Başına sıktığı kurşunun 30 yıl sonra öldürdüğü büyük Türk düşünürü

Büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp, Sultan Abdülhamid rejimine duyduğu öfkeye ve çaresizliğe yenik düşerek kafasına doğrulttuğu silahı ateşlemiş; ama bu kurşun onu yaklaşık 30 yıl sonra 1924 yılında öldürmüştü

Sultan II. Abdülhamid'i ideolojik bagajlardan bağımsız ele aldığımızda sevabı da günahı da olan bir sultan idi. 

Günün sonunda bir bilgenin dediği gibi tarih dün yaşandığında hayattır. Tıpkı hayatın kendisi gibi çelişkiler ve insani durumlarla doludur.

Tarih ve tarihi kişiler arabanın dikiz aynası gibidir, arada bakarsanız önünüzü daha net görürsünüz; ama sürekli olarak dikiz aynasına bakan kişi ya yoldan çıkar yahut da önündeki nesneye fütursuzca çarpar.

Velhasıl, Sultan Abdülhamid'i konuşurken araştırmacıların Sultanı sevmek ya da nefret etmek gibi bir zorunluluğu yoktur. 
 

Abdülhamid 1 (1) (1) (1).jpg
Sultan II. Abdülhamid

 

Sultan Abdülhamid'i sevdiğinizde Namık Kemal'den, Ali Suavi'den, Mehmet Akif'ten, Ziya Gökalp'ten ve daha nicesinden nefret etmek zorunda değilsiniz.

Büyük kalpler muhakkak birden fazla sevgiyi içerisinde taşıyabilirler. 

Ayrıca, zikrettiğimiz isimler sultanın kendisi ile ciddi problemleri bulunuyordu. Bunun temel nedeni Sultan Abdülhamid'in "istibdat rejimi" idi. 
 

said nursi.jpg
Said Nursi

 

Said Nursi, Sultan Abdülhamid'e sözünü esirgemeyen muhaliflerin başında eliyordu.

Nursi, Abdülhamid'in oluşturduğu korku ve baskı havasını kırarak Yıldız Sarayı'nı halka açmasını şu sözlerle tavsiye edecekti:

Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, bi'atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız'ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doludur; Yıldız'ı Dârül-Fünûn gibi yap.


Neyzen Tevfik, Sultan Abdülhamid'in dilinden yazdığı şiirde, şu ağır ifadeleri kullanacaktı:

Ben o celladım vatanda açtığım her yârenin 
İltihabı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm. 
Nerde Cengiz engizisyon, nerde 
Haccac u Yezid, Nerde Timur - Hülagû, nerde ecdâd-ı izam, 
Nerdedir Şeddâd u Nemrüd, nerdedir Ad u Semûd, 
Her cihetçe zaliman-i dehre ben oldum imam.

 

Mehmet Akif Ersoy.jpg
Mehmet Akif Ersoy

 

Mehmet Akif Ersoy, şiirlerinde ve yazılarında Sultan Abdülhamid'e oldukça ağır ifadeler kullanmıştır.

Akif'in hışımla karşısında durduğu ilk uygulama istibdat rejimidir;

Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd 
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd! 
Diyor ecdâdımız makberlerinden: Ey sefil ahfâd, 
Niçin binlerce ma'sûm öldürürken her gelen cellâd, 
Hurûs etmezdi, mezbûhane olsun, kimseden feryâd?


Ve nihayet Tevfik Fikret İstibdat rejimine öfkesini şöyle anlatacaktı:

Düşsün senin tahakkümüne boyun eğen baş, 
Kopsun seni -bir hak diye- alkışlayan eller!


Velhasıl boyun eğmeyi izzet-i nefsine ağır bulan büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp silahı kafasına dayayarak intihara teşebbüs edecekti. Abdullah Cevdet hadiseyi şöyle nakleder:

Diyarbakır münevverlerinden İsmail Efendi'nin evinde bir akşam oturuyordum. Bir genç hizmetçi geldi ve İsmail Efendi'nin kulağına bir şeyler söyledi. İsmail Efendi'nin rengi atmıştı.

'Ne var?' dedim. 'Ziya (Gökalp) kendini vurmuş!' dedi.

Derhal oradan kalktık Ziya'nın evine gittik. Kendisini kan içinde ve başı bağlı bulduk. 

'Ne yaptın Ziya?' dedim.

'Tabanca bana hıyanet etti' dedi.

Bu sözüyle tabancanın kendisini öldürmediğinden şikâyet ediyordu. Hemen yarasını temizledim. Pansuman yaptım, müsterihti. Beş dakika sonra gömleğiyle eti arasında buruşmuş bir kâğıt çıkardı bana verdi. Bu kâğıtta sebeb-i âsarını izah ediyordu ve Abdülhamit'ten şikayetle benim kanım çehre-i istibdâda saçılmalıydı, diyordu.
 

Ziya Gökalp 2.jpg
Ziya Gökalp 

 

İleri gazetesinde Gökalp'in ölümüne ilişkin otuz sene önceki kurşunu işaret eden haberi görüyoruz:

Evvelki akşam Dr. Mazhar Osman, Âkil Muhtar Beyler ile Hakkı Şinasi Paşa Fransız Hastahanesi'ne giderek Ziya Gökalp Bey'e konsültasyon yapmışlardır. Ziya Gökalp Bey'in röntgen ve muayene edilen dimağında otuz sene evvel başına giren kurşun izi müşahade edilmiştir. İçtimaiyat mütehassısımızın hastalığı beyin iltihabıdır ve yapılan konsültasyonda süratle ilerlediği görülmüştür. Mütehassıs etıbbamızın beyanına göre Ziya Gökalp Bey'in hayatı maalesef ümitsiz bir safhaya girmiştir.


Türkçülüğün en büyük teorisyeni, dilde sadeleşmenin mimarı büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp, Sultan Abdülhamid rejimine duyduğu öfkeye ve çaresizliğe yenik düşerek kafasına doğrulttuğu silahı ateşlemiş; ama bu kurşun onu yaklaşık 30 yıl sonra 1924 yılında öldürecekti. İstibdatın ölümüne neden olduğu ilk Türk aydını da Ziya Gökalp değildir. 

Boerler Meselesi sonrası sürgün edilen genç aydınlardan birisi de Peyami Safa'nın babası İsmail Safa idi.

Sivas'a sürgün edilen Safa, kahrından verem olarak öldü. Bu sebeple Peyami Safa, Sultan Abdülhamid'i asla affetmediği söylenir.
 

Peyami Safa ile Necip Fazıl.jpg
Peyami Safa ile Necip Fazıl

 

Peyami Safa ile önce dostluk sonra düşmanlık düzeyinde bir ilişkisi bulunan Necip Fazıl Hadise'yi şöyle aktaracaktı:

Bizzat Peyami Safa'dan dinlediğime göre, (Boer)lere İngilizler tarafından yapılan o şeni zulümler üzerine bütün Avrupa İngilizler aleyhine ayaklanırken, babası şair İsmail Safâ, birkaç edebiyatçı arkadaşıyla İngiliz Elçiliğine gitmiş ve aynı muamelenin Türkiye'ye yapılmasını sefirden istemişler! Bundan sonra, Peyami Safa'nın değil, kendi fikrimi söyleyeyim ki, vatana hiyanet çapında ve idamlık bir suç olan bu harekete karşı Abdülhamîd, İsmail Safâ'yı, oğlu Peyami iki yaşındayken Sivas'a nefyetmiş ve ayda bilmem kaç altun maaş bağlayarak orada oturtmuş... İsmail Safâ da, Sivas'ta veremden ölmüş...

-Vay, hain Abdülhamîd benim babamı öldürdü! Peyami'nin kanaati buydu ve benden bir gün şu cevabı almıştı:

-Abdülhamîd senin babanı öldürmedi, kesesinden besledi. Ben onun yerinde olsaydım babanı astırırdım!

Yine Peyami Safa'dan dinlediğime göre, Abdülhamîd bu sürgün hakkında soru soran İngiliz seferine şöyle diyor:

-Siz burada yabancı bir devletin temsilcisi misiniz, yoksa birini murakabe etmeye memur bir fevkalade komiser mi? Burdan çıkınız ve bir daha böyle mevzular üzerinde benden rüşvet istemeyiniz! Ayni hareket İngiltere'de yapılsa acaba yapana nasıl bir ceza verirdiniz diye sormaya lüzum görmüyorum

(…) Türkiye'nin Afrika vahşilerine uygun bir muameleye, istilâ ve kılıçtan geçirilmeye tabî tutulmasını İngiliz sefirinden istemenin cezası asılmaktan ve sehpada üç gün sallandırılmaktan gayrı ne olabilirdi?


Elbette her aydın yahut düşünür müzmin bir Abdülhamid karşıtı olarak kalmamıştır. Örneğin Said Nursi, Abdülhamid'in sıkıyönetimine olan sert sözlerini şu ifadelerle yumuşatır:

Eski Said, bâzı dâhî siyâsî insanlar ve hârika ediplerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdâdı hissedip ona karşı cephe almışlardı. O hiss-i kablelvukù tâbir ve te'vile muhtaç iken, bilmeyerek resmî, zayıf ve ismî bir istibdat görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Hâlbuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdatların zayıf bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksat doğru, fakat hedef hatâ…


Elbette Rıza Tevfik Bölükbaşı, Sultan Abdülhamid karşıtı isimler içerisinde en keskin dönüşü yapan isimdir denilebilir:

Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik, 
İhtilâle kıyam etmeli dedik; 
Şeytan ne dediyse, biz 'belî' dedik; 
Çalıştık fitnenin intibahına. 
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz, 
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz. 
Sade deli değil, edepsizmişiz. 
Tükürdük atalar kıblegâhına.


Velhasılıkelam, Sultan Abdülhamid'in istibdat rejimi karşısındaki çaresizliği sonucu Ziya Gökalp tabancasını kafasına dayamış; ama namludan çıkan kurşun büyük Türk düşünürü tam otuz yıl sonra öldürmüştü.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU