TEPAV Direktörü Prof. Dr. Hilmi Demir: Türkiye hızlı bir şekilde sekülerleşiyor, bununla yaşamayı öğrenmek gerekir

Siyasetin başarısızlıkları dine mi mal ediliyor? Radikal söylem, sekülerleşmeye mi yol açıyor? Tekfirci gruplar Türkiye'de etkin mi? Bu ve benzeri onlarca soruyu Prof. Demir yanıtladı. Demir, "Din, siyasal referanslar için kullanılmamalı" dedi

Neden Prof. Dr. Hilmi Demir?

Ulusal ve uluslararası alanda, selefilik, mezhep çatışmaları, İslami hareketler, radikalizm ve IŞİD konularında çalışmalar yapıyor. 

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyeliği'nin yanı sıra Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) bünyesinde kurulan Ortadoğu ve Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü Direktörlük görevini yürütüyor.

Alanında yayımlanmış birçok makalesi bulunan Prof. Dr. Hilmi Demir; tekfir, sekülerleşme, toplumun değişiminde etkili faktörler ve dini radikal söylemler konusundaki sorularımızı yanıtladı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

1990'larda toplumda ağırlık kazanan dini yaşam daha sonra nasıl sekülerleşti?

1990'larda ağırlık kazanan dini söylem neydi önce ona bakmak lazım. Özellikle Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla birlikte küresel sistemin tüm dünyada hızlı bir şekilde demokratik, liberal bir düşünce rüzgarı estirdiğini biliyoruz. O süreç içerisinde özellikle baskıcı jakoben laiklik konusunda ciddi bir eleştiri rüzgarı başladı. Dolayısıyla din ve farklı inançların kamusal alanda temsil edilmesi gerektiğini yönünde bütün dünyada olduğu gibi bizde de temel bir düşünde biçimi hızlı bir şekilde yayılıyordu. Hatta belki bunu Türkiye'deki başörtü eylemleriyle irtibatlandırmak lazım.

"Türkiye hızlı bir şekilde sekülerleşiyor"

Türkiye'de başörtü eylemleri olduğu zaman farklı kesimler bu eylemlere destek verdi. Bunu sadece muhafazakar, dindar veya İslamcılar değil, aslında bakıldığında liberaller, sosyalistler, sosyal demokratlar, farklı siyasi görüşten olan birçok kesim başörtüsü yasakların kalkması gerektiğini savundu. İşte o süreçte hepimiz bunu tartışıyorduk; demek ki artık tanrı siyasete geri dönüyor, din siyasete geri dönüyor. Çünkü dinin ya da dindarların kamusal alanda istedikleri gibi temsili, bildiğimiz o baskıcı jakoben laik uygulamaların artık geri teptiği anlamına geliyordu. 

Daha sonra bu Türkiye ve Arap dünyasında olmak üzere, belki Cezayir'deki seçimleri de katmak lazım. "Acaba Türkiye, İran veya Afganistan mı olacak?" Tartışmalarını gördük. Böylelikle bir dindarlığın hızlı bir şekilde arttığına şahit olduk. Fakat bugün neyi tartışıyoruz? Bugün Türkiye'de sekülerleşmeyi tartışıyoruz. Sekülerleşti mi? Evet, sekülerleşiyor. Artık bunu saha ölçümlerimizde tespit edebiliyoruz. Bunu 2013'ten beri gündeme getiriyorum. O zamanlar pek dikkate alınmıyordu ama artık yapılan bütün çalışmalar Türkiye'nin hızlı bir şekilde sekülerleştiğini gösteriyor.

 

Hilmi Demir
Hilmi Demir / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Türkiye'deki sekülerleşmeyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Sekülerleşme; ateizm, laiklik veya dindarlık karşıtlığı değil. Sekülerleşme dediğimiz şey aslında; dini değer dünyasının biraz geriye çekilip, insanların gündelik hayatları içerisinde problem çözerken, referanslarını dinden olmayan düşünce ve akıldan almaları anlamına, bilimden almaları anlamına geliyor. Yani artık dini değerler hayatın büyük bir kesimini domine etmiyor ve belirlemiyor. 

"Siyasetin başarısızlıkları dine yükleniyor"

Toplumun değişiminde ne tür faktörler etkili oldu?

Sekülerleşmeyi tetikleyen bazı unsurlar var. Bunu sadece biz yaşamıyoruz. Özellikle bize çok benzeyen sağ, muhafazakar ve dindar bir kitleye sahip olan ABD'de de sakürlerleşme hızlı bir trend olarak artıyor. Dolayısıyla bunları sosyolojik olarak birbiriyle kıyaslama imkanı buluyoruz. Yani "acaba hayatın hangi alanlarındaki değişimler sekülerleşmeyi tetikliyor?" Bir defa kentleşme çok önemli. Nüfus kırdan kente geldikçe değişim hızlanıyor. İkincisi, bilim ve teknolojideki artış ciddi anlamda etkili hale geliyor. Çünkü insanlar bilime git gide daha fazla güvenmeye başlıyorlar. Bilim, hayatın problemlerini daha fazla çözmeye başlıyor. Üçüncüsü, sosyal medya ve internet çağının hızlı bir şekilde gelişmesinin ciddi bir etkisi var. Dijitalleşme ciddi bir etki. Bir de uzunca bir süredir ABD'de "din ile siyasetin iç içe geçmesi" meselesi var. Çünkü din ile siyaset iç içe geçtikçe ve siyaset dini jargonları daha fazla kullandıkça, siyasetin başarısızlıkları dine yükleniyor. Ve dolayısıyla insanlar hızlı bir şekilde dini referans almaktan vazgeçmeye başlıyorlar. Ya da toplumda din, siyasetle bir çatışma ortamı ve kutuplaşmaya neden olduğu zaman, bu kutuplaşmadan din ciddi anlamda etkileniyor ve toplum dini alandan uzaklaşıyor.

"Dini radikal söylemler, sekülerleşmenin yükselmesine neden oluyor" 

"Hem teknoloji hem de radikal selefi örgütlerin dili etki etti" diyorsunuz. Ağırlıklı olarak hangisi dinden soğuttu?  

Şu kadar etki etmiştir şeklinde bir şey söyleyemem. Bu sosyolojik açıdan doğru da değil. Ama sonuçta gördüğümüz, bunların bir etkisi var mı yok mu? Evet, etkisi var. Teknoloji de etkili ama dini radikal söylemler de etkili. Çünkü bunu da şöyle tespit ediyoruz; dini radikal söylemler arttığında bu sekülerleşmede bir yükselişe neden oluyor mu? diye ölçüyoruz. Mesela Türkiye açısından ölçüldüğünde, DAEŞ'in ortaya çıktığı ve tartışıldığı dönemde Türkiye'de sekülerleşmenin daha da hızlandığını gördük. Bir başka etki 2016 sonrası FETÖ gibi örgütlerin dini kullanması, dini cemaatlerin terörle birlikte anılması yine dinin referans alınmasından uzaklaşmasına neden oldu. Bunu da ölçebiliyoruz. Şu kadar etki diyemem ama etki etti mi? Evet etti. Bunu ölçmek mümkündür. 

 

Hilmi Demir
Hilmi Demir / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Türkiye'de etkili tekfirci örgütler var"

"2000'ler sonrası tüm dünyada mantar gibi çoğalan radikal selefi silahlı örgütler" tespitiyle hangi selefi ve radikal örgütlere dikkati çekiyorsunuz?

Radikal selefi örgütler dediğimizde elbette en başta El Kaide'yi anlıyoruz. 2000 tarihi onu gösteriyor zaten. 11 Eylül saldırısından sonra ilk gördüğümüz örgüt El Kaide'ydi. Akabinde dünyada belki en etkili olarak gördüğümüz diğer örgütlerden bir tanesi de DAEŞ'tir. Bu örgütlere bağlı veya onlardan etkilenen birçok örgüt bu kavramın etrafında sayılabilir. Örgütleri şöyle ayırmak mümkün; bunlar doğrudan silahı siyasal bir araç olarak kullanan örgütler. Bir de silahı siyasal bir araç olarak kullanmayıp, aslında bakarsanız tekfir dilini kullanan bol miktarda örgüt var. Tekfirci örgütler var Türkiye'de. Bu örgütlerin de etkisi var çünkü sosyal medyada çok hızlı yayılabiliyorlar. Görünürlükleri çok fazla. Yayılabiliyorlar derken sayılarının yayıldığını söylemiyorum, etkilerinin yayıldığından söz ediyorum. Bu örgütlerin hepsi çok marjinaller ama sosyal medya aracılığıyla çok görünürler. Görünür oldukları için de etkileri fazla oluyor. Mesela Türkiye'de de rastladığımız Suudi Arabistan kökenli Medhali selefilerin tekfirci dili, tasavvufu dışlamaları ve sert tutum sergilemeleri, grup içi birbirleriyle rekabet ve çekişme halinde örgütlerin etkinliğinden söz edebiliriz. Bu örgütlerin hepsini bu şemsiyelerinin altında tanımlayabiliriz. 

"En büyük korku tekfirci dilin ötekileştirici etkisidir"

Bu örgütler ne yaptı ki marjinal kalmalarına rağmen ürettikleri korkunun etkisi, küresel ve çevresel etkiden daha büyük oldu? 

Biraz önce söylediğim gibi tekfirci dilinin ötekileştirici ve şeytanlaştırıcı etkisi. Mesela insanlara din anlatılıyor. Gençlerin "Z kuşağı" olduğundan söz ediliyor. Bu kuşağın en büyük özelliği internet çağının kuşağı olmaları, bilgiye kolay ulaşmalarıdır. İkincisi de farklı düşünce ve inançlara karşı çok açkı olmalarıdır. Örneğin bir başörtülü kızdan yanında birlikte okuduğu başı açık ya da demokrasiye inandığı, laik veya sosyalist olduğu için bunu tekfir etmesini, "kafir" olduğunu söylemesini istiyorsunuz. Söylemediği zaman da onların ifadesiyle söylüyorum "tağutu inkar etmediği için imanın sahih değil" iddiasında bulunuyorsunuz. Şimdi bunu Türkiye ve dünya açısından düşünün. Üniversitede okuyan hangi başörtülü kız bunu kabul edebilir? Yani yanındaki arkadaşına "kafir" diyecek ya da böyle damgalayacak. Hatta daha da ötesi nikahının bile geçerli olmadığını ileri sürecek. Bunu duyan bir kız çocuğunu düşünün. Bunun tasavvur dünyasındaki bu dini söylem ciddi anlamda onun dinden ya da dini referanslardan irrite olmasına, uzaklaşmasına yol açmaz mı? Bundan daha büyük korku mu olur. Yan yana yaşadığınız insanları bir müddet sonra sırf ideolojisi ve yaşam tarzından dolayı sizden "kafir" olduğunu kabul etmenizi bekliyorlar. Bunu dile getirmediğiniz zaman da imanınızın sahih olmadığını iddia ediyorlar. 

"Çoğalan radikal selefi gruplar yüzünden Batı karşısında yeni bir medeniyet kurulamıyor"

Batı başta olmak üzere istihbarat örgütleri bu radikal söylemli selefi yapıları niye ve ne amaçla kontrollü bir şekilde teşvik ediyor?

Bence bunun iki önemli nedeni var. Birincisi, biraz önce dediğim gibi İslami irrite etmek ve belki İslam'ın alternatif bir medeniyet oluşunu engellemenin en kolay yollarından bir tanesi olan radikal selefi örgütleri çoğaltmak. Çünkü bu tür örgütler çoğaldığı zaman İslam medeniyeti Batı karşısında yenilmişliğini ve çaresizliğini devam ettiriyor. Dolayısıyla bu durumda Batı'nın karşısına yeni bir alternatif inşa edemiyorsunuz. İkincisi de kendi içerisindeki radikal unsurları bu bölgelere çok rahatlıkla sürebiliyor. Aslına bakarsanız Suriye bunun için güzel bir örnek. Dünyanın birçok bölgesinden bu radikal unsurların buraya sürülmesine yol açtı. Danimarka'dan, Belçika'dan, Kanada'dan Hollanda'dan, dünyanın birçok yerinden radikaller Suriye'ye savaşmaya geldiler. Hatta Asya'dan geldiler. 

Dolayısıyla bunların Batı'da olan tehditleri daha da azaldı. Suriye savaşı ilk çıktığında ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, "bırakın kendi kendilerini boğsunlar" mealinde bir ifadesi oldu. Aslında burada olan bu. Hepsini etiketlemiş olmayalım ama Batı'nın istihbarat örgütleri kendi içerisindeki radikal unsurları temizlemenin en kolay yolu olarak İslam dünyasının belirli bölgelerinde bu örgütlerin çoğalmasını istiyorlar. Çünkü bunlar orada çoğaldıkları zaman diğer bölgelerdeki radikalleri kendilerine doğru çekiyorlar ve kendilerine çektikleri radikalleri imha etmiş oluyorlar.

IŞİD.jpeg
Radikal söylemin yanı sıra silahlı tehdidiyle gündemede olan IŞİD gibi örgütlerin dinden soğuttuğu belirtiliyor / Fotoğraf: AA



"Radikal selefi örgütler en kullanışlı aparatlardır"

Radikal dini söyleme sahip ve grupların kontrolü, yeni vekalet savaşlarının aparatı olmaya mı başladı? Bu vekalet savaşları kimler üzerinden nerelerde yürütülüyor?

Mesela Suriye, Libya, Afganistan ve Afrika bunlardan birkaçı. Özellikle soğuk savaş sonrası dünyada uluslararası aktörler, güç egemenliğini sağlayabilmek için konvansiyonel savaşlardan daha çok vekalet savaşlarını tercih ediyorlar. Neden? Çünkü konvansiyonel savaşların maliyeti çok yüksek. Bunun yerine vekalet savaşları da az maliyetli ve coğrafyanızda da gerçekleşmiyor. Burada da en kullanışlı aparatlar radikal selefi örgütlerdir. Kullanışlı aparat olmaları nedeniyle bu örgütlerin çok önemli iki özelliği var. Birincisi iç düşmanlara yönelmeleri. Selefi örgütler mutlaka ve mutlaka kendi içlerinde çatışırlar. Yani kendi içlerindeki grupların dindarlığını bile makbul bulmazlar. İç düşmana yönelirler. Dış düşmandan iç düşmana yönelmek Batı'daki vekalet savaşlarını yöneten güç aktörlerinin her zaman işine gelir. Çünkü tehdit dışarıya değil içeriye doğru yönelir. Aslına bakılırsa bu gruplar birbirlerini boğarlar. 

İkincisi tekfirci dilleridir. Tekfir sadece dışlamak değildir. Aynı zamanda öldürmeye cevaz vermektir. Yani tekfir ettiğinizi sadece dışlamazsınız, aynı zamanda onun öldürülmesi konusunda bir cevaza sahip olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Bu da ciddi anlamda çatışmayı yükseltir. Yani tekfirci dil daha çok kan akmasına ve insan öldürülmesine yol açar. Bu da çatışmanın daha da alevlenmesi anlamına gelir. O yüzden bu gruplar iki özelliğinden dolayı çok kullanışlı ve kullanılmaya da müsaitler.

"Sekülerleşmeyle yaşamayı öğrenmemiz gerekir"

Tekrar sekülerleşmeye dönecek olursak, teknolojinin etkisiyle hayatımıza daha fazla giren sekülerleşme kalıcı mı?

Bana göre kalıcı. Sekülerleşmeyle yaşamayı öğrenmemiz gerekir. Çünkü bunu önleyemeyiz. Peki ne yapabiliriz? Belki bunu konuşmak lazım. Dini referans dünyasını hayatın içerisinde daha fazla görünür kılabiliriz. Bu mümkün. Bu da ister istemez sekülerleşmeyi daha kontrollü hale getirir. Daha sert bir sekülerleşme olmasını engeller. Bu da dini alanda daha da fazla yozlaşma ve çürümeye engel olur. Belki bu anlamıyla sekülerleşmenin kalıcı olduğunu kabul edip, onunla nasıl yaşayacağımızı öğrenmemiz gerektiğini düşünenlerdenim.

tabela.jpeg
Prof. Dr. Hilmi Demir, dinin siyasette referans olarak kullanılmaması gerektiğini görüşünde / Görsel: Tabela


"Dinin siyasal referanslar için kullanılmasından vazgeçilmeli"

Bir daha dine yönelme olabilir mi?

Öncelikle din mühendisliğinden vazgeçmek lazım. Dini kendi doğal akışına bırakmak gerekir. Sürekli söylüyorum; yukarıdan aşağıya bir İslamlaşma modeli teknoloji dünyasında tutmaz, tutmayacaktır da. O yüzden belki doğal akışına bırakmak lazım. Ama en önemlisi dünya geldiği noktada iki husus çok önemli hale geldi. Birincisi ahlak sorunu, ikincisi de adalet sorunudur. Küresel dünyada hangi coğrafyada olursanız olun, bu iki husus ciddi anlamda önemli hale geliyor. Dolayısıyla eğer siz dinin hayatın alanında referans noktası olarak daha fazla görünmesini istiyorsanız, yapacağınız iki şey var; birincisi dinin ahlaki değerlerine olan vurgunuzu artırmak, dinin ahlak yönüne çok önem vermek. İkincisi de yine dinin adalet duygusuna önem vermektir. Dinin bu yönlerine önem verirseniz sekülerleşmeyi ciddi anlamda tamamen bitiremezseniz bile etkilemiş ve yön vermiş olursunuz. O yüzden ne yapmak lazım, dinin çok fazla siyasallaştığı ve siyasal referanslar için kullanılmasından vazgeçip ahlak ve adalet yönünü öne çıkarmak gerekir. 

"Toplumsal şikayetler insanları radikal örgütlere doğru itiyor"

Özellikle Müslüman ülkelerdeki krizlerin büyük çoğunluğu bu radikal grupların içine sızan istihbarat örgütlerden- "dış güçler" veya "dış mihraklar"- kaynaklandığı iddia ediliyor. Peki iç dinamikler ve bu ülkelerde yaşanan adaletsizliklerden ötürü de meydana gelmiş olamaz mı? 

Elbette. Selefi ya da radikal grupların çok fazla tutulmalarının ana nedenlerinden bir tanesi de toplumsal şikayetlerdir. Biz bunu radikalleşmede önemli bir ciddi etken olarak kabul ediyoruz. Yani toplumsal şikayetler, insanları ve bireyleri radikal örgütlere doğru iter. Bu sadece benim değil, konunun uzmanlarının genel bir tespitidir. Adalet, hukuk ve ekonomik sorunlar başta olmak üzere toplumsal şikayetleri azaltmak gerekir. Farklılıkları dışlamak, ötekileştirmek, onları merkezin dışına itmek gibi unsurlar, radikal örgütlere doğru eleman temininde çok etkili unsurların başında geliyor. Çünkü merkezin dışına itilen marjinal gruplar kendilerini ifade edebilmek için bir ideoloji arayışına girerler. Tarihte sol Marksist örgütlerin devrimci ideolojisi kitlelerin sosyal şikayetlerini dile getirmeleri için önemli bir araç olarak karşımıza çıktığını gördük. Bugünde İslam'ın radikal yorumları. Kitleler merkezin dışına doğru itildikçe o çeperde karşılaştıkları sorun ve şikayetleri iktidara veya merkeze karşı savunabilmeleri için bu seferde dini ideolojilere bürünüyorlar. Bu da radikal selefi ideolojiler olarak karşımıza çıkıyor.  

