Mehmet Emin Ekmen: Kaygılarım büyük, umudum daha da büyük

DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen, 2013 barış sürecinden bugüne yaşananları, PKK'nın silah bırakmasının etkilerini ve iç siyasetteki gerilimleri değerlendirdi

Türkiye'nin tarihsel barış süreçlerinden biri olan 2013'teki çözüm sürecinin hatalarından dersler çıkararak yeni sürecin kritik noktalarını DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin EkmenIndependent Türkçe'ye konuştu. 

Bahçeli'nin başlattığı sürecin siyasi atmosferde yarattığı belirsizliklere rağmen Türkiye'nin demokratik dönüşümüne katkı sağlama potansiyelini vurgulayan Ekmen, PKK'nin silah bırakmasının bölgedeki huzur ve ekonomik canlanmaya nasıl etki edeceğini ifade etti.

Ekmen, bu sürecin başarıya ulaşmasının sadece liderlerin ve elitlerin değil tüm toplumun ortak çabasıyla mümkün olacağına dikkat çekti.  
 

DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen, Independent Türkçe için Esra Çiftçi'nin sorularını yanıtladı
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen, Independent Türkçe için Esra Çiftçi'nin sorularını yanıtladı

 

"Atipik bir süreç"

Bir önceki barış süreci, sizin de yakından takip ettiğiniz gibi olumsuzlukla sonuçlandı. Siz de Akil İnsanlar Heyeti'nde yer alıyordunuz. O günkü hataları ve eksikleri göz önünde bulundurursak bugün Bahçeli'nin başlattığı sürece ilişkin ne söylemek istersiniz?

Şimdi, bu süreci ne 2013 süreciyle ne de dünya örneklerinden herhangi biriyle mukayeseli incelemek mümkün değil. Bu gerçekten atipik bir süreç. İletişim ve işleyiş modeliyle karşılaştırabileceğimiz başka bir süreç yok. 2013 süreci daha toplumsal açıdan kapsayıcıydı. Mecliste komisyon kuruldu özel yasa çıkartıldı, Akil İnsanlar çalışmalar yaptı, Sayın Erdoğan birçok konuşma yaptı.

Bu süreçte ise liderlerin ve sınırlı sayıda elitin mutabakatı ve katılımıyla ilerliyoruz. AK Parti kendi içinde MYK toplantılarında, milletvekili toplantılarında bu konu tartışılmıyor, teşkilatlarına bu yönlü bilgilendirmeler yapılmıyor. Sadece MHP teşkilatlarını bilgilendirdi ve bir sosyal medya kampanyası başlattı.

Sayın Bahçeli süreci ayakta tutmak ve başarıyla sonuçlandırmak için özel bir çaba harcıyor. Bu bir rol dağılımı olabilir. İyi Parti dışında tüm partilerin desteğini görüyor bu çok kıymetli. İyi Parti'nin itirazlarını da sağlıklı görüyorum. O da şu: Bu sürece itiraz eden, kaygıyla yaklaşan ve karşı çıkan insanların kamusal alanda karşılığını bulması lazım.

Yani ekranlarda, Meclis kürsüsünde "Evet, benim de bu sürece dair kaygılarım, eleştirilerim var" hissi önemli. Aksi takdirde, orada birikecek negatif enerjinin nereden, nasıl olumsuz sonuçlar doğuracağını bilemeyiz.


"Meclis aşamasına dahi indirgenmemiş bir süreç var"

Meclis bu işin neresinde?

Bu haliyle Meclis aşamasına dahi indirgenmemiş bir süreç yönetim modeli var. Neyi kastediyorum? Sayın Bahçeli'nin 18, Sayın Erdoğan'ın 12 ayrı konuşmasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin önemine bu zeminde yapılacak reformlara, demokratikleşme paketine özel olarak vurgu yapmış olmalarına rağmen henüz Meclis açık ya da kapalı bir oturumda bilgilendirilmiş değil ve herhangi bir yasal ya da anayasal düzenleme Meclis'e sunulmuş değil ama muhtemelen bunun da aşamaları gelecektir diye düşünüyoruz.

Neticede, Bahçeli'nin milliyetçi, devletçi, asker ve emniyet bürokrasisinde etkisi kadar, Kürtler nezdinde de bu süreci meşrulaştıran bir yönü oldu. Yani son on yılda AKP'ye, Sayın Erdoğan'a güven oldukça azalmıştı. Sayın Bahçeli'nin belli bir yaş ve hastalık seviyesine rağmen bu süreci bu kadar samimi bir şekilde sahiplenmiş olması, insanların sürece olan beklentilerini ve güvenini artırdı. 


"Yasal güvenceye sahip olunmalı"

Peki, meclisin rolü ne olmalı? 

Meclisin 3 rolü olabilir:

Birincisi, bu süreçle ilgili bir izleme komisyonu kurabilir.

İkincisi, genel kurulda açık ya da gizli toplantılarla bilgilendirmeler ve tartışmalar yaşanabilir.

Üçüncüsü, bazı yasal faaliyetler olabilir. Bu yasal faaliyetlerin birincisi, sürece katılanların yasal güvenceye sahip olmasıdır.

Ben, 2014 yılında çıkartılan yasanın bugün de geçerli olabileceğini düşünüyorum. PKK'nın kendini feshetmesi ve silah bırakması durumunda silahların nerede, nasıl tasfiye edileceği ve silah bırakan örgüt mensuplarının hangi yargısal ve hukuksal güvencelere sahip olup, siyasal, sosyal, ekonomik hayata hangi aşamada, nasıl katılacağına dair bir "eve dönüş yasası" olabilir.

Yine, Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli'nin sıklıkla ifade ettiği yasal ve anayasal reformlar paketi olabilir ama bunlar için henüz bugün şu saat itibariyle, Meclis'te başlamış bir dinamizm yok.


"Bölgedeki insanlar büyük bir soluk alır"

Bölgeyi iyi bilen bir isimsiniz. PKK'nın silah bırakması sonrası bölge insanı nasıl etkilenir?

Bölgedeki insanlar büyük bir soluk alır. Kürt meselesine dair tüm kaygılar, terör tehdidi, her an patlayabilecek bir bomba korkusu ortadan kalkarsa, bölge büyük bir enerjiye kavuşur. Turizm patlar, yatırımlar artar, Kürtlerin bu meseleleri konuşma önündeki siyasal ve psikolojik engeller kalkar. Bariyerler kalktığı için dinamik bir tartışma zemini ürer. Kısa vadede büyük bir huzur ve ekonomik canlanma olabilir. Sonrasında ise bu dinamikler normalleşir ve Türkiye'nin demokratik dönüşümüne bölgeden katkı sağlanır.


"Biz bu süreci hep olumlu yönleriyle konuşmayı tercih ediyoruz" 

ABD ve İngiltere'nin dahil olduğu bir sürecin Kandil ve Suriye'de yürütüldüğünü söylediniz. Bunu biraz açar mısınız? 

Çok açmak doğru olmayabilir. Ben, Batman'da bir basın toplantısında bir soru üzerine bu cümleyi kullandım, daha sonra da bazı ekranlarda kullandım. Evet, 2023 yılı temmuz ayından itibaren İmralı, Kandil ve Suriye'de eş zamanlı başlayan Türk devlet yetkilileri ile muhatapları arasında gelişen ama yer yer Amerika ve İngiltere'nin de eşlik ettiği bir diyalog sürecinin meyvelerini yiyoruz.

Öyle anlaşılıyor, tabi bu süreci hep olumlu yönüyle konuşmayı tercih ediyoruz. Biz bu sürecin başarıyla tamamlanmasının Türkiye'de tarihi bir kırılma yaratacağına inanıyoruz. Dolayısıyla bu süreci eleştirmekten ziyade cesaretlendirmeyi ve doğru yönde desteklemeyi tercih ediyoruz. Sayın Bahçeli, "İcap ettiğinde böyle açıklamalar yapıyor" gibi sorulara karşı, düşündüğümüz kadar yüzeysel bir süreç olmadığını, daha derinlikli, tarihi geçmiş tecrübelerden faydalanmış bir çalışma olduğunu ifade etmiştim.

Yani şöyle diyeyim: Irak ve Suriye olmadan bu süreç tamamlanamaz. Irak ve Suriye'ye niye ihtiyacımız var? Suriye'de, Şam'la Suriye bölgesel yönetiminin entegrasyonu açısından önemli. Irak'ta ise, silahların teslim edilmesi ve ortaya çıkan bazı örgüt mensuplarının Irak'ta iskân edilmesiyle ilgili gelişmeler olacak.

Bu hem Bağdat'tan hem Erbil'den hem de Süleymaniye'den bağımsız olmayacak. Buralarda, Amerika' sız ve İngiltere 'siz veya diğer yurtdışı partnerler, komşu ülkeler olmadan bu işlerin neticeye kavuşması mümkün mü? Değil. O nedenle kendini korumasız hisseden bir arkadaşın sorusuna karşı, süreç çok boyutlu, derinlikli ve çok aktörlü bir süreçtir, diye bu cümleyi söylemiştim. Cümlemin de arkasındayım.


"Bu süreçler daha suhuletle yürütülebilir"

Peki, bir yandan da iç politikada gerilim devam ediyor. İmamoğlu'nun tutuklanmasının ardından gelişen olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın İmamoğlu'nun tutuklanması ceza usul hukuku açısından çok vahim bir durumu işaret ediyor. Belediyelerde yanlış işler olabilir, bunların soruşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak iki temel itirazımız var: Birincisi, AK Partili belediyelere yönelik 22 yıldır benzer süreçlerin yapılmaması; ikincisi ise, tutuklamanın aşırı ve hoyratça bir şekilde yapılması. İfadeye gelebilecek bir kişinin sabah namazında yüzlerce polisle alınmasını ve tutuklanmasını doğru bulmuyoruz.

Soruşturma tarihinden önce olan bir MASAK raporu yok, bir teftiş raporu yok. Hatta, tutuklamadan sonra dosyaya giren bazı belgelere işaret ediyor. Sadece İmamoğlu dosyası değil, Batman, Halfeti, Mardin belediyelerine kayyum atanması, Akdeniz ve Esenyurt belediye başkanlarının tutuklanması, gösterilerde milletvekillerinin kaşının gözünün yarılması, kolunun bacağının kırılması... Bütün bunlar yaşanırken biz DEM Parti'ye, "siz sükûnetinizi koruyun, bu süreci ayakta tutmalıyız, pedal çevirmeye devam etmeliyiz, masayı devirmemeliyiz" dediysek, İmamoğlu'nun tutuklanmasıyla ortaya çıkan bu sürecin yani PKK'nın silahsızlandırılması sürecinin zarar görmesine sebep olacak tutumlardan uzak durmamız gerekir.

Bu süreçler daha suhuletle yürütüle bilinir. Sayın Efkan Ala, "Nisan ayının sonunda bir netice bekliyoruz" diyor. Pervin Buldan ise, "En geç Haziran'da bu işler biter" diyor. Eğer bu işler Ekim ile Haziran arasında bitecekse, diğer tartışmalı konuları Haziran'ın ilerisine ötelemek mümkün değil miydi? Niçin bu süreci tartıştıracak konular yapılıyor?

Sayın Bahçeli diyor ki, "Biz içeriği takip etmek zorundayız." Ortadoğu'da denklem değişiyor, İsrail'in saldırganlığı var. Teğmenleri ordudan atarak, müneccimleri tutuklayarak, menajerleri cezaevine koyarak, medya mensuplarını tutuklayarak, belediyelere kayyum atayarak, PKK benzeri yapılara operasyon yaparak mı içerisi tahkim edilecek?

İçeride bir tahkimata ihtiyaç varsa, bunun çok daha yumuşak bir şekilde yürütülmesi gerekir. Ancak bugün veya yarın, PKK'den ya da devletten, siyaset aktörlerinden ya da İmralı'dan hangi çağrı, hangi karar gelirse gelsin, biz bu süreci korumaya çalışmalıyız. 


"Kaygım büyük ama umudum daha büyük"

Son olarak, bu süreç hakkında kaygılarınız var mı?

Kaygım büyük ama umudum daha büyük. Yapılan yanlış işleri meşrulaştırmak istemem ama dünya örneklerine de bakalım, bize de bakalım. Hiçbir süreç tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşmemiştir.

Geçen gün bir konuşmam nedeniyle 2016 yılında barış anlaşması imzalayan Kolombiya sürecine baktım. 2016'dan bugün kadar 1300 yerel toplumsal lider katledilmiş ama devlet de örgüt de Kolombiya için süreci ayakta tutuyor. Bizim açımızdan umutlu olduğumuz, Akil İnsanlar Heyetiyle daha geniş toplumsallaşma fırsatlarının yaşandığı süreçte KCK soruşturmaları yok muydu? Yine tutuklamalar yok muydu? Yine bombalar patlamıyor muydu?

Bu işlerin doğasında var. Yani siz 100 yıllık bir meseleyi, 50 yıllık bir terör meselesini bugün tamamlamak isterseniz, bunun içerisinde farklı ülkeler, farklı istihbarat örgütleri, devlet içerisindeki farklı gruplar, örgüt içerisindeki farklı gruplar süreçte bozucu roller oynayabilirler.

Bütün bozucu faaliyetlere rağmen sürece olan inancımızı ve sürece olan desteğimizi artırmalıyız. Şunu söylemek gerekir, bu süreç tamamen bozulduğunda çok daha yüksek ve şiddet dalgaları gelişir.

2013'ten bu yana on bin insanın öldüğü iddia ediliyor. Bu, on bin değil bin bile olsa çok büyük bir bedel değil midir hepimiz için? Asker olsun, polis olsun, hendek savaşlarında ölen üniversite öğrencileri olsun, ya da terör örgütü mensupları olsun, bunların hepsi Türkiye'nin insan kaynağı, hepsinin ailesi var, hepsinin yakınları var, insanlarda bıraktığı iz var.

Bizim süreçlerden anladığımız nedir? Türkiye'nin insan kaynağının heba olmaması, ekonomik kaynakların heba olmaması. Bunun için Türkiye'de demokratik siyasal zemin, ağır aksak da olsa bu tip tartışmalar sonuç almaya elverişlidir. Dolayısıyla demokratik zeminde siyaset yapalım, silahı, şiddeti, terörü, gençlerin ölümünü, kamu düzeninin tehdit altında olmasını devre dışına çıkartalım.

 

 

*Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU