Devletler, medeniyetler ve 21'inci yüzyıl

Mesele şu ki, ortada intikam almak isteyen mağlup bir imparatorluk, hak ettiği konumu elde etmek isteyen yükselen bir başka imparatorluk ve gücünü eksiltmeden sürdürmek isteyen üçüncü bir imparatorluk var

İllüstrasyon: Joan Wong/Foreign Policy

Üç ay önce '1516: Ortadoğu'yu Değiştiren Yıl' başlıklı bir kitap yayımlandı. Bununla, Osmanlıların Halep'in kuzeyinde Memlükleri mağlup ettiği ve Şam, Mısır, Harameyn (Mekke ile Medine) de dahil olmak üzere Arap Yarımadası'nı ele geçirdiği Mercidâbık Savaşı kastediliyor.

Aslında bu savaş, Ortadoğu'yu değiştirmekle kalmayıp Osmanlı Devleti'ni dünyanın doğusunun kaderini üç yüzyıldan fazla bir süre belirleyen bir imparatorluk haline getirdi.

'İslam, Çin, Avrupa' adlı kitabın yazarı Toby Huff'a göre bu kutuplar, 16'ncı yüzyılda medeniyetleri ve dinleri sembolize etseler de esasında dinî ve medeni sembolleri kullanan ve çatışan birer imparatorluğa dönüşmüş milletler ve devletlerdir.  

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Samuel Huntington, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden hareketle otuz yıldan fazla bir süre boyunca medeniyetin, dinin ve değerlerin zaferi teorisine dönmek istedi (Medeniyetler Çatışması, 1993-1996).

Ona karşı çıkanlar ise medeniyetlerin, sadece dinleri temsil etmediğini, üstelik çatışmayıp aksine uzun süreçler boyunca birbirlerini etkilediklerini söylediler.

Ayrıca halkların çabalarıyla arzularından oluşan milletler, ülkeler veya devletlerin mücadele verdiklerini, hâkimiyet süreçlerinde küçülüp büyüdüklerini ancak yok olmadıklarını, medeniyetlerin ise toplumlarda etkinliğini sürdüren ve uzak mesafelerde ülkeleri de aşan kültürlerde ölümsüzleştiğini iddia ettiler.

Niçin bu düşünceye döndük? Çünkü 100'üncü yılına giren realist siyasetçi Henry Kissinger, medeniyetlerden değil, devletlerden ve onların geçtiği önemli duraklardan bahsediyordu.

Rusya bir imparatorluğa dönüştükten sonra tekrar ulusal devlet sınırlarına çekildi; ABD bir imparatorluk haline geldi. Ama sonunun Rusya'nınki gibi olmasını kabul etmiyor.

Bu yüzden yumuşak ekonomik, kültürel ve coğrafi gücünün ötesine geçerek çeşitli biçimlerde askerî gücünü kullanıyor.

Rusya ve Çin karşısında ortak değerler paydasından ve esasında Rusya ve Çin'den yana duyulan endişe ve korku duygusundan hareketle askerî ittifakını geliştirmesi de buna dahil.

Çin ise daima itibar gören bir güçtü, ancak kendi surlarının dışına yönelik hırsları yoktu.

Daha sonra Avrupalılar, Ruslar ve Japonlar ona saldırarak onu alt edince o da son on yıllarda sömürgeci Avrupalılar ve ABD gibi yeni imparatorluğunu inşa etti.

Çin'in tarihî davranışında öne çıkan ve yeni olan şey, daha önce görülmemiş olan imparatorluk hırsıdır.

Devletlerin kültürü, medeniyetlerin ve dinlerin kültürleri gibi değildir. Toby Huff, Çin ve İslam medeniyetlerinin barış içerisinde ticaret, kültür ve bitişik yaşamda barışçıl bir şekilde değiş tokuş yaptıklarını ve önce Portekiz ve ardından İspanya ve Britanya toplarının yüzyıllarca süren bu barışı imha ettiğini savunuyor.

Peki, Hint Okyanusu'nun denizleri ile sahillerini ve Çin Denizi'ni kontrol etmek için yapılan ve sadece Avrupalılar ile Müslümanlar ve Çinliler arasında değil, aynı zamanda Avrupalıların kendi aralarında da yürütülen üç asırlık çetin deniz savaşlarında kültür ve medeniyetten kim söz edebilir?

Bu, Avrupa ülkelerinin mal, sömürge ve stratejik noktalar elde etmek için birbirlerine karşı verdikleri bir mücadeledir.

Doğu'nun Asya ve Afrika bölgeleri üzerindeki kontrolünün Avrupalılar ve Amerikalılar arasında el değiştirmesiyle geçen 150 yılın ardından şimdi Çin çıkmış, uzak ve yakın çevresine yayılıyor ve ondan ve Rusya'dan korkan Avrupalılar ile Rusya arasında arabuluculuk yapmak bahanesiyle himayesini Rusya'ya kadar genişleterek, Amerika ve Avrupa'ya kendi evinde meydan okuyor! Ortak değerler ve hatta dinler, bu mücadelenin neresinde?

Dinlerin bununla bir alakası yok. Değerlerin ise medya ve karşılıklı söylemler dışında herhangi bir rolü yok. Baskın olan asıl şey, ortak veya zıt çıkarlardır.

Kissinger, ABD-Çin ilişkisindeki krizi, dünyanın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana tanık olduğu en ciddi kriz olarak görmekte ısrar ederken yanılmıyor, 'medeniyetler çatışması' kılıfını da kullanmıyordu.

Bu, ülkelerin stratejik mallar, küresel ticaret ve stratejik noktalar üzerine girdiği bir çekişmedir. Ne eksik ne fazla: Çin dünyanın ekonomik ve siyasi liderliğini ABD ile paylaşmak istiyor.

Kissinger, iki tarafın da bir diğerine karşı sabit fikirli olmasından şikayetçi. Nitekim Amerikalılar, Çinlilerin dünya liderliğini onların elinden almak istediklerine inanıyor; Çinliler ise Amerikalıların ısrarla onları tâbi kılmaya çalıştığını düşünüyor ve denk ortaklıktan aşağısını kabul etmiyor!

Peki, dünyanın 'geri kalanı' ne yapıyor?

ABD'nin Çin ve Rusya ile olan çekişmesinde dünya üç kısma ayrıldı. Bir kısım, ABD'nin yanında yer alıyor ki bu, şu ana kadarki en büyük kısım.

Diğer bir kısım da Çin ve Rusya'nın yanında. Üçüncü birileri ise bir ona bir buna hafif eğilim göstermekle birlikte her iki kutupla da güzel ilişki sürdürmek istiyor.

Mesela Hindistan, Rusya ile güzel, hatta iyi ilişkilere sahip ama Çin tarafından damgalanmak da istemiyor. Bu yüzden biraz ABD'ye meylediyor, ancak tedirginliği devam ediyor ve çok kutupluluk çağrısına sarılıyor.

Soğuk Savaş sırasındaki Olumlu Tarafsızlık veya Bağlantısızlar Hareketi gibi bir cephe veya grup için imkân var mı?

Görünüşe bakılırsa Çin-Rusya, böyle bir grubu kabul etmeye daha yatkın ama Amerikalılar tarafsızlık gerekçesiyle "düşmanlığa" sessiz kalmayı kabullenmiyor ve razı olmuyor!
 


Dört kıtada dünyanın büyük bir bölümü, küresel durumun kötüleşmesi ve gerilim noktalarının artması sebebiyle endişe duyuyor.

Tüm bu huzursuzluk elbette Ukrayna üzerindeki çekişmeye ya da Tayvan ve Güney Çin Denizi üzerine verilen mücadeleye bağlanamaz.

Ancak büyük güçler arasında bir uzlaşma olmadığında kargaşayı kontrol altına alma gücü ve devletlerin egemenliğine riayet azalır ve kırılganlığın 'kötüye kullanımı' teröristler için bile kolaylaşır.

Yani çatışma büyük ve inişli çıkışlı bir şekilde uzun bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.

Unutmayalım ki Britanya ve Fransa gibi geleneksel sömürgeci güçler, İkinci Dünya Savaşı'nda birkaç yenilgiden sonra merkezi güçlerin sınırlarına çekildi.

Hindistan'dan çıkış, Fransızların Vietnam'daki yenilgisi ve Süveyş Savaşı'nın kaderi gibi. ABD ise Irak ve Afganistan'da başarısızlıkla sonuçlanan iki savaşa girdi. İbret alıp da başkalarına itiraf etmezler mi?

Joseph Nye, ABD'nin, 'galibiyetinde' parçalanmış Rusya'yı hesaba katmamasından, egemenliğin sonuçlarını düşünmemesinden, Irak'a gereksiz yere saldırmasından ve Afganistan'dan çabuk çıkmamasından şikayet ediyor.

Kissinger ve diğerleri gibi Nye da Çin'e yönelik politikaların, yaptırımlar ile Çin Denizi üzerindeki savaş uçaklarının sayısının artırılmasından ibaret kalmasından yana endişeli.   

Mesele şu ki, ortada intikam almak isteyen mağlup bir imparatorluk, hak ettiği konumu elde etmek isteyen yükselen bir başka imparatorluk ve gücünü eksiltmeden sürdürmek isteyen üçüncü bir imparatorluk var.

Ve bu üç küresel örnek arasında tanık olunan küresel bir sefalet!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU