HDP ne yapmalı?

Üç temel parametre ekseninde yeni bir tartışmaya ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim. Demokrasi, özgürlük ve farklılıkların gönüllü bir aradalığı…

Fotoğraf: AA

Türkiye'nin temel sorun alanlarına ilişkin olarak güncel siyasi tartışmalar bir yanda devam ede dursun.

Bu başlıkta yapılmakta olan tartışmalara ilave söylenebilecek yeni bir şeyin olduğunu düşünemiyorum.

Hayat pahalılığı başlığı altında toplanan bu tartışmaları iki içerikte toplamak mümkün:

Birincisi, iktidar cenahında yapılan, ağırlıklı olarak defans içerikli değerlendirmeler.

İkincisi, muhalefet cenahında yapılan atak içerikli değerlendirmeler.

Bu haliyle güncel siyasetin gündeminin konsolide olmasında bir beis yok gibi görülmektedir.

İki içerikte gerçekleşen politika düzlemini sorunun veya sorunların çözümü için yeterli görüyor muyuz?

Sanırım bir koşullanma olmaksızın değerlendirme yapıldığında olumlu cevap vermek mümkün değildir.

Mevcut düzleme göre tasarlanmış politik arena Türkiye'nin geleceğini kurtarmaya yetmeyecektir.

Ne iktidarın popülist ekonomi argümanları ne de muhalefetin alternatif olarak sunduğu argümanlar sorunun çözümünü mümkün hale getiremeyecektir.

Zira hayat pahalılığı da dâhil Türkiye'nin temel sorunlarının kaynağı yapısaldır.

Şunu yadırgamıyorum: Vatandaşın tenceresinin kaynayıp kaynamama durumuna göre refleks göstermesi doğal bir davranış biçimidir.

Ancak aynı şeyi siyaset kurumu açısından söylemek mümkün değildir. 

Hâlihazırda mevcut iktidarın seçim kaybetmesi için her türlü politik olanak var iken muhalefetin topluma umut verememiş olmasının başka sebepleri olsa gerek.

Ki, ben buna inanıyorum. Türkiye'nin içine sürüklendiği ekonomik ve soysal buhranın nedenleri salt ekonomik göstergelerle izah edilemez.

Çoğu yerde okursunuz: Türkiye potansiyeli olan bir ülkedir. Ama her nedense bu potansiyeli harekete geçirecek temel argümanlar tartışmanın konusu edilmez. 

Lafı eğip bükmeden söyleyelim. Türkiye'nin başta ekonomik sorunları olmak üzere tüm sorunlarının kaynağı sistemseldir. Yani yapısaldır. 

Yapısal soruna ilişkin iktidar blokunun kendisine göre tasarladığı bir düzlemi var. C

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak tanımladıkları sistemin temel parametreleri güçlü üniterleşme eksenine oturuyor.

Hızlı karar alma süreçlerini devreye soktuklarında tüm sorunların üstesinden gelebileceklerini düşünüyorlar (sanırım yanıldıklarını söylemeye gerek yoktur).

Verili koşullarda alternatif gibi görünen altılı bileşenden müteşekkil muhalefet bloku ise güçlendirilmiş parlamenter sistem tasarımını yaparak iktidara gelebileceklerini düşünüyor.

Onların da önerdikleri sistem üniterleşmeye dayalıdır. Sembolik yetkili vesayet kurumu olarak cumhurbaşkanlığı yanı sıra süper yetkili başbakanlık kurumu ekseninde (yeni) bir sistem tasarladıklarını iddia ediyorlar. 

Her iki sistem tasarımına ilişkin tartışmanın bir zaman kaybı olduğunu düşünenlerdenim.

Esasında iki tasarımın da siyaset biliminde bir karşılıklarının olmadığını söylemek abartılı bir ifade olmayacaktır.

Her iki öneriye ilişkin olarak dünyadaki benzerlere bakıldığında şöyle bir veriyle karşı karşıyayız: 

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine yakın örneği bulmak için uzağa gitmeye gerek yoktur. Türk tipi başkanlık sisteminin tekabül ettiği örnek BAAS sistemidir.

Bu sistemde mutlak otoritenin yanında sembolik muhalefet vardır. İktidarın sürekli iktidar, muhalefetin sürekli muhalefet olduğu bu sistemin içeriğinde demokrasi aramak anlamsızdır. Dolayısıyla fazla söze gerek yoktur. 

Altı bileşenli masanın önerdiği ise esasında eskinin kısmen revize edilmiş halidir.

Cesaret etseler Fransa veya Rusya tipi yarı-başkanlık sistemini öneriyoruz diyeceklerdir. Ama lafı dolandırmayı tercih ediyorlar.

"Herhangi bir parlamentarizm modeliyle özdeşmeyen" Türk tipi güçlendirilmiş parlamenter sistem öneriyorlar.

Olamaz mı? Olur, ama Türk tipi başkanlık sistemi ne kadar başarılı olduysa bu da o kadar başarılı olacaktır. Sonucu görmek için kâhin olmaya gerek yoktur. 

Özellikle muhalefet cenahında parlamentarizmin fetişleştirildiğini görüyoruz.

Bu tartışmalar içinde parlamentarizmin bu kadar kutsanmış olmasını gerçekten anlamlandıramıyorum.

Özü itibarıyla azınlığın çoğunluğa hükmettiği bir sistemdir, parlamentarizm. Aristokrasinin siyasal aklının ürettiği bu sistemde ısrarın toplumsal refah ve demokratik yaşamı tesis edeceğine inanlar vardır elbet.

Böyle düşünenlerin verecekleri örnekleri öngörmek zor değildir. Sistemin atası coğrafyadan örneklerle güçlendirilmiş kabulle cevap vereceklerdir. 

Mesela; 

İlgiltere: Esasında monarşiye dayalı bir sistemdir. Anayasal sistem tanımı 'meşruti monarşi'dir. Kral ve kralın belirlediği Lordlar Kamarası egemendir. Avam Kamarasının her kararı bunların kabulüne tabidir. 

Belçika: Federal parlamenter sistem. Yönetim modeli monarşidir. Bir kralı var. 

İsviçre: Federal cumhuriyet. Yönetim modeli monarşidir. Bir şansölyesi var.

İsveç: Üniter parlamenter monarşiyle yönetiliyor. Bir kralı var. 

İspanya: Üniter parlamenter monarşiyle yönetiliyor. Bir kralı var. 

Danimarka: Üniter parlamenter sistem ve anayasal monarşi ile yönetiliyor. Bir kraliçesi var.

Uzaklardan bir örnek olarak da Japonya: Üniter parlamenter sistem ve anayasal monarşiyle yönetiliyor. Bir kralı var.  

Devamını getirebiliriz. Daha başka örnekler de mevcuttur. Özellikle bunları sıralıyorum çünkü esas itibarıyla devletin idari yapısı üzerine cümle kurulduğunda akla gelen örnekler olduğu için bunları yazdım. 

Örneklerini sıraladığım bu parlamertarizm uygulamalarının ortak noktası vesayet kurumuna sahip oluşlarıdır.

Nitekim bizde de tartışma yürütülürken bir vesayet kurumuna ihtiyaç duyulmadan cümle kurulamamaktadır.

Bu örneklerin hepsinde tıkır tıkır işleyen demokratik bir sistemleri mi var?

Ayrı bir tartışmanın konusu ama şunu söyleyeyim; derler ya ancak 'kuyruğuna bastığınızda yezidliğini görürsünüz'; bunlarınki de o misal. İhtiyaç hâsıl olursa ayrıca tartışırız.

Bunları belirttikten sonra gelelim başlıkta ifade ettiğimiz sorunun cevabına.

Öncelikli olarak HDP'nin Türkiye'nin siyasal sistemine hem idari yönden hem de siyasi yönden ne savunduğu hususu açık değildir.

11 maddelik tutum belgesinin birinci maddesinde şunu söylüyor:

Türkiye'nin temel ihtiyacının katılım, müzakere ve demokratik uzlaşı esasına dayalı, evrensel temel hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde sağlandığı güçlü demokrasi olduğuna inanıyoruz. Bu çerçevede geniş yetkilere sahip çoğulcu bir parlamentonun bulunduğu, kuvvetler ayrılığının tam anlamıyla işlediği, denge ve denetleme mekanizmalarının gerçekten etkili olduğu bir demokratik parlamenter sistem öngörüyoruz.


Burada öncelikli olarak dikkat çeken 'çoğulcu parlamento' ifadesidir. Kavramsal olarak çoğulculuk parlamentarizmin kapsamı dışındadır.

Zira iktidarı belirleyen parlamento yapısı her zaman genel iradenin çoğunluğuna tekabül etmez.

İkincisi 'demokratik parlamenter sistem' olarak ifade edilen kabulün; örneğin altılı masanın önerdiği güçlendirilmiş parlamenter sistemden farklı olarak neyi ifade ettiği belli değildir.

Varsayılan farkı "katılım, müzakere ve demokratik uzlaşı" ifadesinin gizemi içinde tanımlamak mümkün mü? Pek mümkün görünmüyor. 

Şöyle ki; 

Varsayalım ki HDP ve tabi kapsadığı tüm bileşenleriyle birlikte altılı masanın yedinci üyesi oldu.

Altılı masanın tüm bileşenleri de 'katılım, müzakere ve demokratik uzlaşı' ilkesini itirazsız kabul ettiler.

Ve sesli düşünelim. Kürtçenin eğitim dili ve kamusal hizmet alınanda kabulüne ilişkin bir gündemle tartışma açıldı.

Yedi bileşenli masanın dört üyesi bu tartışmada olumsuz tutumda ısrar ettiler.

HDP o zaman çoğulculuk ilkesi gereği çoğunluğun kabul etmediği bu durumu kabul edebilecek mi? 

Şunu diyebilirsiniz: Temel hak ve özgürlükler hiçbir koşulda müzakere konusu edilmemelidir.

Eyvallah… Aynen katılıyorum ama Türkiye'de yaşanan temel sorun bu değil mi zaten?

Farklılıkların yok sayılmaları sorunu olmamış olsaydı bu bahisle bir tartışma açılmazdı, zaten. 

Aynı sorun başlığında HDP'nin öngördüğü kabulün devamı niteliğinde ilkeyi bütünüyle işletelim.

Katılım sağladınız. Fikirler beyan edildi ve güçlü bir müzakere gerçekleşti ve uzlaşamadınız.

Ne olacak? Ayrı düşmek dışında bir seçenek kalıyor mu? Kalmıyor. 

Ayrıca 'müzakere' kavramının siyasal yönetişimde tekabül ettiği anlam iktidar-muhalefet ikilemindeki diyalogdur.

Özne olarak yöneten mekanizmanın kendi içinde müzakere kavramı daha çok pazarlığa tekabül ettiğinden olumlu bir çağrışımı yoktur.

Tek başına kavramları toplumsal gerçeklikten soyutlayarak tanımlarsanız, o başka. Buna da kavramsal fetişizm demek durumunda kalacağız.

Zira siyasal yönetişimde toplumsal gerçeklik kendi kavramsal düzlemini yaratmak durumundadır. 

HDP'nin kurduğu cümlenin devamındaki 'erkler ayrılığı prensibiyle' devam edelim.

Cümle şöyle:

Bu çerçevede geniş yetkilere sahip çoğulcu bir parlamentonun bulunduğu, kuvvetler ayrılığının tam anlamıyla işlediği, denge ve denetleme mekanizmalarının gerçekten etkili olduğu bir demokratik parlamenter sistem.


Tasavvur edilen 'geniş yetkili' parlamento aynı zamanda kuvvetler ayrılığı prensibiyle de uyumlu olacak.

Kendi içinde çelişkileri olan bir ifade bu.

'Geniş yetkili' parlamentodan kasıt nedir? Açıklamaya muhtaç bir konu.

Başka türlü bir izahı ortaya konulmadığı sürece 'geniş yetkili' parlamento erkler ayrılığı prensibini erkler birliği prensibine dönüştürür.

Ve Türkiye bu deneyimi yaşadı. İstiklal ve takriri sükûn mahkemeleri bu deneyimin toplumsal hafızada yara bırakan uygulamalarıdır.

Elbette metni hazırlayanların kastı bu değildir ama ne yazık ki kurulan cümlenin –niyetten bağımsız olarak- çağrıştırdığı siyasal gerçeklik budur. 

Bunu da geçelim. En demokratik parlamentarizm deneyimlerinde bile erkler ayrılığı prensibi tam işletilememektedir.

Parlamentarizm erkler ayrılığı prensibini 'yasama ve yürütmenin birlikteliği' yargının ayrılığı prensibine göre işler.

Gerçekte erkler ayrılığı prensibini arzuluyorsanız savunacağınız parlamentarizm olmamalıdır. 

Bunun yerine HDP'nin devletin idari ve siyasi yapısına ilişkin olarak sözünü daha net kurması gerektiğini düşünüyorum.

Aksi yöndeki hiçbir fikri yadsımadan önerilerimi birkaç madde halinde sıralamaya çalışacağım.

Devletin idari ve siyasi yapısı başlığının yanı sıra bir başlıkta da temel hak ve özgürlüklerin kullanımına dair sistemsel barikatların ortadan kaldırılmasına dair de başlık açacağım. 

Devletin idari ve siyasi yapısına ilişkin: Federal başkanlık sistemi

  1. Devletin idari yapısı erkler ayrılığı prensibinin tam işletildiği başkanlık sistemi olmalıdır. Mutlak süreli başkan seçimi yöntemine geri çağırma ilkesi işlenmelidir. Mutlak süreli iktidar ABD sisteminin temel tartışma konularının başında gelir. Kimi ülkelerde proto uygulaması (Amerika'da eyalet valileri için işletilen bu ilke İsviçre'de hükümet için uygulanıyor) olan geri çağırma ilkesinin bizim siyasal sistemimize dâhil edilmesinde yarar vardır.  
     
  2. Genel iradenin yasama yönüyle temsiliyeti dual yapılı meclis sistemine dayandırılmalıdır. Federal meclisin yanı sıra bölgesel temsiliyete dayalı federal meclisin kararlarının bütünü kapsamasını denetleyecek ve aynı zamanda yürütmenin iş ve işlemlerinin toplumsal yarar açısından uygunluğunu gözetecek temsilciler meclisi olmalı. 
     
  3. Üniter yapı başlığı altında bölünmüş il idaresi yapısal olarak bölgesel temsiliyet koşuluna göre yeniden dizayn edilmelidir. Ekonomik, soysal ve kültürel özellikler itibarıyla aynılık gösteren yereller birleştirilmiş bölgesel yapıya kavuşturulmalıdır. ABD örneğinde olduğu gibi temsilciler meclisi eşit sayılı bölgesel temsiliyete dayandırılmalıdır. 
     
  4. Yürütmenin yetki alanı genel toplumsal gereksinimlerle sınırlandırılmalıdır. Az yetkili yetkili federal yürütme sisteminde toplumun yaşamına doğrudan temas eden hususlarda yerel meclis yetki sahibi olmalıdır. 
     
  5. Toplumsal yönetişimde uygulamadan doğan teamül fikri minimize edilmeli. Yasada tarif edilmeyen yetki kullanımının önüne geçilmelidir. 

Günümüz siyaset atmosferinde bu öneriyi tartışma imkânsızlığını savunanlar olacaktır elbet.

Vakti zamanında merhum Turgut Özal "federatif sistemi tartışabiliriz" dediğinde de aynı zihniyet vardı. 

Zira ne zaman devletin idari ve siyasi yapısına ilişkin olarak adem-i merkeziyetçilik eksenine oturan bir fikir beyan edildiğinde hemen devreye giren bir bölünme fobisi vardır.

Bu fobiyi azımsamıyorum. Tersine çok önemsiyorum ve bunu kırmanın bir yolunu bulmak durumunda olduğumuzu düşünüyorum.

Temel hak ve özgürlüklerin tam ve eşit uygulanması hususunu hem birey hem de kolektif kimlik bazında mümkün kılmak için sorunu yaratan siyasal sistemi revize ederek çözüm diye dayatmak doğru bir tercih değildir. 

Üç temel parametre ekseninde yeni bir tartışmaya ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim. Demokrasi, özgürlük ve farklılıkların gönüllü bir aradalığı…

Bu parametrelere dayalı ortak yaşam ülküsü etrafında şekillenen bir tartışma bizi bir yeniye kavuşturacaktır.

Zira bölünerek çoğalma bir doğa kanunu olmakla birlikte toplumsallığa ilişkin olan siyasal edimde bölünerek çoğalma yerine birleşerek büyüme tercih edilmelidir.

Bu siyasal edim günümüz Türkiye'sinde toplumsal sorunlarımızın çözümünde anahtar niteliğindedir.

Nitekim toplumsal sorunların kaynağı olan devletin yapısal sorununu tartışmaya açtığımız her aşamada bölünme fobisinin duvarına çarpıyoruz. 

Bu bölümde bölünme fobisi duvarının yıkılabilmesi için; 

  1. Bölünme kaygısı toplumsal bir realitedir. Bu kaygı öncelikli olarak siyasal düzlemde üretilen söylemin eseridir. Kaygı konusu haline getirilmiş bölünme düşüncesini bertaraf etmek için yine siyasal düzlemde geliştirilecek yeni bir söyleme ihtiyaç vardır. Federatif sistem tartışmasının engellendiği bu düzlemde bölünme kaygısını bertaraf edecek anayasal güvenceler yaratılmalıdır. 
     
  2. Bugünkü bölgesel kalkınma ajanslarının kapsam alanlarını aynı zamanda bölgesel siyasi ve idari temsiliyet alanlarına dönüştürdüğümüzü varsayalım. Bölünme kaygısının ortadan kaldırılması için tek cümlelik bir anayasal güvence yeterli olacaktır. 
     
  3. Genel iradenin bütünlüğü ilkesi altında, yerel iradelerin genel iradenin bütünlüğünü bozacak kararlar alamazlar koşulu getirilebilir. Daha açık ifadeyle; "Her hangi bir bölge meclisi ekonomik, soysal, kültürel, ırksal veya inançsal farklılıklarına dayalı olarak imtiyaz ve ya ayrılma talebinde bulunamazlar. Bu hükme tabi hususlar genel iradenin kararına bağlıdır" demek yeterli bir güvencedir.  

Başa dönerek cümlemizi yeniden kuracak olursak; günümüz Türkiye'sinin siyasal düzleminde iktidar odaklı yapılan tartışmaların uzun vadede Türkiye'ye getirisi yoktur.

Yurttaşa göre kaynamayan tencerenin temel sorun olması normaldir. Ancak siyasetin yurttaşa "tenceren kaynamıyor" demesi bir anlam ifade etmiyor.

Yurttaş bunu zaten biliyor. Eşitsizliğin kaynağına inmek ve de temel yapısal sorunun çözümüne ilişkin alternatif geliştirmek siyasetin görevidir. 

Buradan hareketle HDP'ye yönelik içerden bir eleştiri ve de bir öneri geliştirmeye çalıştım.

Zira devletin idari ve siyasi yapısına ilişkin mevcut savununun yeterince tartışılmadığı kanaatindeyim.

HDP tüzüğü diğer siyasi partilerin tüzüklerinden farklı olarak tartışmayı en azından kendi parti tabanına yayma ve geniş katılımlı tartışma imkânı sağlamaya elverişlidir.

Hatta parti tüzüğünde herhangi bir üyenin fikirlerini parti kurullarıyla tartışma ve gündemleştirme imkânı dahi vardır.

Umarım etkili bir şekilde işletilen bir tüzük maddesine dönüştürülür. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU