İsrail'in Hasan Nasrallah suikastı iki aşamayı birbirinden ayıran bir tarih.
Radikallerin ve çılgın planları olanların gasp ettiği Ortadoğu, dipsiz bir uçuruma doğru sürükleniyor.
Haritaların çehresi değişiyor.
Şu anda bölgede olup bitenlerin büyük bir kısmı, 2011'deki sözde Arap Baharı'nın ağır yansımaları ve yankılarından kaynaklanıyor.
Bu miras, ulus-devlet stratejisini yok etti, savaş veya barış kararlarında devlet adına hareket etmeye başlayan milislerin ve ideolojik hareketlerin yükselişine alan açtı.
Kartlar karıştı, işlevsel olanla sistemik olan arasındaki farklar eridi, hem güç hem de zayıflık dengeleri bozuldu.
Bu durum, komşu güçlerin emellerini büyüttü ve müdahalelerini artırdı, mezhepsel ve ideolojik çatışmalara, mobil örgütlerin yükselişine sahne olan, tasfiye ve hesaplaşmaların esiri olan bölgenin iç işlerine müdahaleleri artırdı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bölgenin tanık olduğu kanlı çatışmalar ve kendi zenginliklerine ve geleceğine yönelik saldırılar, modern tarihinde karşılaştığı en tehlikeli aşamalardır.
17 Eylül'den aynı ayın 27'sine kadar olan 10 gün içinde İsrail'in Güney Lübnan'a yönelik savaş stratejisi, disiplin altındaki savaş karesinden açık savaşa doğru kaydı.
İsrail'in suikast için yeni bir teknik kullanması, bu tekniğin dünya sahnesindeki diğer savaşlarda da kullanılmasına kapı açıyor.
Hasan Nasrallah suikastında olduğu gibi, sahada savaş yoluyla değil, komuta merkezini hedef alarak doğrudan düşman liderlerini veya rakipleri vurmak yoluyla kuvvet felsefesinin yeni bir şekilde kullanılmasından ise bahsetmiyoruz bile.
Bu, izleme ve suikast kavramlarının yeniden meşrulaştırılmasına kapı aralayabilecek bir felsefe.
Çağrı cihazları ile telsizlerin patlatılmasından başlayarak, Lübnan'da Hizbullah'ın üst düzey liderlerinin öldürülmesine kadar geçen 10 günün ayrıntıları, bizi, bütün bir yüzyıl boyunca Ortadoğu'da yaşananlardan farklı yeni haritalar ve siyasi anlamlarla karşı karşıya bırakıyor.
Dahası bizi, yeni bir savaş kavramı ve felsefesiyle karşı karşıya getiriyor.
Bu kavram ve felsefe ise kasırgaların ve jeopolitik fırtınaların ortasında kalan, halklar için gerekli olan, kendisine yüklenilmiş merkezi rolden uzaklaştırmaya maruz kalan kapsamlı ulus-devlet kavramını geri kazanmak için bizi kendimizi gözden geçirmeye yönlendiriyor.
Zira ulus-devletin merkezi rolünden uzaklaştırılmaya çalışılması, dışarıdan desteklenen yerel güçler ile yalnızca sponsorlarının çıkarlarını düşünen anarşist ve işlevsel emellere imza atarak varlıklarını yenileyen milis grupların doldurmak için yarıştığı stratejik bir boşluk bıraktı.
İsrail, Filistin ve Lübnan arasında en az bir asırdır bölgesel sahnede olup bitenlerden öğrenilen dersler var çünkü tarihin parçaları tüm Arap bölgesinin geleceğiyle çarpışıyor.
Artık sessiz kalma veya izleme lüksü yok.
Bölge halkının ve yöneticilerinin anın merkezinde durması gerekiyor.
Ulus-devletin varlığını gruplardan, örgütlerden ve milislerden arınmış güçlü kurumlarla pekiştirecek yeni bir fikir ve politika mühendisliği olmalı.
İsrail'in bu boşluktan ve ulus-devletler duvarındaki gedikten yararlanarak, bölgesel alana sızdığına şüphe yok.
Amacı da Ortadoğu'nun düzenlenmesi için doğru model olarak gördüğü bir haritayı gösteren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun belirttiği gibi, Ortadoğu'yu yeniden düzenlemek.
Mesaj açık, eski ve yenilenmiş.
Planlar laboratuvarlarda hedef ortamın uygunluğuna göre yenileniyor.
Arap sahnesinde bir yanda İsrail ile Lübnan, diğer yanda İsrail ile Filistin arasında birbirini takip eden ve baskı yapan olaylar, gelecekten gelecek çok sayıda, farklı ve çok dallı meydan okumalarla başa çıkmak için alışılmadık bir Arap stratejik vizyonunu gerektiriyor.
Zira İsrail, daha önceki savaşlarda alışıldığı gibi, şehirleri, sivilleri ve ekonomik kapasiteyi hedef alarak, uluslararası hukuku ve uluslararası insancıl hukuku alışılmadık bir şekilde görmezden gelerek savaşın kurallarını değiştirdi.
Dahası İsrail, çağrı cihazları ve telsizler hadisesinden Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın tüm liderleriyle birlikte Lübnan'ın başkenti Beyrut'un güney banliyösünde suikasta uğramasına kadarki hadiselerde, sivil olanı askeri bir makineye dönüştürmekten çekinmediği için bölge yeni bir savaş oyunuyla karşı karşıya.
Gerçek şu ki İsrail, gruplarla, örgütlerle ve milislerle savaştığı için gerçek anlamda galip gelemiyor.
Ama elbette arkasında büyük güçler bulunan İsrail ile yetenek ve gücü ne olursa olsun herhangi bir örgüt arasında askeri güç dengesi açısından büyük bir fark var.
Son olarak Ortadoğu bölgesinin artık iki “hilal” arasında yer aldığını söyleyebiliriz.
Bu birbirini takip eden ve bastıran olaylardan çıkarılan Arap dersi, özellikle sözde Arap Baharı nedeniyle ağır bedeller ödeyen başkentlerde, ulus-devlet kavramının hızla restorasyonunu gerektiriyor.
Halihazırda içinde olduğumuz an kendi adına konuşuyor ve bölgenin bilgelik ve siyasi cesaret ipini elinde tutması gerekiyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.