Sultanların kansız oyunu: Satranç

Satranç ile ilgili geniş kapsamlı çalışması bulunan H. J. R. Murray bu oyunu temelde bir savaş oyunu olarak değerlendirir:

Tarihsel olarak satranç bir savaş oyunu olarak sınıflandırılmalıdır. İki oyuncu, bir savaş alanında eşit güçte iki ordu arasında, kapsamı sınırlanmış ve her iki tarafa da zemin avantajı sağlamayan bir çatışmayı yönetir. Oyuncular, kendi akıl yürütme yeteneklerinin sağladığı yardımlardan başka bir yardıma sahip değildirler ve zafer genellikle stratejik hayal gücü daha güçlü olana, kuvvetlerinin yönü daha becerikli olana, pozisyonları öngörebilme yeteneği daha gelişmiş olana düşer.


Satrancı hangi milletin dünyaya armağan ettiği tartışmalı bir konudur. Öne çıkan üç teori bulunur: ilki ve en güçlüsü Hindistan coğrafyasında doğduğudur.

Diğer bir görüş bu oyunu antik Mısır kültürüne dayandırır. Son yıllarda ortaya atılan görüşlere göre ise satrancın mimarı Türklerdir ancak bu iddia güçlü delillere dayanmaz. 

Ayrıca, bazı kötü niyetli din adamları satranç için haram dese de İslam uleması içinde birçok kimse satrancı bizzat İdris Peygamberin icat ettiğini söyler.

Ayrıca İslam tarihinde satranca yönelik menfi bir tutum neredeyse yoktur. Son dönemde bu iddiaların nereden çıktığını anlamak mümkün değildir. 

Kesin olan tek görüş ise bu insan harikası oyunun Doğu medeniyeti tarafından geliştirildiğidir.

Satrancın muadili sonsuz kombinasyona ve stratejiye sahip başka bir oyun yüksek teknoloji ve birikime rağmen hala icat edilememiştir. 

Üstelik satrancın temel oyun kuralları neredeyse yüzlerce yıldır hiç değişmemiş olması insanı şaşırtan başka bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. 

Satrancın Antik Mısır'da ortaya çıktığını savunanlar görüşünü Prenses Nefertiti'nin mezarında bulunan bazı blok ve gravürleri delil gösterir.
 

nefertiti.jpg
Prenses Nefertiti

 

Başka delil ya da yazılı kaynak sunulmaması bu tezi zayıflatan bir unsur olarak durmaktadır. 

Yazılı kaynaklarda ilk kez Hindistan'da geçmesi bu oyunu Hintlilere mal eder. Sanskritçe'de bu oyuna chaturanga ismi verilmekteydi.

Oyunun oynandığı tahtaya ise sekiz tahta anlamına gelen aştapada ismi verilmişti. Farsçada çetreng ve nihayet Arap lisanında şatranç denilecekti. 

Satranç tarihi belgelerin bizlere aktardığına göre Hindistan'dan İran'a ve oradan dünyaya yayılmıştı. 
 

Satranç tarihi 1.jpg
Görsel: Chess

 

Satrancı Batılılara öğretenler Abbasiler olmuştur. 

Halife Harun Reşid tarihte karşımıza büyük bir satranç ustası olarak çıkıyor. Büyük İslam âlimi el- Kindî bir diğer büyük satranç oyuncusudur.

Tam burada satrancı haram olarak niteleyen güruha cevap niteliğinde el- Kindî ve cühela taifesine arasında geçen bir hikâyeyi aktarmak faydalı olacaktır.

Neredeyse her şeyi bidat olarak yaftalayıp ona buna reddiye yazan ayak takımı büyük İslam âlimi el- Kindî'nin karşısına satranç oynadığı bir sırada dikilir.

Büyük İslam düşünürü vakur duruşunu bozmaz ve eliyle meramınız nedir anlamına gelen bir işaret yapar.

Cüheladan bir kişi sorar:

Ya el- Kindî, Allah'ın kitabı ve peygamberin sünneti-hadisi dururken bu gâvur Platon ve Aristo'nun kitaplarını neden tercüme edip durursun?


el- Kindî yüzünde hafif bir tebessümle başını oyundan dahi çevirmeden tek bir cümle ile cühelayı "mat" eder:

Her hakikat kendi menşeinden müstakildir.

(Yani hakikatin kaynağı sorgulanmaz, hikmet çıktığı kaynaktan münezzehtir.)


Satrancın bilinen diğer müdavimleri: Mevlana, Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail gibi isimlerdir.

Ayrıca Atatürk'ün de bu oyunun büyük tutkunlarından olduğu bilinmektedir. 

Manole Neagoe, "Bozkırın Üç Atlısı: Atila, Cengiz, Timur" eserinde Timur'un sıkıntılı zamanlarda satranç oynayarak teselli bulduğunu söyler.

Neagoe'nin Timur'a atfettiği sözlerde satranca dair şu ilginç ifadeler dikkat çeker:

Krallıkları zapt etmek bir satranç oyunu olduğundan,  gündüzleri aydın ve bilge kişilerle satranç oynuyor, geceleri odama çekilerek yatağımda idari meseleler üzerine zihnimi yoruyor, bunları çözümleyecek çareler düşünüyordum.


Selçuklu'nun büyük devlet adamı Nizâmülmülk padişaha edip yani dost olacak kişinin mutlaka iyi derecede satranç oynaması gerektiğini söyler:

Her daim neşeli, kafadar olup, tavla ve satrancı iyi bilmelilerdir.

(Siyâsetnâme)
 

 

Mevlana, satranç oyununu siyasetin gölgesi olarak görür ve sultanların oyunundaki küçük rolümüzü şu veciz ifadelerle dile getirir:

Can padişahı, satranç oyunundaki piyade gibi haneden haneye sürüyor bizi; acaba kazandı mı mat mı oldu? Çünkü sınanan biziz.


Osmanlı geleneğinde satranç denildi mi akla ilk gelen Cem Sultan'dır.

Osmanlı'nın en talihsiz sultanı Cem, geniş bir muhibbi olan şairi ve sanatçıyı koruyan kimseydi.

Onun dertli hayatındaki iki tesellisi vardı: şiir ve satranç. 

Ne yazık ki yurdundan ağaçtan düşüp savrulan bir yaprak gibi her rüzgârın akıbetine uğrayan Cem, satranç tahtasındaki hünerini kendi hayatına pek yansıtamamıştı. 

Osmanlı padişahları içerisinde satranca en düşkün olanı Yavuz Sultan Selim'di.
 

yavuz sultan selim.jpg
Yavuz Sultan Selim

 

Bazı rivayetlerde Yavuz, Trabzon'da şehzadeyken bir derviş kılığında İran'a kadar gittiği ve burada Şah İsmail ile satranç oynadığını iddia eder.

Şah İsmail'in yabancılarla satranç oynamayı sevdiği bilinen bir gerçek, Yavuz'un gerçekten karşısına geçip oynayacak deli cesaretine sahip olduğunu da düşününce olmayacak şey değil doğrusu.
 

Dördüncü Murat.jpg
Dördüncü Murad

 

Yine Osmanlı'nın kudretli Sultanı Dördüncü Murad, Bağdat'ın fethiyle görevlendirdiği Hafız Paşa'nın yardım talebine gazel şeklinde ve satranca dair birçok ifadeyi içeren cevap padişahın hem şiire hem satranca olan istidadını gösteriyor:

Hâfızâ Bağdâd'a imdâd etmeğe er yok mudur 
Bizden istimdâd edersin sende asker yok mudur 
Düşmeni mât etmeğe ferzâneyim ben der idin 
Hasma karşı şimdi at oynatmağa er yok mudur 
Gerçi lâf urmakda yokdur sana hem-pâ bilürüz 

Merdlik da'vâ ederken bu muhanneslik neden 
Havf edersin bâri yânında dilâver yok mudur 

Sende âyâ gayret-i dîn ü peyamber yok mudur 
Bî-haberken saltanat ihsân eden Perverdigâr 
Yine Bağdâd'ı eder ihsân mukadder yok mudur 
Rüşvet ile cünd-i İslâm'ı perîşân eyledin 
İşidilmez mi sanursun bu haberler yok mudur
 …
Bir Alî-sîret vezîri şimdi serdâr eylerim 
Hazret-i Peygamber mu'în olmaz mı rehber yok mudur 
Şimdi hâlî mi kıyâs eylersin âyâ âlemi 
Ey Murâdî pâdişâh-ı heft-kişver yok mudur


Sultan Dördüncü Murad'ın bu muhteşem cevabı verdiğinde henüz 13 yaşında olduğuna dikkatinizi çekerim.

Günümüz Türkçesi ile kısaltmadan;

Ey Hâfız! Bağdat'a imdat etmek için sende asker yok mudur? Bizden yardım dilersin, senin yanında asker kalmadı mı? Düşmanı mat etmek için "ben hünerliyim" derdin. Şimdi düşmana karşı at oynatacak bir asker de mi yoktur? Laf söylemekte sana yoldaş bulunmaz, biliriz. Fakat senden hakkını alacak bir adalet dağıtıcı yok mu sanırsın? Erkeklik davasında iken bu kadınsı hareketler neden? Korkmaktasın, fakat hiç olmazsa yanında erkek de mi yoktur? Gevşeklik göstererek Bağdat'ı Şiilere bıraktın. Bundan dolayı yarın mahşer gününün sahibi sana düşman olmaz mı? Senin ihmalinle sebebiyle Ebû Hanife hazretlerinin şehrini vîrân ettiler; acaba sende hiç din ve peygamber gayreti kalmadı mı? Vakitsiz bir şekilde saltanat ve devlet ihsan eden Allah, yine bize Bağdat şehrini geri verir. Rüşvet ile İslam askerini perişan eyledin. Bu haberler bizim kulağımıza gelmez mi sanırsın? Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla düşmandan intikam almak için dinini seven sâdık bir vezirim yok mu zannedersin? Şimdi Hazret-i Ali gibi cengâver bir veziri kumandan tayin ederim. Ona Hazret-i Peygamberin yardımcı olmayacağını mı zannediyorsun? Hâfız! Acaba sen âlemi başıboş bırakılmış mı sandın? Ey Murad! Yedi iklimin padişahı sen değil misin?
 

Acaba seyyahımız Evliya Çelebi satranç için ne demiş diye baktığımızda yine günümüze cevap niteliğinde muhteşem cevaplar buluyoruz.

Seyyahımız satrancın camilerde oynanan ve cami cemaatinin vazgeçilmez bir uğraşı olarak gündelik hayatın vazgeçilmez bir meşgalesi olduğunu söyler. 

Üzerine söylenecek çok söz olsa da yine yazının sonuna geldik, kralların-sultanların oyununa dair son bir hikâye ile bitirelim.

Hint şahı, İran kralına satranç hediye etmiş ve "Dünyaya hükmetmek istiyorsan zekâ ve strateji sahibi olmalısın" demiş.

İran kralı da kendisine tavla göndererek "Sadece zeka yetmez, zarları hak getiren kader de senin yanında olacak" demiş.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU