Dünyanın çehresini değiştirebilecek bir savaş

Şimdi yelkenleri delen fırtınalar ile birlikte hava değişiyor. Bu, özellikle şu anda aylık yaklaşık 5 milyar doları bulan Ukrayna'yı savunma maliyetlerinin artmasıyla şok tedavisinin gerekli olabileceği anlamına geliyor

Fotoğraf: AFP

Ukrayna savaşı, sadece parlak bir gökyüzündeki bir bulut kümesi mi?

Bu, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron gibi, Vladimir Putin'i anlık bir hata yapmasının ardından küçük düşürmemeye dikkat eden Batı demokrasilerindeki bazı seçkinler tarafından benimsenen iyimserlikle dolu bir görüş gibi görünüyor.

Ancak aslında Putin'in savaşı, dünya düzenini uzun süre hepimizi etkileyebilecek şekilde sarstı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Geçtiğimiz 70 yılda, yani İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra mevcut dünya düzeni olarak bilinen şey, üç ilkeye dayanmaktaydı.

Bu ilkelere her zaman riayet edilmese de düzenin sağlam kalmasına yardımcı oluyorlardı.

Birinci ilke, Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması'na ve 198 üye devletin çoğunluğu tarafından desteklenen 10 binden fazla uluslararası anlaşma ve protokole dayanan uluslararası hukuktu.

Ukrayna'yı işgal etme girişimi bu ilkeyi temelden ihlal etmiş oldu. Saldırgan taraf, BM Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisine sahip bir üye olduğu için BM bu konuyu resmi olarak bile ele alamıyor.

Başka bir deyişle, son sığınak mahkemesi kapılarını tamamen kapattı.


İkinci ilke, ikili ve/veya uluslararası anlaşmalara tabi olan serbest ticaret lehine görüş birliği sağlanması. Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması'nın (GATT) Dünya Ticaret Örgütü'ne dönüşmesinden önce bu görüş birliğini sağlamak için çeşitli düzeylerde onlarca yıl süren müzakereler yapıldı.

Malların ve sermayenin -bazı durumlarda işçiliğin- serbest akışını destekleyen küreselleşmenin ortaya çıkışıyla birlikte, daha büyük ulus devletler arasında ideolojik bölünmeler çakışmaya başladı.

Bu ilke de Ukrayna savaşı ile ihlal edilmiştir. Yaklaşık 40 ülkenin Rusya'dan enerji ithal edilmesine karşı uyguladığı ambargo apaçık bir ihlal sayılıyor.

Rusya'nın Azak Denizi limanlarını kapatarak Ukrayna'nın tarımsal ihracatını durdurma hamlesi de cabası.

Seyrüsefer özgürlüğü ile ilgili birçok uluslararası sözleşme de ihlal edilmiş durumda.

Bugün 21'inci yüzyıldan çok Orta Çağ'ı andıran sahnelere şahit oluyoruz. Örneğin Türkiye -muhtemelen zımni bir Rus anlaşmasıyla- gri piyasada satış yapmak üzere Rusya ve Ukrayna'dan buğday ve mısır stokluyor.

Aynı şekilde Rus petrolü ile ilgili gri bir pazar gelişti. Çin, İran'dan gelen ithal malları değiştirme karşılığında indirim aldı.

Bu sırada Senegal Devlet Başkanı Macky Sall, Rus mevkidaşını Afrika'ya buğday ve mısır ihracatı ile ilgili bir gri pazar anlaşması yapmaya çağırdı.

Bazı haberlerde Mısır'ın da dört ay daha sürmesi planlanan tahıl rezervlerini yeniden doldurmak için bir anlaşmaya varmaya çalıştığı iddia edildi.


Küreselleşmenin dünyanın dört bir yanına yayılmasına yardımcı olan üçüncü ilke, büyük Batı ekonomileri tarafından sermayenin korunmasıydı.

Rus oligarklarının mal varlıklarına el konulduktan sonra ABD, Avrupa Birliği (AB) ve onların daha küçük müttefiklerinin Çin, Rusya, Ukrayna ve 100'den fazla ülkeden Avrupa ve ABD bankalarına ve borsalarına, trilyonlarca dolar -ki bunların bir kısmı kirli para- çeken sisteme güvenleri sarsıldı.

Putin, Rusya'da faaliyet gösteren Batılı şirketlerin varlıklarına el koyarak ya da en olmadı onları gerçek değerlerinin çok altında satmaya zorlayarak bu doğrultuda elinden geleni yaptı.

Şaşırtıcı bir şekilde, saat gibi işleyen küresel ekonomik sistem birçok sıkıntı ile karşı karşıya.

İşin aslı, Batılı şirketlerin mal, endüstriyel parça ve hammaddeyi doğrudan teslim ederek faaliyet gösterdiği 'boş stok' kültürü büyük ölçüde sarsıldı.

Büyük ekonomiler birden dış ithalata olan tehlikeli bağımlılıklarını keşfettiler. Bu da 'yerlileşme' sloganı altında yeni bir ekonomik milliyetçilik dalgasının ortaya çıkmasına neden oldu.

Birden, üstünlük ve uzmanlık oyunu en güçlü ekonomiler için bile çok riskli görünen küreselleşmenin merkezine oturdu.


Avrupa televizyonu bugünlerde, Çin'de kepenklerini indiren veya fabrikalarında küçülmeye giden şirketler ve yurtdışından gelen ucuz ürünlerin aynısını üretmeye çalışan Üçüncü Dünya'nın 'kaplanları' ile ilgili haberlerle dolup taşıyor.

Kıtlık korkusu, özellikle enerji ve gıda konusunda Çin'i de etkisi altına almış durumda.

Nitekim Pekin, alelacele inşa edilmiş depolarda ve hatta deniz üzerindeki petrol tankerlerinde petrol stokluyor.

Ayrıca ileride gıda ürünleri yetiştirmek için Afrika ve Orta Asya'da tarım arazileri satın alıyor.


Tüm bunlar; Rusya, Ortadoğu, Afrika ve Orta Amerika'dan gelen ucuz enerjinin yanı sıra Çin ve 'kaplanlardan' gelen ucuz işgücü ile birlikte kapıya dayanmış bir enflasyon canavarı ile sonuçlandı.

Enflasyon derken, sıradan bir vatandaşın satın alma gücündeki düşüşü kastediyoruz. Bu, çoğu Batı demokrasisinde gündemin üst sıralarına tırmanan bir konu.

Avrupa ile uğraşırken ABD ve Kanada, denk bütçeler ile ilgili onlarca yıllık değişmez görüşlerini bir kenara bıraktılar. İleride ne olacağı belli değilken borçlanmaya başladılar. Seçmenlere siyasi rüşvet dağıttılar.

Bu harcama düşkünlüğünün ne kadar süreceği sizin hayal gücünüze kalmış.

Küresel piyasaya akan likidite bolluğu ve tarihi düşük faiz oranları sayesinde, tüketiciyi destekleme politikası bir süre daha devam edebilir. Ancak er ya da geç enflasyon daha da kötüye gidecektir.

Bu da daha yüksek ücret talebine yol açacaktır. Böylece stagflasyona yol açan bir kısır döngüye girilecek.

Batılı demokrasiler, ABD'deki merkez bankalarının veya Federal Rezerv'in (FED) enflasyonu her zaman bir hareketi ya da bir işareti ile yatıştırabileceğine inanarak kendilerini kandırdılar.

Yaklaşık 20 yıldır durum böyle görünüyordu. Bu da FED'i kahraman pozisyonuna sokuyordu.

FED'in eski Başkanı Ben Bernanke bir gün alayla karışık, kendisinin ve diğer merkez bankacılarının sloganının şu olduğunu söylemişti:

Para politikasını belirleme sanatının yüzde 98'i konuşma, yüzde 2'si eylem işidir.
 


Başka bir deyişle, hava güzel ve yelkenler yüksek olduğunda, bir kaptan sadece orada durduğu için bir kahraman gibi gözükebilir.

Şimdi yelkenleri delen fırtınalar ile birlikte hava değişiyor. Bu, özellikle şu anda aylık yaklaşık 5 milyar doları bulan Ukrayna'yı savunma maliyetlerinin artmasıyla şok tedavisinin gerekli olabileceği anlamına geliyor.

Öte yandan Putin'in operasyona hazırlanmak için tesis ettiği 400 milyar dolarlık savaş fonu hızla kuruyor.

Putin, desteğinin çoğunu 2010'dan beri Rusya'daki ekonomik canlanmaya borçluydu. Ancak şimdi Rus halkından kemerlerini sıkmalarını istemek kolay olmayacak.


Son olarak, Putin'in savaşı Batı demokrasilerinde bile demokratik sürece zarar vermiş olabilir.

İsveç ve Finlandiya'nın ılımlı bir parlamento tartışmasından sonra Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) katılma kararı buna bir örnek teşkil ediyor. Kapsamlı bir tartışma ve kamuoyu bilgisi olmadan yapılan devasa savunma harcamaları da başka bir örnek.

Bir diğer örnek de, onlarca yıldır Venedik taciri Shylock rolüne soyunan, şimdi ise mağlubiyeti kabullenmiş Lidya Kralı Kroisos rolünü oynayan hükümetlerin Ukrayna direnişini finanse etmek için kredileri hızlıca onaylamasıdır.

Gördüğümüz gibi, şu anda karşılaştığımız sorunlar 'Çar' Vladimir'i küçük düşürme girişimlerinden çok daha büyük.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU