Kılıçdaroğlu'nun Kürt sorunu söylemi ve yarattığı tepkiler üzerine bir değerlendirme

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Kürt sorunu Türkiye'nin en yakıcı sorunlarından biridir. Tarihsel, siyasal, sosyal, diplomatik boyutları olan komplike bir sorundur.

Uygulanan yanlış politikalar neticesinde, bugüne değin 50 binin üstünde insanımız ölmüş, trilyon doları aşan kaynak harcanmış, ama sorun hala çözülememiş.

Güvenlikçi politikalar sonucu 4 bin civarında köy mezra boşaltılmış, 3,5 milyon insan yer değiştirmiş, devletin resmi verilerine göre 17 bin faili meçhul yaşanmış, sorun gene çözülememiş. 

Demek ki bu sorun bu günkü iktidarın milliyetçi ortağının da etkisiyle yürüttüğü güvenlikçi politikalarla çözülemez. Bu sadece daha fazla acı, daha fazla gözyaşı ve daha fazla çözümsüzlüğe neden olur. Oysa bu sorun güvenlikçi politikalar yerine barış ve diyalogla çözülebilir. 

Uzunca bir süreydi bu konuda tam bir sessizlik hakimdi. İşte tam bu nokta, Kılıçdaroğlu'nun sorunun çözümüne dair yaptığı açıklama gündeme damgasını vurdu. 


Kılıçdaroğlu'nun söylemi

Kılıçdaroğlu bir süredir gündem belirleyen açıklamalar yapıyor. Bunlardan biri de bir süre önce bir belgesel nedeniyle verdiği bir mülakatta Kürt sorununun çözümü konusunda söyledikleri oldu. 

Mealen, "İktidara geldiğimizde güçlendirilmiş parlamenter sitem içinde ve dolaysıyla mecliste, HDP'yi muhatap alarak bu sorunu çözeceğiz" dedi.

Buna iktidar bloğunun MHP kanadı başta olmak üzere, bazı karşı çıkışlar olduysa da toplumun önemeli bir kesiminden destek geldi. 

Kılıçdaroğlu'nun söyleminde iki anahtar kavram var:

Biri sorunun çözüm yeri olarak güçlendirilmiş parlamenter sitem dolayısıyla meclisin işaret edilmesi;

Diğeri de muhatap alınacak parti olarak HDP'nin gösterilmesidir. Ancak bu iki hususun da biraz daha açıklanmaya ihtiyacı vardır. 


Güçlendirilmiş parlamenter sistemden ne anlamamız gerekir?

Güçlendirilmiş parlamenter sitem sadece bir kavram kalıbı, aslolan bunun içinin nasıl doldurulacağı meselesidir. Çünkü kavramlar yaşamı belerilemez; eğer karşılıkları yoksa boşturlar.

Elbette pratiğin de bir adı olmalı, olmadığı taktirde o pratik de (o olgu da) kördür. O halde adını koyduğumuz "güçlendirilmiş parlamenter sitem" olgusunun içini doldurmak gerekiyor. 

Dikkatinize sunmak isterim ki, dünyada adı demokratik, adı cumhuriyet olan birçok devlet, birçok sistem var; ama kendileri demokratik olmadıkları gibi birçok cumhuriyet ismi taşıyan devlet de teokratiktir.

Şimdi de AKP iktidarı Türkiye'nin dünyanın en gelişmiş demokrasisi olduğunu savlıyor! Oysa Türkiye'nin "demokratik hali pür melali" ortada.

Demek ki mesele sadece söylemek le olmaz aslolan pratiktir, uygumladır. "Ayinesi iştir kişinin (kurumun) söze bakılmaz" özlü sözümüz tam da bunu söylüyor.

Dolaysıyla iktidar ne derse desin toplumun büyük bir bölümü gidişattan memnun değil, olan bitene rıza göstermiyor, anti demokratik uygulamalara itiraz ediyor. O halde bir değişim şart.  


Değişimin yönü, hızı ve niteliği nasıl olacak? 

Bu durum belirlendikten sonra "kavramın" içinin nasıl doldurulacağının ortaya konulması büyük önem taşıyor, bu bir. 

İkincisi, bu aynı zamanda seçim sathı mahalline girerken seçmene sunulmuş bir yol haritası olacak ve seçmen bu yol haritasına bakarak tavrını ve yolunu belirleyecektir.  

Bu yüzden partilere, ittifaklara ve liderlere düşen, parlamenter sistemin içini dolduracak ilkelerde anlaşmak ve bunları topluma deklere etmektir. 

Toplum seçimden sonra meydana gelecek olan değişimin yönünün nereye olacağı, değişimin ne kadar zamanda ve nasıl olacağı ve bu değişimin niteliğinin nasıl olacağını bilmek istiyor. 


Fırsat ve tehlikelerle dolu bir seçim!

Bu noktada önümüzdeki seçim bir fırsatı sunduğu gibi bir tehlikeyi de taşıyor içinde. Fırsat, seçimi kazanmak ve her alanda süren tahribatların önüne geçmek, ülkeye gerçek bir demokrasiyi getirmektir. 

Tehlike ise sadece seçimi kaybetmek değil, kazanarak da kaybetmektir. 

Kazanarak kaybetmek ne demek?

Büyük beklentiler vaat ederek iktidara geldikten sonra yaratılan umudu boşa çıkarmaktır. 

Yani Türkiye'nin birikmiş sorunlarını çözmemek, tahrip olmuş kurumlarını onarmak konusunda bir programa ve çözüm paketine sahip olmamaktır. 

Bu noktada mesele sadece "Erdoğan gitsin de ne olursa olsun" meselesi değildir. Asıl mesele bu iktidar gittikten sonra yerine gelenin ne yapacağı meselesidir. 


İkna edici çözümler üretmek

Bu da Türkiye'nin birikmiş sorunlarına çözümler üretmek ve bu konuda toplumu ikna etmekten geçer. 

Unutmayalım ki uzunca bir süre toplumun önemli bir kesimi sırf "AKP iktidarının alternatifi yoktur" algısıyla hareket etti, istemeye istemeye gidip oy verdi.

AKP (özellikle) son seçimlerde olanların kerhen desteği ile iktidarını sürdürdü. Bugün bile bunca tahribata rağmen hala bu kadar yüksek düzeyde kararsız bir seçmen kitlesinin olması buna delalettir. 

Bu noktanın üzerinde sosyo-psikolojik ve politik olarak iyice durmalıdır. O yüzden öyle şimdiden rehavete kapılıp amiyane deyimi ile seçimi "çanta keklik" gibi görmemek gerekir.

AKP ise bu sitemden ve statükodan besleniyor. O yüzden bırakmamak için türlü yollara başvuracaktır. Hatta değiştiğini, değiştireceğini bile ileri sürerse şaşırmayalım.

Fakat değişmez ve değiştiremez. Çünkü sistemden besleneneler sitemi değiştirmezler.  


Büyük görev

İşte şimdi genelde muhalefete özelde ana muhalefet partisi CHP'ye büyük bir görev(ler) düşüyor. 

Bu görevlerden biri son yerel seçimlerde gösterilen ittifak başarısının genişletilerek sürdürülmesi ve bu bağlamada kazanılan (özellikle de AKP ve MHP'den alınan) belediyelerdeki başarı skalasıdır. 

İkinci olarak şimdiden alana dönük bir seçim seferberliğinin başlatması ve sandık güvenliği konusunda çalışma yürütülmesidir. 

Üçüncüsü de seçim sonrası yapılacak işlerle ilgili topluma bir yol haritasının sunulmasıdır. 

Yani değişimin yönü, hızı ve niteliği ne olacak?

Bunlara ilişkin program sunmaktır. Bu aynı zamanda seçimi kazanma sürecinde de kullanılacak ve seçmeni ikna edecek olan asıl meseledir. 

Bu programın başlıklarından biri de Türkiye'nin birikmiş sorunlarının hangi temel ilkler noktasında nasıl çözüleceği konusudur. 


Kürt sorununu çözmek!

İşte bu temel sorunlardan biri de Türkiye'nin uzun süredir çözmeye çalıştığı Kürt sorunudur. Kılıçdaroğlu da bunun farkında ve başından beri büyük bir cesaretle "bu sorunu ben çözerim" diyor. Bu son derece anlaşılır, anlamlı ve umut verici bir söylem. 

Ama sadece söylemek yetmez; bunun altını doldurmak gerekir. 

Tıpkı parlamenter sistem konusunda dediğimiz gibi insanlar soruyor;

Bu sorunu nasıl çözeceksin?


Çünkü AKP de 20 yıl boyunca "bu sorun benim sorunumdur; ben çözerim" dedi, çözüyormuş gibi yaptı, her seferinde muhafazakâr Kürt oylarını alarak iktidara geldi, ama sorunu çözmedi. 

O halde sorun, Kürt sorunu çözme sorunu mu, yoksa (AKP'nin yaptığı gibi) Kürt seçmenin oyunu alma sorunu mu?

Bu soru gündemdeki yerini koruyor. 

Birincisi, Türkiye'ye çağ atlatır, ikincisi bir seçim başarısı getirse bile devamı çok daha kötü olur. Kazanarak kaybetmek budur işte. Kılçdaroğlu da bunun farkındadır.

O halde buna dair çalışma ve yapılacakların en azından başlıkları toplumla paylaşılmalıdır. 


Çözüm için niyet, empati, barış dili önemli

Çözümün iki adımı vardır. Biri zihni alt yapının oluşturmasıdır, diğeri de somut adımların atılmasıdır. Zihni alt yapı için dört kavramın işlevsel kılınması lazım: Bunlar, niyet, empati, barış dili, bölünme paranoyasının aşılmasıdır. 

AKP'nin zaten çözme niyeti yoktu (sadece siyasetten kullandı), empati yapmadı (toplumu böldü ayrıştırdı), barış dilini terk etti (onun yerine baskıcı ve milliyetçi bir dile yöneldi) ve MHP'nin kışkırtmasıyla bölünme paranoyasına sarıldı. 

Her konuda yalancı bir beka sorunu icat ederek toplumu avlamaya çalıştı. Ama toplum artık uyandı. AKP, toplumsal desteğini yitirdi, hızla baş aşağı gidiyor.

Muhalefet önemli bir hata yapmazsa Kılıçdaroğlu'nun dediği gibi "Geliyor, gelmekte olan"


Bu hamle ne anlama geliyor?

İşte bu noktada Kılıçdaroğlu ikinci önemli hamleyi yaptı, "bu sorunu çözeceğim, sorunun muhatabı halkın meşru temsilcisi olan HDP'yi muhatap alarak, meclisin çatısı altında çözeceğim" dedi. 

Kılıçdaroğlu bu çıkışı ile iki önemli noktada fikrini de beyan etmiş oldu: 

  1. Uzun bir süredir MHP'yi yedeğine almış olan AKP iktidarı HDD'yi şeytanlaştırmaya, kriminalize etmeye çalışıyordu. CHP ile ayrı düşürmeye çalıştırarak söylem ve eylem tuzakları kuruyordu. Kılıçdaroğlu bu çıkışı ile bu tuzakları boşa çıkarmış oldu. HDP'nin muhatap alınacak meşru bir parti olduğunu ve sorunu da onula çözeceğini söylemek suretiyle bunu yaptı. 
     
  2. Bu belerilemeden sonra baştan beri ileri sürdüğü gibi çözümün adresinin TBMM olduğunu söyledi. Yanı sorunun çözümünün yöntemine dair çok önemli iki ip ucunu, genel bir yol haritasını ortaya koymuş oldu.


Söylenen yeterli mi?

Peki, bu sözler Kürt cenahını tatmin eder mi? Etmez.

Yukarda belirttik. Şimdi nasıl çözeceği konusunda da temel bazı başlıklar ortaya konulmalı. 

Nitekim Sezai Temelli'nin attığı yersiz ve yanlış tweet partiyi de ayağa kaldırarak bu noktaya da dikkat çeken vurgulara yol açtı. 

Hem Parti Eş Genel Başkanlarından hem de eski genel Başkan Selahattin Demirtaş'tan bazı açıklamalar geldi. Onların dışında da Ahmet Türk ve diğer bazı HDP yöneticileri de Temelli eleştiren açıklamalarda bulundular.  


Sancar'ın söylemi ve Demirtaş'ın desteği

Mithat Sancar, "HDP çözümün elbette muhatabıdır, mecliste çözümü de savunan bir partidir" dedi ve "Temelli'nin söyledikleri kendini bağlar, partimizin görüşü değildir" diyerek onu tekzip etti. 

Parti yetkilileri Sezai Temelli'nin söylemlerini tekzip edip düzeltmeye çalışırken Demirtaş yeni bir iktidarın Türkiye'nin birikmiş sorunlarıyla birlikte Kürt sorunun çözümünü de gündemine almayı ve sorunun çözümünün adresinin Meclis olduğunu belirterek Kılıçdaroğlu'nun söylemine bir nevi destek vermiş oldu. 


Ahmet Türk'ün demeci

31 Mart yerel seçimlerinde Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı seçilen ve yerine kayyım atanan Ahmet Türk de, Kılıçdaroğlu'nun Kürt sorunu çözümüne ilişkin çıkışının ardından CHP'nin tutumu ve politikasını Bianet'e verdiği mülakatta şöyle değerlendirdi:

Ana muhalefet partisi gelecekle ilgili projelerini daha açık ve net ortaya koymalı, Kürtlerin beklentisi de budur, 'yarın için ne yapacak' onu söylemeli. Yoksa ‘yan cebime koy' mantığı hiçbir sorunu çözmez.


Kılıçdaroğlu, "Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. HDD'yi meşru organ olarak görebiliriz" demişti.

Ahmet Türk, CHP liderinin sözlerini olumlu bulduğunu, Kürt sorununun sadece Kürtlerin sorunu olmadığının özellikle altını çizerek, "Kürt sorunu çözülmediği zaman sadece Kürtler bunun acısını çekmiyor veya sadece Kürtler demokrasiden uzaklaşmıyor aynı zamanda Türkiye halkları da demokrasiden uzaklaşmış oluyor. Bu nedenle Kürt sorunu bir Türkiye sorunudur, bütün halkların sorunudur" diyor.


Bahçeli'nin tutumu ve HDP'nin durumu

Toplumsal barışın mihenk taşı Kürt sorunudur. Bu sorun çözülmeden Türkiye'de demokrasiyi tamimiyle yerleştirmek mümkün değildir. 

Kürt sorunu ise demokrasi ve eşitlik sorunudur. Sorunun muhatabı elbette Kürtlerden yüzde ellinin üzerinde oy alan HDP'dir ve yeri de bu anlamda TBMM'dir.

Meclisteki bütün partiler ve hatta dışarda olanlar ve sivil toplumun kurumları paydaştır. 

Bu söz ve söylemlere karşın MHP genel başkanı Devlet Bahçeli, "HDP meşru bir parti değil, kapatılmalı" diyor. Meşru değil diyerek ötekileştirişi tavrını ortaya koyuyor, kapatılmalı derken de kanun nizam tanımazlığıyla yargıya iktidar ortağı olarak adeta talimat veriyor.

Meşruiyetten bahsedenlerin meşruiyetine bakar mısınız?.. MHP hiçbir zaman bu sorunun çözülmesini istemedi, çünkü bu sorunun üzerinden hamaset yaratarak oy devşirmeye çalışıyor. 


Kılıçdaroğlu el yükseltiyor

Kılıçdaroğlu akıllı ve cesaretli bir politikacı. Akıllı çünkü rasyonel davranıyor; cesur çünkü zamanı geldiğinde sözünü esirgemiyor. İktidara yaklaştıkça geri adım atmak yerine bilakis el yükseltiyor.  

Bahçeli'nin "HDP meşru değil" söylemine çok yerinde ve çarpıcı bir yanıt verdi; "Peki, o zaman HDP meclis başkan vekili meclisi yönetirken neden meclise geliyorsun, onun yönetiminde el kazdırıp el indiriyorsun" dedi.


Peki, HDP nerde? 

Kılıçdaroğlu'nun da belirttiği gibi HDP mecliste temsil edilen üçüncü büyük parti. Altı milyon oy almış. Hazine yardımı alıyor. Sırası geldiğinde Bahçeli'nin de içinde bulunduğu meclisi yönetiyor. Demokratik çözümü ve Türkiyelileşmeyi savunuyor. 

Şimdi bu özellikleri ile Türkiye'nin demokratikleşmesini savunan bir parti meşru olmuyor da onu meşru kulvarın dışına atmaya, itmeye çalışan, kapanması için yargıya nizam veren, hoşuna gitmeyen bir karar verdiğinde anayasa mahkemesinin bile kapatılmasını ileri süren Bahçeli mi demokrat ve meşru oluyor? 

Bu halkın taktirindedir artık. Zaten böyle olduğu için günden güne eriyor MHP. Bu erimeyi durdurmak için artık normal milliyetçi söylemeler yetmediği için ultra milliyetçi söylemelere başvuruyor. 


Temelli'nin sözleri

Sezai Temelliye gelince. Temelli'nin şu an için HDP'yi temsil eden herhangi bir görevi yok, dolayısıyla söyledikleri partiyi bağlamaz. Zaten parti yetkilileri de Temelli'yi bu noktada uyardılar; o da sözlerinin sadece kendisini bağladığını, hatta maksadının yanlış anlaşıldığını ileri sürdü. 

Peki, o halde Temelli neden tez canlılıkla parti organlarına danışmadan böyle önemli bir konuda atak yaptı?

Bu bir rol kapma değilse siyasetten hatadır. 

Çünkü böyle önemli bir konuda parti eş başkanları, MYK'si ve yetkili organları dururken ortaya atılıp böyle bir açıklama, Kürt sorununun çözümüne hizmet etmediği gibi yanlış yapılmış bir hesapla söyleyene de bir yarar getirmez. 


Sonuç: 

Bir kere iktidara en yakın partinin genel başkanı olarak Kılıçdaroğlu'nun çıkışı çok önemli.

Bu çıkışıyla Kılıçdaroğlu hem çözümüm muhatabını hem de niyetini cesurca ortaya koymuş oldu. Ve iktidar bloğu panikledi. 

Çünkü Kılıçdaroğlu'nun çıkışı başta Kürt yurttaşlar olmak üzere toplumdan onay gördü. 

Bu da gösteriyor ki, gelmekte olan gelirken, gitmekte olan da gidiyor artık ve bu tür söylemler ise süreci hızlandırıyor. 

Panik bundan.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU