Türkiye siyasetinin Claude Monet ve arkadaşlarından alması gereken dersler

Renklerden korkmayın... Eğer bu hakikati unutucak olursanız, cenazesinde tabutunun üzerindeki siyah örtüyü arkadaşlarının kaldırıp ''Monet siyahı sevmezdi'' dediği; renkleri kullanmada putları yıkan Claude Monet aklınıza gelsin

Fotoğraf: Grande Experiences

1840'ta Paris'te doğan bir bakkalın oğlunun nasıl olur da sanat dünyasını geri dönüşü olmayan bir yola soktuğunu, tüm putları kırdığını ve hatta Van Gogh'u renkleri kullanmada cesaretlendirip bu vesileyle de modern sanatın günümüze ulaşan kapısını araladığını anlatmayacağım size.

Size yapılamaz denileni yaparsanız, inandığınız yolda dimdik yürürseniz, kendinize inanıp dogmalarla mücadele ederseniz, nasıl da putları kırabilirsiniz bunun hikayesini anlatacağım; hem de Türkiye siyasetinin bu sıkışmışlığında, yani tam ihtiyacımız olan bir zaman diliminde...

Bu yazının konusu başlıkta da ifade ettiğimiz gibi; ''Türkiye siyasetinin Claude Monet ve arkadaşlarından alması gereken dersler.''


Kırdıkları putlarla insanlık tarihini şekillendirdiler 

Ama önce Claude Monet ve arkadaşlarını tanıyalım biraz;

Claude Monet (1840-1926)
Pierre-Auguste Renoir (1841-1919)
Francesco Filippini (1841-1870)
Édouard Manet (1832-1883)
Paul Cézanne (1839-1906) 
Edgar Degas (1834-1917)
Konstantin Korovin, (1861-1939) 

Bu isimler ki sadece resim sanatını değil, romanı, şiiri, öyküyü de dönüştürmede bir iz bıraktıklarının farkında değillerdi. 

Küçük, ince, ancak görünür fırça darbeleriyle (o zamana dek adeta ayıplı sayılan) sıradan insanların günlük yaşantılarını, büyük hikayesi olmayan küçük insanın hikayesini ve kimi zaman da sadece tek bir anını tuvale taşıyarak yaptılar hem de bunu.

Sait Faik okudunuz mu hiç bilmiyorum ama Sait Faik öykücülükte ne yaptıysa, İzlenimciler de tam olarak bunu yapmıştı resim sanatında.

Hem de yüzyıllar önce... 

Sanat tarihini ve hatta insanlık tarihini derinden değiştiren, dönüştüren izlenimcilik veya empresyonizmin 19'uncu yüzyılda Fransa'da ortaya çıkma hikayesinde de Sait Faik öykülerinden fırlamışcasına tebessüm ettiren bir detay var. 

Renklerin bir tabu olduğu, sarının, morun, mavinin, yeşilin, pembenin adeta ayıplı sayıldığı ve dönemin sanat entelijansiyası tarafından vebalı muamelesi gördüğü bir dönemde, hem renkleri kullanmak hem de sokağın, sokaktaki insanların günlük hikayelerini sanata aktarmak helvadan yapılmış putlara tapan insanlara ''Alın sizin tanrılarınızı yiyorum'' demekten farksızdı.

Bu sanat entelijansiyası öylesine kibirliydi ki kendilerini yenilmez sanıyorlardı. 

E ama bilirsiniz ki her Aşil'in bir topuğu vardır ve devler göründükleri kadar güçlü değillerdir.

Bir gün bir cılız Davut'un sapanına bir taş sarması yeterlidir, gözünüzde büyüdüklerinizin yıkılmasına.

19'uncu yüzyıl Fransa'sında bu cılız Davut, Claude Monet'ti ve sapanına sardığı taş da 1872'de tuval üzeri yağlı boyayla yaptığı tablosuydu.  
 

 

Öyle ki Paris gazetesi Le Charivari'de Louis Leroy'un yazdığı ''Impressionists'' * adlı makalesi resmin en fazla bir eskiz olduğunu; hicivsel olarak ima etmesinden sonra bu resim hareketin isim kaynağı oldu.

Yazarın * [Impression] (İzlenimcilik) kelimesini dalga geçmek için kullanmasını Monet ve arkadaşları Davut'un sapanına sardığı taşa dönüştürdüler ve karşısındaki Paris entelijansiyası başta olmak üzere yaptıkları helvadan putlara tapan herkese atmaya başladılar.* 

İşte İzlenimcilik akımı artık bu cılız ressamların yaptıkları eserlerdi.
 

 

Bir sanat tarihi yazısı yazmak niyetinde değilim.

Bu konu hakkında çok daha detaylı bilgi Galataport'ta ''Claude Monet ve arkadaşları'' adlı harika bir sergide gösterildi.

Bu sergiye, bilhassa Türkiye siyasetinde aktif rol alan siyasetçilerin gitmesi gerekirdi.

Çünkü yapılamaz denileni yaparsanız, inandığınız yolda dimdik yürürseniz, kendinize inanıp dogmalarla mücadele ederseniz, nasıl da putları kırabilirsiniz; bunun inanılmaz bir hikayesi vardı o sergide.
 

 

Türkiye siyasetinin Claude Monet ve arkadaşlarından alması gereken dersler 

Monet ve arkadaşlarının kırdıkları putları görüp, düşünmelerini isterdim Türkiye'deki siyasetçilerin.

Bu zamana kadar doğru olsa da artık çağın dinamiklerinde asla kabul görmeyen fikirleri inatla devam ettirmelerinin aslında dönemin Paris entelijansiyası farkı olmadığını...

Görmelerini isterdim;

İnandığı doğruların peşine parti tabanlarından korkmadan, çekinmeden, birkaç oy uğruna kabuk değiştirmeden omurgalı duruşla gitmeleri durumunda nelerin olabileceğini...

Sadece siyah ve beyaz arasında sıkıştıranlara inat, Monet ve arkadaşlarının yaptığı gibi renkleri göstermelerini çok isterdim. 

"Bunu yapamazsın", "Bunu söyleyemezsin", "Bunu giyinemezsin", "Bu fotoğrafı paylaşamazsın", "Bunu okuyamazsın", "Bunu yazamazsın" diyenlere inat; içinden geldiği sesi dinlemenin aslında nasıl da lider yarattığını görmelerini isterdim.

Monet ve arkadaşlarını tablolarından görmelerini isterdim; herbir rengin ne denli önemli olduğunu, tek tip ''yerli ve milli'' bir bahçe yapmanın aslında bu ülke insanına ihanet olduğunu, Anadolu hakikatiyle çeliştiğini...

Evet, belki romantik bir bakış açısı, belki gerçekçi değil; ama 1840'ta Paris'te doğan bir bakkalın oğlunun nasıl olur da sanat dünyasını geri dönüşü olmayan bir yola soktuğunu, tüm putları kırdığını ve hatta Van Gogh'a renkleri kullanmada cesaretlendirip bu vesileyle de modern sanatın günümüze ulaşan kapısını araladığını ben biliyorum.

Artık siz de biliyorsunuz! 
 

 

Siyasetçilerin renkleri kullanmada korkmamaları gerekiyor. Bilhassa Anadolu coğrafyasında. 

Yeryüzünün insanlık tarihinden bu yana en renkli topraklarında kendilerine siyah ve beyazı dayatanlara inat doğayı izlemeleri, doğayla insan arasındaki ilişkiye bakmaları, coğrafyanın doğusundaki kardeleni, batısındaki ayçiçeğini, kuzeyindeki nilüferi, güneyindeki limon ağaçlarını yok saymak yerine onları bir tuvale taşır gibi siyasetlerine, söylemlerine ve bilhassa eylemlerine taşıması gerekiyor.

''Ben kardelensiz de olurum, limon ağacı olmasa da bana yeter, bir tek yerli ve milli ayçiçek olsun bana yeter'' derseniz hem kendinize hem de bize yazık edersiniz.

Renklerden korkmayın bu kadar! 

Eğer bu hakikati unutucak olursanız, cenazesinde tabutunun üzerindeki siyah örtüyü arkadaşlarının kaldırıp ''Monet siyahı sevmezdi'' dediği; renkleri kullanmada putları yıkan Claude Monet aklınıza gelsin!

Ayrıca "Belki de ressam olmayı çiçeklere borçluyum" diyen Monet'ten siyasetçilerimizin de şunu da öğrenmesi gerekiyordur;

Belki de siyasetçi olmayı bize borçlusunuzdur!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU