Türkiye yakın tarihinde birçok farklı ve tartışmalı dönemler yaşamıştır. Bunların arasında 90'lar, 10 yıllık süreçte yaşattıklarıyla ülke hafızasına kazındı.
Çocukların sokaklarda oynayarak büyüdüğü, stadyum konserlerine dünyanın en ünlü müzisyenlerinin ve gruplarının geldiği bu yıllarda bir yandan da aydınlar, gazeteciler suikaste kurban gidiyor, gözaltına alınan kimi insanlardan bir daha haber alınamıyor, “örtülü ödenek” ya da “kontrgerilla” gibi kavramlar hayatımıza giriyordu. Peki, bunların ne kadarını hatırlıyoruz?
Dr. Cansel Poyraz Akyol’un yazdığı Zamanın Sabrı Destek Yayınları’ndan çıktı. Zamanın Sabrı, 90’ların unutmak istediğimiz ya da unutturulan yüzünü gösteriyor.
O yılları yaşamamış olan nesle şu an içinden geçtiğimiz dönemin temellerinin nerelerde atıldığını anlatıyor. Dönemi yaşamış kişilerin ise hafızasını tazeleyerek olan bitenle yüzleştiriyor.
Kısaca bizi 90'larda bir tarih yolculuğuna çıkarıyor. Dr. Akyol, bu yolculuğu Independent Türkçe'ye anlattı.
-Bu kitap neden yazıldı?
Bir sabah uyandık ve Sedat Peker’in açıklamalarıyla zamanda bir kırılma yaşadık. Duyduklarımız; 40 yaş altı olanlar için yeni ve ilginçti. 40 yaş üstü içinse unutulmak üzere bilincimizin çok gerilerine attığımız, asırlar öncesinde kaldı sandığımız yarı nostaljik, yarı ürkütücü garip bir sarsıntı yarattı hepimizde.
Proust der ki, “Ve ansızın bellek geri gelir... Nicedir bize anımsatmayı bekleyen ruhlar gibi.” – İşte, Sedat Peker’in attığı videoyla kapağı açılan 90’lar kutusu, bize anımsatmayı bekleyen o ruhları harekete geçirdi ve ansızın toplumsal belleğimizin gerilerine attığımız her şey su yüzüne çıktı. Bitti sandığımız her şey yeniden gündemin gelip baş köşesine oturdu. Hal böyle olunca 90 lara bir daha bakmak gerek diye düşündüm. Neler yaşamıştık, ne tepkiler vermiştik, nelerin hesabını sormadan yolumuza devam etmiştik, özetli biz nerede hata yapmıştık ki, bugün hala aynı şeyleri konuştuğumuz bir noktaya dönmüştük. Bunun izini sürmek istedim. Yazın başından beri üzerine çalışıyorduk bu kitap için. Çalışıyorduk diyorum çünkü, kitabın editörlüğünü de kız kardeşim Cansu Poyraz Karadeniz yaptı. Destek yayınlarının editörlerinden olan kardeşimle böyle bir işte birlikte çalışmak süreci çok hızlandırdı. Zira bu kitap, eski ifadelerin, meclis tutanaklarının, gazete kupürlerinin, röportajların toplandığı bir kitap olduğu için iyi ve güvenilir bir editörle çalışmak çok önemliydi. 40 yaş altı bir editör ve 40 yaş üstü bir yazarın ortak çalışması diyebiliriz.
-90ları neden hızlıca unuttuk sizce?
Burada iki temel algı bozukluğundan söz edebiliriz. Birinci bozukluk, dönemin önemli siyasi figürlerinin artık siyasette olmayışıyla yaşandı. Tüm bu olaylardan sorumlu gördüğümüz ana aktörler artık siyaset sahnesinde değildi. 2001 seçimiyle gittiler ve sanki hiç var olmadılar. Bu algı bozukluğu, toplumun 90’ların kirli geçmişiyle ödeşmesinin önündeki en büyük engel oldu. Örtülü ödeneklerin, siyasi cinayetlerin, faili meçhullerin, yakılan köylerin, yapılan işkencelerin bedelini kimse ödemedi. Sembolik olarak açılan davaların hiçbiri tatmin edici bir sonuçla bitmedi. Siyasetin değişen sahnesi, seyirci olan halkta, yeni bir oyun izliyor algısı yarattı. Oysa 90’lardaki bu mekanizma, perde arkasında küçük bir devir teslim töreniyle yeni aktörlerle ve çağın ruhuna uygun yeni yöntemlerle çalışmaya devam ediyordu.
İkinci temel algı bozukluğunu ise 2000’lerin yeni çehresi yarattı. Artık 2000’ler gelmiş bu da beraberinde yeni bir gündem, yeni siyasi sorunlar, polemikler, aktörler getirmişti. 90’lar toplumsal belleğin gerisine itilmiş, sanki hiç yaşanmamıştı. Şimdi başka siyasi aktörlerimiz, başka çatışma alanlarımız ve manşetleri meşgul eden başka konularımız vardı. 2000’ler ve sonrası başka bir kitabın konusu ancak 90’larla hesaplaşılamamasının en büyük sebeplerinden biri 2000’lerin getirdiği yeni siyasi iklim, yeniymiş gibi görünen meseleler ve elbette sonradan FETÖ kumpasının maşası olduğu anlaşılan Ergenekon Davaları idi.
Özetle Türkiye, Demirel’in o meşhur “Meseleleri mesele etmezseniz mesele olmaz” tavsiyesini dinlemiş, “aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey” diyerek ve unutarak yoluna devam etmişti.
-Kitabın adı neden Zamanın Sabrı?
Lübnan’da Jeita isimli bir mağarayı ziyaret etmiştim. Bir yer altı mağarası. Sarkıt ve dikitlerle dolu, içinde kayıklarla gezdiğiniz devasa bir mağara. Sarkıtları bilirsiniz. Minik minik damlaların yıllarca birikmesiyle oluşuyor. Mağarayı anlatan görevli sarkıtları göstererek 1 cm'in 12 yılda oluştuğunu ve dünyanı en büyük sarkıtının bu mağarada olduğunu , yüksekliğinin de 8.2 metre olduğunu söyledi. O sarkıtın minik minik damlalardan oluşması için geçen zamanı bir hesaplayın. Zamanın sabrı ifadesini ilk orada duymuştum. Çok etkilenmiştim.
Gündeme , aniden 90 ları hatırladığımız bu sürece bakarsak ,aslında zamanın tam da bu mağaradaki gibi sabırla beklediğini görüyoruz. Yaşananları tanıklar, aktörler, suçlular ve hatta mağdurlar bile çeşitli sebeplerle unutabilir ama zaman asla unutmaz. Zaman sabreder, bekler. Yüzleşilmeyen, hesabı sorulmayan, cezalandırılmayan, unutulmaya çalışılan, her şeyi ve herkesi biriktirir zaman. Yeterince biriktirdiğinde de sabrından sonra olan ikinci lanetini sokar devreye; tekerrür. Yüzyıllar boyu sıkılmadan, bunalmadan belli aralıklarla tekerrür ediyor zaman. Onun laneti ve sihri bu işte. Sabır ve tekerrür.
-Kitabın kapağı da çok dikkat çekici. Kapaktaki detaylarda neler anlatılıyor?
Kapak için internette “alpgenart” hesabıyla tanıdığınız isimle çalıştık. Kendisinin karmaşık gündemi tek bir kolajla anlattığı işleri malumunuz. Çalışmalarını çok severek takip ettiğim biriydi. Yaptığı işlere, yorumuna, anlatım tarzına çok saygı duyduğum, birlikte çalışmayı çok istediğim bir isimdi. 90ları bir kapak da toplamak çok zordu. Bunu yapsa yapsa alpgenart yapar dedik, öyle de oldu. Kapaktaki hiçbir unsur oraya bilinçsizce konulmadı. Mesela Tansu Çiller’in neden herhangi bir görseli değil de, asker kıyafetli halini kullandık, ya da Mehmet Ağar’ın neden rayban gözlüklü hali var, ya da Ugur Mumcu’nun neden herhangi bir fotoğrafı değil de, cenazesinde dağıtılan yaka görseli kullanıldı. Bunların hepsinin yanıtını kitabı okuyunca anlıyorsunuz. Kapağa kitabı okumadan önce bir bakın, sonra bir de okuduktan sonra. Alpgenart’ın nasıl bir iş yaptığını o zaman daha iyi anlayacaksınız.
Independent Türkçe