"Hükümetin yanlış politikaları selefi örgütlerin güçlenmesine neden oluyor"

Mesela, Mısır, Suriye, Afganistan, Irak, Sudan, Libya ve daha birçok İslam ülkesinde mevcut yönetimlerin etkisiyle de selefi düşünceler yayılmış olmuyor mu?

Biraz önce dediğim modele göre evet. Çünkü burada hükümetler başarısız oldukça, toplumun farklı kesimlerinin taleplerini karşılayacak politikalar üretemedikçe, sosyal ve ekonomik adaletsizliği tedavi edemedikçe toplumun belirli kesimleri ve sınıfları ister istemez muhalefet etmeyi din üzerinden inşa etmeye başlıyorlar. Ve bu radikal selefi örgütlerin güçlenmesine neden oluyor. Yani yanlış uygulanan hükümet politikalarının da selefi örgütleri harekete geçirmede çok önemli etkisi var. Bu hem saydığınız coğrafyada hem de Orta Asya'daki hükümetler içinde söylenebilir.

1dc46635-6e3a-48d3-b9a7-05aaedc388eb.jpg
Kazakistan'daki protestoların arkasında selefi örgütler olup olmadığı da merak konusu oldu / Fotoğraf: Reuters 


"Refah tüm tabana yayılmadığı zaman toplumsal şikayetler artar"

Kazakistan'da düzenlenen protesto gösterilerinin arkasında da selefi örgütlerin olduğuna ilişkin iddialar ortaya atıldı. Gösterilerde selefilerin parmağı olduğu iddiasına katılıyor musunuz?

Öncelikle katılıp katılmama konusunda elimde net bir bilgiler olması lazım. Ben de oradaki öğrencilerimi aradım. Onlardan da benzer şeyler duydum ama ne kadar doğrudur bilemiyorum. Ancak şöyle bir şey var. Kazakistan'da ilk ortaya çıkan olayların arkasında yatan en önemli nedenlerden bir tanesi biraz önce de dediğim gibi toplumsal şikayetlerdir. Maalesef iktidarlar aldıkları refahı toplumun bütün tabanına yayamadıkları zaman toplumsal şikayetler artıyor. Kazakistan'da da bu anlamda ciddi bir toplumsal şikayet var. Peki, potansiyel olarak Kazakistan'da bir selefi grup var mı? Elbette var ve bunu biliyoruz. 

"Bu biraz da sınıfsal bir mesele olarak görülmeli"

Özellikle selefilerin toplumsal şikayetlerin daha yüksek olduğu orta sınıf ve alt gruplara sürekli yardım yaptığı, devletin yerine getirmek zorunda olduğu görevleri bu grupların yüklendiğini biliyoruz. Dolayısıyla bu tür toplumsal dalgalanma olduğu zaman bu grupların da sokağa çıkmaları mümkün. Çıkarlar, bu gayet normaldir ve sosyolojinin de gereğidir. O yüzden selefi gruplar bu tür protesto hareketlerine kalkışlar mıdır? Evet, bu mümkündür ama bunun gerekçesi biraz önce dediğim gibi selefi grupların sadece dindarlıklarından kaynaklanmaz bu biraz da sınıfsal bir mesele olarak görülmeli ve öyle anlaşılması kanaatindeyim. Çünkü bunu sadece din ve teoloji üzerinden anlatmaya çalışırsanız sorunu göz ardı etmiş olursunuz.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU