1982'nin birçok anlamı: Zayıflık, fanatizm ve yalan

Ne Taif Anlaşması, ne Doha Anlaşması, ne onlardan önceki "misak ve formül" ne de onlardan sonraki 2019 devrimi ile işlerimiz düzelecek. Ama yine de düzeleceği konusunda ısrarlıyız. Bu ısrar neden? Gerçekten neden?

Fotoğraf: alsamim.com

1982, bugün sık sık andığımız bir Lübnan yılı, çünkü birçok şeyin 40'ıncı yıldönümü.

Lübnan'ın kuruluşuyla başlayan duygu ve fikir çatışması bu yıl doruğa ulaştı.

Ama aynı zamanda, durmayan veya azalmayan, ayrılığa ve dolayısıyla nefrete doğru yeni bir yarışın temelini atan da bu yıldı.

Birçokları 1982 olaylarının bazılarını kutlarken, diğerlerinden nefret etti. Bir başka grup da ilk grubun nefret ettiği olayları kutladı ve kutladığı olaylardan nefret etti.

Birinin düğünü diğerinin cenazesi, birinin cenazesi diğerinin düğünü oldu.

Bazıları bu yılı Filistin direnişinin Lübnan'dan uzaklaştırılmasının sağladığı bir fırsat olarak gördü, bazıları ise bu direnişten kurtulmayı tüm fırsatların sonu olarak görerek buna ağladı.

Bazıları, Filistin direnişine bizzat direndikten sonra İsrail işgaline direniş bahsini oynadılar.

Beşir Cemayel'in cumhurbaşkanı seçilmesi bazılarının umutlanmasını sağlarken, diğerlerine birkaç gün sonra Cemayel suikastını kutlamayı bırakmıştı.

Kimileri "Hizbullah"ın kurulmasını tarihi bir milat sayarken, kimileri de söz konusu örgüt yenilmediği takdirde tarihin kurtulamayacağı bir esaret olarak değerlendirdi.

Yaşadığı trajediler o yılı en kanlı ve gözü yaşlı yıl yaptı, ama aynı zamanda düğün ve tebrik için dağıtılan tatlıların en çok tüketildiği yıldı.

O zamandan beri, kısacık sakin anlar artık sağlam bir barışın üzerine inşa edileceği sürdürülebilir bir sükuneti beklemek için yetmez oldu. Bu, tıpkı gün içinde azalan ama gece tekrar şiddetlenen ağrı gibi.

Lübnanlılar böyle yaşıyor. Lübnan'da işte böyle yaşanılıyor.

Bazıları 1982'ye yol açan, bazıları da 1982'den kaynaklanan deneyimlerimiz birçok şeyi açığa çıkarıyor.

Ancak kesin olan şey, bunların ilk başlığının zayıflık ya da anlamları boykot etmek olduğudur.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Lübnanlılar, 1969 ile 1973 arasında uzayan silahlı çatışmalardan ve "devlet ile devrim" arasındaki uzlaşmaya dair birçok uydurmadan sonra, hayatlarının devamı için bir koşul olarak görülen şey üzerinde anlaşmaya varamadılar.

O şey; devletin silahına paralel silahları tasfiye edecek birleşik bir stratejiydi. Müslümanlar için daha adil bir güç paylaşımıydı. Filistinli siviller için Lübnan'da elverişli bir yaşam sağlamaktı.

İsrail misyonun diğer yarısını yerine getirmek için geldi, bu yüzden daha önce Filistin direnişi konusunda bölündüğümüz gibi bu konuda da bölündük.

İki Yıl Savaşı ve ardından Cebel Savaşı bu iki bölünmenin anıtlarıydı. Daha sonra bazı Lübnanlıların İsrail'e direnmesi ve bazılarının bu direnişten korkması üzerine tekrar bölündük.

Bu son bölünmenin alenen patlamasını Lübnan'ı boynundan tutan Suriye ordusu ve güvenlik güçleri engelledi ki bu da bölündüğümüz bir diğer konuydu.

Tıpkı daha sonra Refik Hariri suikastı ve ardından politikacılara, gazetecilere ve güvenlik personeline yönelik suikastlar, "Hizbullah"ın Lübnan kamusal yaşamında büyüyen rolü konusunda bölünmemiz gibi.


Bu arada ikinci başlık, fanatizm ve boyun eğdirmeydi. Neredeyse hiç kimse kendisini muzaffer gibi gördüğünde zaferini zapt etmek istemedi.

Bazı Şii gelenekçiler tarafından desteklenen genel Hristiyan tutumu, Musa Sadr'ın basit reform taleplerine karşılık vermemeyi tercih etti ve Sadr da kendisini "Fetih" Hareketi ile Şam'ın kollarına attı.

Genel İslami tutum, Filistin silahından ayrılma konusundaki açık arzusunu, kendi çıkarlarını sadece bu tekelin güvence altına alabileceğini bilmesine rağmen, silahın devletin tekelinde olmasına bağlılığını açıklamadı.

Hristiyanların çoğunluğu İsrail işgalinden sonra sadece Beşir Cemayel'i cumhurbaşkanı olarak kabul etti.

Kamil Şamun ve Pierre Cemayel gibi politikacılar artık amacı yerine getirmiyorlardı.

Şiilerin çoğunluğu, İran devriminden sonra, işgal edilmiş bir toprak olsun ya da olmasın, silah taşımaya devam etmekten daha azını kabul etmediler.

Lübnan devleti ve toplumuna paralel ve onları kontrol eden, silahları, kültürü ve yaşam tarzıyla tam özelliklere sahip bir devletten daha azı ile tatmin olmadılar.
 


Üçüncü ve her zaman en önemli olan başlığa gelince, ideolojinin eşlik ettiği yalandır.

1975'teki Filistin devriminden önce yalanın birçok adı vardı; "milliyetçilik", "sosyalizm" ve "anti-emperyalizm".

1975 ve 1982 yılları arasında, Filistin'e giden yolun Hristiyan şehri Jounieh'den geçtiğini düşünen Filistin direnişi, "Müslümanların Ordusu" oldu.

 Aynı bağlamda Lübnan ordusu bölündü ve "Arap" Lübnan ordusu denilen şey kuruldu.

Bu anlamda 1982, önemli bir dönüşüm noktasıydı zira "milliyetçi sosyalist anti-emperyalist" yalan onunla sona erdi.

Yalancının yalanı daha gerçek oldu; Hristiyan direnişi -aslen anti-emperyalist forumun dışında - bir "Lübnan" direnişiyken, Şii direnişi "İslami" bir direnişti.


Kesinlikle hiçbir şey üzerinde uzlaşamama, ötekini aşağılamak ve boyun eğdirmek için yapılabilecek her şeyi yapmaya yönelik kolektif hazırlığa ek olarak, gerçeği eldeki tüm yalan kelimelerle tahrif etmekle geçen 40 yıl.

Bu açıdan "Hizbullah", kesinleşen ya da aşikar olan "biz anlaşmayacağız"ın eşlik ettiği bu uzun trajedinin en büyük ve en acı meyvesiydi.

"Onlar bizim görmediğimizi görüyor, biz de onların görmediğini görüyoruz" ilkesi, Hizbullah ile birlikte mutlak bir ilkeye taşındı.

Karşımızdaki duvara baktığımızda her birimiz diğerinin gördüğü renkten tamamen farklı bir renk görmeye başladık.

Ne Taif Anlaşması, ne Doha Anlaşması, ne onlardan önceki "misak ve formül" ne de onlardan sonraki 2019 devrimi ile işlerimiz düzelecek.

Ama yine de düzeleceği konusunda ısrarlıyız.

Bu ısrar neden? Gerçekten neden?

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU