Osmanlı'da coğrafi bölgeyi tanımlıyordu, inkar edildikçe siyasallaştı… "Kürdistan" kimi, niye rahatsız ediyor?

Bahçeli başından beri ret, Erdoğan önce kabul sonra inkar etti. Kılıçdaroğlu da "rahatsızlık" duyduğunu söyledi. Peki "Kürdistan" nedir? Coşkun, "Tarihi ve sosyolojik bir gerçeklik" derken Hür, "Sadece coğrafik ve tarihi bir adlandırma değil" dedi

“Kürdistan” kimi, niye rahatsız ediyor? / Fotoğraf: Twitter

Kürtlerin yaşadığı yer anlamına gelen "Kürdistan" terimi, tarihi kaynaklara göre resmi olarak ilk kez 1000-1100 tarihlerinde Büyük Selçuklu Sultanı Sancar Bey tarafından kullanıldı.

"Kürdistan" coğrafi bir terim olarak Kanuni Sultan Süleyman ve I. Ahmet gibi birçok Osmanlı padişahının fermanlarında da geçiyor.

17. yüzyılın en büyük seyyahlardan Evliya Çelebi, "Seyahatname" adlı eserinde Osmanlı'da Kürtlerin yaşadığı topraklar için bazen "Kürdistan" bazen de "Diyar-ı Kürdistan" tabirini kullanıyor.

"Kürdistan" için "Büyük memleket" ifadesini kullanan Çelebi, Kürt ve Kürdistan bölgesini ayrıntılarıyla ele alıyor.

Türk edebiyatının bilinen isimlerinden Şemseddin Sami de "Kamusul-alam" adlı özel isimler odaklı ansiklopedik eserinde Kürtler ve Kürdistan'a detaylı yer veriyor.

Hatta Milli Mücadele'nin ilk dönemlerinde Mustafa Kemal Atatürk'ün, Kürt aşiret reislerine çektiği telgraflarda, Sovyet Birliği Dışişleri Komiseri Çiçerin'e yazdığı mektuplarda, bazı Meclis konuşmalarında "Kürdistan" dediğini, I. Meclis'in Doğu'dan gelen üyelerine "Kürdistan Milletvekili" dendiği biliniyor.

Ancak 1925'ten sonra Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bölgelere "Şark", 1950'lerde "Doğu ve Güneydoğu Anadolu", 1960'larda "Kalkınmada Öncelikli Yöreler" ve 1984 ile 2002'ye kadar da "OHAL Bölgesi" ifadeleri kullanıldı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sadece Türk kaynaklarında değil, Batılı gezginlerin seyahatnamelerinde de Kürdistan ismi geçiyor ve genişçe işleniyor.

Erdoğan: Kürdistan bir gerçeklik

2002-2015 döneminde "Kürdistan" ifadesi yaygın bir şekilde kamusal alanda tekrar kullanılmaya başlandı.

Defalarca "Kürdistan" ifadesini kullanan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürdistan'ın bir gerçeklik olduğunu ve devletin bundan korkmaması gerektiğini belirtti.

Ama "çözüm süreci"nin bitiminden sonra Kürdistan adını telaffuz etmek adeta tabu haline geldi.

Başından beri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Kürdistan" ismine karşı çıktığı bilinen bir gerçek.

Çözüm sürecinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan da Kürt sorununu çözdüklerini ve Kürdistan diye bir yerin olmadığını savundu. 

Kılıçdaroğlu: Kürdistan lafından rahatsız oluyorum

Türkiye'de Kürdistan ifadesi hep tartışma konusu oldu.

Son olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ankara Elmadağ'da Kürdistan'a ilişkin bir soru üzerine verdiği cevap tartışmayı tekrar gündeme taşıdı.

"Kimileri ‘Kürdistan' diyor, rahatsız oluyor musunuz?" sorusunu Kılıçdaroğlu, "Kürdistan lafından ben de rahatsız oluyorum. Ağzımdan hiç bugüne kadar böyle bir şey duydunuz mu?" yanıtını verdi.

Peki, bir kısım siyasiler neden "Kürdistan" ifadesinden rahatsızlık duyuyor?

Bu rahatsızlık konjonktürel mi yoksa ideolojik mi?

 

Abdullah Kıran
Abdullah Kıran / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

"Sorun bizzat Kürtlerden kaynaklanıyor"

Muş Alparslan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Kıran, söz konusu olumsuzluğun Kürtlerin gevşekliğinden kaynaklandığı görüşünde.

Türkiye'nin en az üçte birini oluşturan Kürtlerin bir örgütlerinin olmadığını kaydeden Prof. Dr. Kıran, "Bugün Kürt siyaseti, Kürt coğrafyası ve tarihinin reddiyesi üzerine inşa edilmiş "demokratik cumhuriyetçi" bir ekip tarafından esir alınmıştır. Kürtler aşağılanmayı hak ediyor" dedi.

Dünyanın hiçbir yerinde bir ülke nüfusunun üçte birini oluşturan bir halkın bu denli aşağılanıp hor görülmediğini aktaran Kıran, "Kanımca sorun bizzat Kürtlerden kaynaklanıyor. Kürtler kadim bir millet ama pek çok hususta, modern anlamda bir halk veya ulus olmanın refleksleriyle hareket edemiyor. Onun için aşağılanıyorlar. Dolayısıyla sorunun Kürtlerde olduğunu düşünüyorum" diye konuştu. 

"Kürdistan tarihi ve sosyolojik bir gerçeklik"

Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun, öncelikle Kürdistan'ın tarihi ve sosyolojik bir gerçeklik olduğunun net bir şekilde ortaya koymak gerektiğini söyledi.
Osmanlı, Türk ve yabancı kaynaklara bakıldığında "Kürdistan gerçekliğinin" açık bir şekilde ortaya konulduğunu kaydeden Coşkun, Osmanlı'dan Cumhuriyet'in kuruluş dönemlerine kadar Kürdistan ifadesinin kamusal alanda rahatlıkla kullanılabildiğine işaret etti.

Özellikle "çözüm süreci" döneminde Kürdistan teriminin kamusal alanda yaygın bir şekilde kullanıldığını anımsatan Coşkun, "Hatta Erdoğan'ın ‘Türkiye'nin tarihinde Kürdistan ve Lazistan gibi gerçekliklerin bulunduğunu, devletin bundan korkmaması aksine bunu bir zenginlik olarak görmesi gerekir' şeklinde açıklamaları var" ifadelerini kullandı. 

 

Vahap Coşkun
Vahap Coşkun / Fotoğraf: Twitter

 

Çözüm sürecinin bitmesinden sonraki süreçte Kürt meselesinin yine askeri ve asayiş meselesi olarak kodlandığını, Kürt kimliği ve Kürdistan ifadesine yönelik negatif bir alındığını kaydeden Coşkun, "Bu siyasi atmosferde politikacıların Kürdistan ifadesinden kaçınmasına nede oluyor. Bahçeli'nin ki biraz daha ideolojik bir tutum ve baştan beri biliniyor. Ama daha önce pek çok kez Kürdistan ifadesini kullanan Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun takıldığı tavır tamamen siyasi atmosfer ile ilgili bir durumdur. Yoksa kendileri de Kürdistan'ın bir gerçeklik olduğunu çok net bir şekilde biliyorlar" tespitinde bulundu.

"Trakya, Ege veya Karadeniz'den rahatsızlık duyuyor mu?"

Söz konusu tutumun toplumsal barışa hizmet etmeyeceğini ve Türkiye'deki siyasi aktörlerin Kürdistan ifadesiyle barışması gerektiğine değinen Coşkun, "İfadenin normalleşmesi gerekir. Bunun coğrafik, sosyolojik ve tarihi bir gerçeklik olduğunu, içselleştirilerek son derece doğal bir kullanım haline getirilmesi gerekir" dedi ve ekledi:

"Onların 'yoktur' veya ‘rahatsızlık duyuyorum' dedikleri Kürdistan ifadesinden Kürtler, vazgeçmez. Aksine Kürtlerde rahatsızlık yaratıyor. Kılıçdaroğlu'nun açıklamasının bütün Kürtlerde ciddi manada bir rahatsızlığa sebebiyet verdiğini biliyorum. Mesela Kılıçdaroğlu Trakya, Ege ya da Karadeniz'den rahatsız oluyor mu? Elbette rahatsız olmuyor. Bunlar da coğrafik isimler. Ne zaman Kürtler veya Kürdistan söz konusu olduğunda rahatsızlık ifadesi kullanılıyor. Bunun Türkiye'nin Kürt vatandaşlarına ve kimliklerine yönelik ciddi bir haksızlık olduğunu, tüm siyasi aktörlerin Kürdistan'ı inkar eden tavrından vazgeçmesi gerektiğini düşünüyorum."

"Kürdistan terimi sadece coğrafik ve tarihi bir adlandırma değil"

Tarihçi yazar Ayşe Hür ise Kürdistan teriminin bazılarının iddia ettiği gibi sadece coğrafik ve tarihi bir adlandırma olmadığını görüşünde.

Kürdistan demekle Trakya ya da Karadeniz demek arasında fark olduğunu belirten Hür, "Kürdistan, siyasi bir projeyi, siyasi bir ‘mefkureyi' de ima eden, yüklü bir bagajı olan bir adlandırma. Bu siyasi proje, siyaset bilimi açısından son derece anlaşılır, son derece meşru bir talebi içeriyor. Bu talep evrensel pek çok belgede tanımlanmış olan ‘halkların kendi kaderlerini tayin hakkı (KKTH)' bağlamında Kürtlerin de bu hakkı kullanma talebi. Kendini Türk olarak tanımlayan siyasiler, Kürdistan terimine itiraz ederken aslında bu talebe itiraz ediyorlar" değerlendirmesinde bulundu. 

 

Ayşe Hür
Ayşe Hür / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Türkiye'nin siyasi tarihi incelendiğinde kurucu kadrolardan başlayarak tek ve çok parti dönemindeki tüm siyasi aktörlerin ‘tek dil, tek din, tek millet, tek devlet' söylemine bağlı olduğunu dile getiren Hür, "Aktörlerin merkezi ceberut devleti kutsadığını, buna karşılık demokrasi, insan hakları, yerinden yönetim, muhtariyet, özerklik gibi kavramlardan paranoya derecesinde rahatsız olduklarını, bunlar kapıyı birazcık aralarlarsa dahi Türkiye'nin mutlaka bölüneceğini, parçalanacağını düşündüklerini görürsünüz" şeklinde konuştu.

"Yakın zamana kadar ‘kart kurt, Kürtçe diye bir dil yok' gibi zırvalar dinliyorduk" 

Söz konusu çevrelerin Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını mutlaka Türklerden, Türkiye'den ayrılma şeklinde kullanacakları şeklinde bir önyargının esiri olduğunu ifade eden Hür, "Bunun için de en ufak bir itirazı bile daha doğar doğmaz en sert şekilde bastırmaya çalışırlar. Kürt, Kürdistan, Kürtçe gibi terimlere alerji bununla ilgilidir. Hatırlarsanız yakın zamana kadar Kürt yoktur, karda yürürken kart kurt sesi çıkardıkları için dağ Türklerine Kürt denmiştir veya Kürtçe diye bir dil yoktur gibi zırva teoriler dinliyorduk" dedi ve ekledi:

"Bu teorilerin en çok dillendirildiği, dahası devlet söylemi haline geldiği dönem Kürt ayrılıkçılığının da en şiddetlendiği dönemdi. Yani bir çeşit etki-tepki ilişkisi vardı. Halbuki Türkiye tarihi, Kürtlerin 1990'lara kadar hep Türklerle birlikte Türkiye'nin içinde kalma yönünde tavır aldığını gösteriyor. Bu eğilimin doğal bir sonucu olarak Kürtlerin, Kürtçenin, Kürdistan'ın varlığının tanınması, Kürtlerin evrensel belgelerde tanınan insan haklarının olduğunun tanınması ilişkileri son derece olumlu etkileyecek ve zorunlu değil gönüllü bir birlikteliğin gerçekleşmesinde anahtar rolü oynayacaktır. Merkezi devletin fonksiyonlarının bir bölümünün yerele aktarımı hem idari mekanizmayı rahatlatacak hem katılımcı demokrasiyi güçlendirecektir. Kimliğinin tanındığını, saygı gördüğünü, anadilini konuşabileceğini, onunla eğitim görebileceğini gören birinin ülkeye bağlılığı artacağı için ayrılma, kopma duyguları sönecektir. Siyasilerin bu konuda özgüvenli olması Kürtlerden mutlaka olumlu karşılık görecektir."

"Baskılar nedeniyle böyle bir tutum içerisine girmiş olabilir"

Araştırmacı tarihçi yazar Müfid Yüksel, son dönemlerde derin odaklardan ağır bir baskının söz konusu olduğu görüşünde.

Erdoğan'ın "Kürdistan" rahatsızlığının MHP ile olan ittifakı kaynaklı olduğunu aktaran Yüksel, Kılıçdaroğlu'nun ise baskılar nedeniyle böyle bir tutum içerisine girmiş olabileceğini söyledi. 

 

Müfid Yüksel
Müfid Yüksel / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Derin devletin tüm siyasi aktörlere baskı uyguladığını ve bu yapının son 5-6 yılda ulusalcı damarın ön plana çıktığını ifade eden Yüksel, "Bunlar devlete hakim oldular. Etkili olan yapı baskı ve mobing uyguluyor. Bir de CHP'nin içerisinde ‘beyaz Türk' denen omurga değişime direniyor. Bu omurganın aynı zamanda diğer ulusalcı güçlerle ciddi bağı var" yorumunda bulundu.

"Bu dayatma faşizme yol açar"

"Bu omurganın ciddi baskısı var. Kılıçdaroğlu direnmeye çalışıyor, belki onlarla ters düşebiliyor ama belli noktadan sonra direnci kırılıyor ve baskılara maruz kalıyor" diyen Yüksel, sözlerine şöyle devam etti:

"Bu 2-3 taraflı bir baskıdır. Baskılar nedeniyle siyaseten böyle bir şey demiş olabilir. Kendisinin Zaza kökeni ve Kureyşan dede ocağına mensup olması da işin başka bir yönü. Meselenin nasıl bir hal alacağını zaman gösterecek ancak ciddi manada ulusalcı odaklar Türkiye'de bir hakimiyet teşkil etmişler ve etkilerini daha da genişletiyorlar."

"Kürdistan" ifadesinden rahatsızlık duymanın gerçekçi olmadığını dile getiren Yüksel, amacın korku yaymak olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

"Daha doğrusu ‘Kürdistan ifadesi kullanılırsa ülke parçalanacak' korkusu yayılmak isteniyor. ‘Osmanlı'da kullanılıyordu ama şimdi kullanamazsınız, şimdiki gerçeklik bambaşka' diyerek yanılsama yapıyorlar. Aslında bu ciddi bir yanılsama. Bu aynı zamanda tarihi bir gerçeklik ve 1925-26'ya kadar kullanılan Kürdistan ismini tedavülden kaldırmak istiyorlar. ‘Tarihi ve coğrafik yer adı olarak da kullanamazsın' deniliyor. ‘Bugünkü konjonktürde tehdit var' tarzında çok ciddi bir dayatma var. Ancak bu dayatma faşizme yol açar."

"Kürdistan tarih sahnesine çıkmanın sancılarını yaşıyor"

Yazar Fuat Önen ise rahatsızlık söylemini çok normal karşıladığını, çünkü Kılıçdaroğlu'nun beyanına şaşıranların devlete şaşı bakanlar olduğunu söyledi.

 

Fuat Önen
Fuat Önen / Fotoğraf: Arşiv

 

CHP'nin devletin kurucu partisi olduğunu hatırlatan Önen, Türkiye'nin Kürt halkının ulus ülke hakikatini ortadan kaldırmaya odaklanmış bir devlet olduğunu ileri sürdü.

Kürdistan ve hakikatinin Türkiye Cumhuriyeti projesinin gerçekleşmesinin önündeki tek engel olduğunu savunan Önen, "Bu olduğu için de Türkiye'deki bütün egemen siyasal partiler Kürdistan adını duymaktan rahatsız oluyorlar. Çünkü Kürdistan tarih sahnesine çıkmanın sancılarını yaşıyor. Kürdistan tarih sahnesine çıktığı zaman bu projenin sonu olacaktır. Onların esas rahatsızlıkları Kürdistan hakikatidir. Dolayısıyla benzer siyasal partilerden başka türlü açıklamalar beklemek yanlıştır" diye konuştu.

Yaklaşık son 6 aydır İYİ Parti, MHP, CHP ve AK Parti'nin Kürdistan'ın yokluğu üzerinden gündemini sürdürdüğünü söyleyen Önen, "Oysa Kürt siyasetinin Kürdistan'ın varlığı üzerinden politika dayatmaları gerekirdi. Maalesef bugün bu noktadan uzak bir yerdeyiz. Egemen Kürt siyaseti zaten böyle bir tutumdan uzaktır. Diğer irili ufaklı Kürt partileri de temsil kabiliyetinden yoksunlar. Dolayısıyla görev bize düşüyor. Bizim Kürdistan gerçekliğini dayatıp, Kürdistan gerçekliği üzerinden siyasal gündemi tayin etmemiz gerekiyor" ifadelerine yer verdi.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU