenliler de bu düşmanlıklar karşısında giderek daha fazla korkuyor ve kenetleniyor.
STK'lar, siyasi partiler ve bilhassa göçmen dernekleri ırkçılığa karşı sokaklara dökülerek demokrasi ve hukuk savaşı veriyor.
Dolayısıyla Almanya içinde kutuplaşma, çatışma ve kaos iklimi her geçen gün daha belirgin bir hale geliyor.
AfD ise, devletin resmî makamları tarafından açıkça damgalandığını ve dışlandığını, dolayısıyla temel haklarının -özellikle de ifade özgürlüğü ve siyasi eşitlik hakkının- ihlal edildiğini savunuyor.
AfD'li siyasetçiler verilen bu kararın kendilerini ikinci parti konumuna getiren yüzde 21'lik toplum iradesinin gaspı olarak görüyor.
Öyle ki seçim sürecinde AfD'yi destekleyen ABD'den de karara sert bir yanıt geldi.
Başkan Yardımcısı JD Vance, Alman bürokrasisinin "Berlin Duvarı'nı yeniden inşa ettiğini" vurgulayarak Soğuk Savaş dönemindeki fiziki ve ideolojik bölünmüşlüğe geri dönüldüğü algısını yarattı.
Avukat ve eski yargıç olan Dr. Rolf Gössner'e göre, Almanya'da bir partinin "kesin olarak aşırı sağcı" olarak sınıflandırılması doğrudan hukuki sonuçlar doğurmasa da, bu sınıflandırma ilk etapta özellikle kamuoyuna açıklanması yoluyla siyaset ve topluma derinlemesine etki eder ve bu da parti açısından ileriki süreçte sonuçlar doğurabilir. 1
Örneğin partinin, devlet yardımlarıyla finanse edilmesinin önü kesilebilir.
Böyle bir durumda da AfD'nin siyasi eşitlik şansı sıfıra inecektir.
O hâlde, partinin özel sektörden aldığı milyonlarca avroluk bağışların da durdurulması ve bu paraların kamu yararına kullanılmak üzere yönlendirilmesi gerekebilir.
Böyle bir sürecin en ileri düzeydeki adımı ise, parti yasağı olacaktır.
AfD'ye yönelik hukuki süreçler ve demokrasi tartışmaları
CDU'lu Schleswig-Holstein Eyalet Başbakanı Daniel Günther, AfD'nin kapatılma sürecinin derhal başlatılmasını istedi.
CDU ve SPD içerisinde de AfD'nin kapatılmasına sıcak bakan birçok milletvekili var.
Ancak bu durum, Federal Anayasayı Koruma Dairesi'nin AfD'ye dair yaptığı "aşırı sağcı sınıflandırmasının" direkt bir sonucu değil.
Parti yasağı, Almanya'da sadece Federal Anayasa Mahkemesi nezdinde yürütülecek özel bir dava süreciyle başlatılabilir ve ancak Federal Meclis, Federal Konsey veya Federal Hükümet tarafından talep edilmesi hâlinde mümkündür.
Almanya'daki hukukçular ise bu konuda ikiye bölünmüş durumdalar.
Bu hukukçulardan bazıları AfD'nin söylemlerinin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ve partinin almış olduğu yüksek oy oranlarına istinaden kapatılması halinde durumun meşruiyet krizi yaratacağını savunurken, bir kısmı ise demokrasiyi korumak ve nefret söylemlerinin önünün kesilmesi adına yasağın kaçınılmaz olduğunu düşünüyor.
Sonuç itibarıyla, AfD hakkında verilen bu karar, anayasal ve siyasal zeminde ülke içindeki tartışmaları alevlendiriyor.
Almanya'nın geleceği açısından adeta bir demokrasi sınavı olarak görülen kararın siyasi yasağa doğru evrilmesi durumunda ise başka Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ ve popülist eğilimlerin bundan ne şekilde etkileneceği daha net bir şekilde görülecek.
1. https://perspektif.eu/2025/01/31/almanyada-afdye-karsi-cekilen-brandmauer-yikildi-mi/
*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish